Karşılıksız çek savunma



Karşılıksız Çek
Savunma
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kitabın Web Sitesi Ana Sayfası
rahmiofluoglu.wordpress.com/2009/10/01/ceksavunma/
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kitabın İndirilme Adresi

Tümünü İndirmek İçin
http://haberturkon.com/download/hukuk/ceksavunma.doc
http://haberturkon.com/download/hukuk/ceksavunma.pdf
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Av. Deniz Büyükyılmaz


Karşılıksız Çek
Savunma


1.Basım




Küçük Orta Sanayici ve İş Adamları Derneği
Karşılıksız Çek Savunma

Av. Rahmi Ofluoğlu (Blog Yazarı)
Blog : http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Web : http://www.rahmiofluoglu.com
e-posta : rahmiofluoglu@haberturkon.com
cep : +90 532 550 50 61

Kitabın Web Sitesi Ana Sayfası
rahmiofluoglu.wordpress.com/2009/10/01/ceksavunma/

Kitabın İndirilme Adresi
http://haberturkon.com/download/hukuk/ceksavunma.doc
http://haberturkon.com/download/hukuk/ceksavunma.pdf

Editör: Cenk Ofluoğlu
e-posta : cocenk@haberturkon.com

Kapak Tasarım: Demet Kulaklı

1.Baskı - Ekim 2009
Graphis Matbaa A.Ş. tesislerinde basılmıştır. İkitelli / İst.

Kosiad
(Küçük Orta Sanayici ve İş Adamları Derneği)
Önsöz
İnternet’te wordpress blog sistemi üzerinde kendime bir blog oluşturduğumda, bir gün çekin Türkiye’deki adil olmayan uygulamalarına ve adil olmayan yargılamalar ile insanların hapsedilmesine karşı bir serüvenin içersinde olacağımı hiç düşünmemiştim.
Blogumu oluşturduktan kısa bir süre sonra dünya büyük bir küresel krizin içine girdi. Türkiye de bu krizden ağır bir biçimde etkilenmeye başladı. Bu kadar kısa sürede böyle bir krizin olacağına da ihtimal vermemiştim.
Bir gün, birden bire, çok yakınlarımda çekleri erken ibraz edilip karşılıksız işlemi yapılan insanların feryatlarını duymaya başladım. Bu insanlar aylarca sonra ödemeyi tasarladıkları çeklerini hemen ödemek ya da batmak, yok olup gitmek ve itibar kaybetmek seçenekleri ile karşı karşıya kaldılar. İşlerini güçlerini bu ödemelere göre planlamışlardı, ve şimdi 3-5 ay sonranın çeklerini ödemek zorunda kalıyorlardı. ‘Bu ancak benim ülkemde olabilecek bir vaka mıydı acaba?’ dedim kendi kendime.
Bu feryatları duymamak mümkün değildi. 38 yıllık hukuk yaşamımın uzun bir bölümünde Türkiye’deki bu garip uygulamayı hep düşünmüş ve yanıtını aramıştım.
Hukukçular ve uygulayıcılar çekte vade olmaz diyorlardı, ama ticari yaşamda firmalar, mal ve hizmet alımlarında 8 aya varan vadeli çekler kullanmaktaydı. Türkiye’nin bankaları ve finans kurumları da, bu çekleri, düzenlenen bordrolar ile imzalayarak teminat ya da tahsil hesaplarına almaktaydılar. Bir yandan çekte vade yadsınırken, diğer yandan açık ve seçik yazılı belgelere dayalı milyarlarca vadeli çek piyasada dolaşmaktaydı.
Bu tam olarak, şarkın hikayesi idi. Ne oluyordu burada? Çek verilirken vadeli veriliyor, alan da veren de bu vadeyi biliyor; Bankalar yazılı imzalı belgelerle bu vadeli çeklerin tarafı ve tanığı oluyorlardı. VE… Bir gün kendilerini riskte gördüklerinde vadeyi hiçe sayıp ahde vefayı unutup, ahde ihanet ederek çekleri ibraz edip karşılıksız işlemi yaptırmaktaydılar. Deyim yerinde mi? Bilmiyorum. Ama bir yandan çekte vade olmaz diyip, vadeli çekleri almak, diğer yandan da bu vadeli çekleri gününden önce karşılıksız işlemi yaptırmak, olsa olsa, bir ŞARK KURNAZLIĞI, bir iki yüzlülük idi. Ne yazık ki, yasa ve Yargıtay’ın uygulaması da bu ŞARKVARİ olaya destek vermekteydi.
İşte insanların yukarıdaki feryatlarını duymaya başladığımda bu konuda bir şeyler yapmam gerektiği kanaatine vardım. İTO’daki tanıdıklarım ile temasa geçtim; Bu konuda hazırladığım yazıları hem blogumda yayınladım hem de bu kişilere ulaştırdım. Bu yazıları Maliye Bakanlığı ’na ve AK Parti Yönetimi’ne de gönderdim.
Blogdaki Ekim-Kasım yazılarımda bu görüşleri görebilirsiniz. Yazılarımdaki önerim, 3167 sayılı yasaya tek bir cümle ekleyerek vadeli çeklerin erken ibrazının engellenebileceği doğrultusunda idi; nitekim birkaç ay sonra 5838 sayılı Torba Yasa’nın 18.maddesi ile 3167 sayılı kanuna bir cümle eklenerek çeklerin erken ibrazı geçersiz sayılmıştır.
Şubat ayında da karşılıksız çek mağdurlarının feryatları duyulmaya başladı. Karşılıksız çek konusunun artık içindeydim. Bu konuda araştırıyor ve blogda bu konuda yazıyordum.
Bir gün, çek mağdurları İnternet’te beni keşfetti. Bir gün baktım blogumun reyting’i beni şaşırtacak bir düzeye gelmişti. Artık çek mağdurları blogumda yorumlar yazıyor, email’ler gönderiyor ve bana telefon açıyorlardı. Yazılarım benden habersiz İnternet’te dolaşmaya başladı. İnternet Haber siteleri ve gazeteler yazılarıma yer vermeye başlamışlardı. Bir yazıma yer veren Zaman gazetesi, benim yazılarımı Cumhurbaşkanı’na kadar gönderdiğimi yazıyordu. Oysa ben, o güne kadar ne parti yöneticileri ne de Cumhurbaşkanı’na yazılarımı göndermemiştim. Yazılarımı gönderenler çek mağdurları idi! Artık ben çek mağdurları eylemlerinin tam göbeğindeydim.
Derken, Star Ana Haber’den bana ulaştılar ve karşılıksız çek konusunda bir röportaj yapmak istediklerini söylediler. Aynı gün akşam Uğur Dündar’ın Ana Haber Bülteni’nde idim. Gelinen noktada geriye dönüş seçeneği yok olmuştu.
Karşılıksız çeke verilen çağ dışı ilkel cezaların ve adil olmayan yargılamanın kalkması için mücadele etmenin ve bu mücadelenin başarıya ulaşmasına katkı vermenin en önemli görevim olduğuna kanaat getirmiştim.
İşte bu kitap, bu mücadeleye katkı vermek için 1 milyon civarındaki çek davasının sanıklarının savunmasıdır. Bu savunmada çek sanıklarının müdafileri, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Prof. Dr. Adem Sözüer, Yrd. Doç. Dr. Sesim Soyer ve hocaların hocası Prof. Dr. Hayri Domaniç ile biz insanlık onurunun mücadelesini veren avukatlardır.
Bu savunmayı, Türkiye’de mevcut 1,129 Asliye Ceza Mahkemesi’ne ve Yargıtay 10. Ceza Dairesi Heyet’ine saygı ile sunuyoruz.

Av. Rahmi Ofluoğlu





[8] İçindekiler

Giriş    1      
          
Bölüm 1          
Makale ve Yazılar    3      
Prof. Dr. Adem Sözüer’in Açıklaması    7      
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in Açıklaması    9      
Çek Komisyonu - Hikmet Sami Türk’ün Konuşması    13      
Borç için Hapisin Tarihsel Gelişimi ve Uluslararası Belgelerdeki Yeri   
21      
Türkiye’de Avcılık Çağı Yaşanıyor    27      
Karşılıksız Çek, Anayasa ve İnsan Hakları Sözleşmesi    37      
3167 Sayılı Çek Yasası Tam Bir Garabettir    43      
Hükümete Göre 3167 Artık Yürürlükte Değil    44      
Şüpheliyim!    47      
Karşılıksız Çek Ekonomik Suç Değildir    51      
Ağır Hata!    53      
Hükümetin Açmazı    57      
İnsan Çok Zalim Ve Cahildir    61      
Ağır Cezalar Suçlu Yaratıyor    63      
Çek Kanunu Tasarısı Meçhul Bir Tarihe Ertelenebilir    67      
Hükümet Çek Kanununu Sürüncemede Bırakabilir    71      
Çek Kanunları Dolandırıcılığı, Kalpazanlığı Özendiriyor    73      
Haksızlığa Karşı Direnmek    76      
Terör Bahane    77      
Karşılıksız Çek Sorununun Çözümü    81      
Vadeli Çek Ekonomi İçin Gerekli Bir Enstruman Mı?    85      
3167 Mahkumiyetleri Hukuk Cinayetidir    90      
Çek Kanunu Ve İhtimaller    91      
Halkın Gazabı    95      
Çekin Tarihi ve 3167    99      
Bir Deli Kuyuya Taş Atmış…..    103      
Karşılıksız Çeke Hapis AB Uyum Mevzuatına Aykırıdır    107      
Karşılıksız Çeke Hapis Zulümdür, Adaletsizliktir, Haksızlıktır!   
109      
Karşılıksız Çeke Hapis ve Adil Yargılanma Hakkı    113      
          
Röportaj    119      
          
Çek Kanunu Tasarısı Ve Gerekçesi    123      
          
Bölüm 2          
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AiHM)          
Adil Yargılanma Hakkı ve Avrupa İnsan Hakları Mahk.    129      
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İlgili Öbür Kararlar    134      
Avrupa İnsan Hak. Mahk.’ne Başvurmak için Açıklama    169      
          
Bölüm 3          
T.C. Mahkeme Kararları    175      
Karşılıksız Çek - Anayasa Mahkemesi Kararı
Karşı Oy - Haşim Kılıç   
177      
Karşılıksız Çek ile ilgili Beraat Kararları          
Şişli 11. Asliye Ceza Mahkemesi    181      
Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi    189      
Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi    195      
Erken İbraz Beraat Kararı          
Vadesinden Önce İbraz Edilen Çeke Beraat    205      
10.Ceza Dairesi Bozma Kararı Gaziantep    207      
          
          
İlgili Hükümler          
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi    213      
Türk Ceza Kanunu (TCK) 5237    217      
3167 Çek Hamillerini Koruma Kanunu    219      
          
Bölüm 4          
Haberler    225      
Çek mağdurlarından mektuplar    227      
Karşılıksız çekte tahliye karmaşası    230      
Kanunsuz ceza olamaz Anayasa Madde 38    234      
Çek Mağdurları Milletvekillerine Dilekçeler Fakslıyorlar    235      
İşverenler de isyan ediyor!    241      
Karşılıksız Çeklerde Hapis Cezası Bilmecesi    244      
Esnafın çilesi çek    247      
Milletvekili Hakkı Köylü ile telefon görüşmesi    250      
Çek Sempozyumu Notları    251      
Çek mağdurunun meclis'e isyanı!    256      
Adalet duygusu zedelenmiştir    258      
Çamlıbel haberi yalanladı    260      
Eylem saati geldi. Mektubun ucunu yakıyoruz…    261      
Barolar neden susuyor?    265      
İstanbul Barosunun açıklaması    268      
Çeke hapis kalksın    272      
Yüz elli bin esnaf karşılıksız çek mağduru    273      
29 Haziran meclis eylemi, notları    275      
Ümraniye eylemi ses getirdi    277      
Çek Mağdurundan Trajik Mektup    278      
Para-Meta-Para    285      
Çek mahkumu çığ gibi    288      
Karşılıksız çek oranı yüzde 32,7 arttı    290   
[12]
  Giriş
3167 sayılı yasa gereğince karşılıksız çekte hapis ile sonuçlanan adli para cezaları verilmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 4 nolu protokolün 1.maddesine, anayasanın 38. maddesine ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 21.maddesine aykırıdır.
Karşılıksız çeke cezanın anayasaya aykırılığı bir yana, 3167 sayılı yasa açıkça adil yargılama hakkının da ihlalidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.maddesi adil yargılama hakkını düzenlemektedir. AiHM’nin 6.maddeye göre verdiği kararlarda görüyoruz ki, mahkeme savunma hakkının ne şekilde olursa olsun kısıtlanmasını adil yargılanma hakkının ihlali olarak görmektedir.
Oysa 3167 sayılı Çek Hamillerini Koruma Kanunu insanları 5 yıla kadar hapis cezası ile sonuçlanacak adli para cezalarına mahkum ederken, değil savunma hakkını kısıtlamak, savunma hakkını tebligata ilişkin şekli nedenlere dayalı olarak tamamen ortadan kaldırmaktadır.
3167 sayılı yasaya göre, karşılıksız çeke ilişkin dava tebligatları, duruşma çağrıları sanığın bankadaki mevcut adresine gönderilmekte, tebligatın ulaşmaması halinde de, Tebligat Kanunu 35.maddeye göre, aynı adrese usulen bir tebligat yapılmakta, bu tebligatlardan sonra da, sanığın duruşmaya gelmemesi – sanık yüksek olasılıkla duruşmadan haberdar olamayacağı için, doğal olarak duruşmaya gelmeyecektir – durumunda sanığın savunması alınmaksızın, yokluğunda adli para cezasına mahkum edilebilmesi hükmünün sonucu olarak adil olmayan bir yargılama ile sanığın suçlu bulunup, bir gün, bir polis çevirmesinde alınıp cezaevine götürülmesi şokunu yaşaması hiç de az rastlanır bir durum olmayacaktır.
Böylesi şekil şartları ile sanığın en doğal hakkı olan Savunma Hakkını yok ederek sanığı adli para cezasına mahkum etmek ve aynı şekilde bu mahkeme kararlarını da, gene şekli tebligatlarla tebliğ ederek tebligatı alamayan, tebligattan habersiz sanığı infaz aşamasına kadar getirmek ve sonra da hapsetmek AiHS’nin 6.maddesine açıkça aykırıdır.
Bu kitapta yer alan akademisyenlere ve meslektaşlarıma ait makaleler ve yetkililerin açıklamaları, bu adil olmayan yargılamanın, uluslararası sözleşmelere, anayasaya ve temel kanunlara aykırılığını anlatmaktadır. Bu açıdan, kitap son derece akıcı ve günceldir.
Bölüm 1
Makale ve Yazılar


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu

3167 Sayılı Çek Kanunu


Özel kanunlar, temel kanunların;

Temel kanunlar anayasanın;

ve anayasa ise,
Devletler arası sözleşmelerin altındadır.


Borçtan Dolayı Özgürlüğünden Yoksun Bırakılma Yasağı
Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememiş olmasından dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi   
 
Prohibition of imprisonment for debt
No one shall be deprived of his liberty merely on the ground of inability to fulfil a contractual obligation.
Convention for the Protection of Human Rights   
 
Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.
TC Anayasası Madde 38   

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu
Hiçbir kanun anayasa ve temel kanunlar ile çelişki içinde hazırlanamaz. Özel Kanunlar, Anayasa ve temel kanunların hiyerarşisi altında hazırlanır. 3167 Sayılı Çek Hamillerini Koruma Kanunu, temel kanun olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile çelişki içindedir.

3167 Sayılı Çek Hamillerini Koruma Kanunu
Kanunun ismine bakınız! Tüm vatandaşlarına eşit davranmak görev ve sorumluluğu olan devletin kanuna verdiği isim, adalet ve eşitlikten ne kadar uzak bir yaklaşım ile kanun yapıldığını gösterir nitelikte.

Sonuç:
3167 Sayılı Çek Hamillerini Koruma Kanunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile çelişki içindedir.
[6]
Prof. Dr. Adem Sözüer’in Açıklaması
İÜ Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı
11 Şubat 2009
Adem Sözüer, “Şu andaki 60 bin 70 bin dava hakkında bu cezalar uygulandığı için bu cezalar kaldırılacak. Ayrıca hapiste olanların da çıkması gerekecek” dedi.

Yürürlükteki 3167 sayılı Çek Kanunu’nun yeniden yazılmasıyla ilgili çalışmalar ve çek istismarını önlemeyi öngören mevcut hazırlıkları sürerken, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Sözüer yeni bir tartışma başlattı.
Sözüer, Çek Yasası’nın 2004 yılında yürürlüğe giren TCIC’ya uyumlu hale getirilmediği için halen görülmekte olan 70 bin civarında çek davasının düşeceğini söyledi. Sözüer, çek suçundan dolayı cezaevinde yatanlarında çıkması gerektiğini savundu. Özellikle TCIC’nın 711’inci maddesindeki hükümden hareketle ‘çeki rızam dışı imzaladım’ diyerek bankayı çeki ödemekten men eden kötü niyetli kişilerin artması üzerine başlayan hukuki sorunu giderme çalışması tamamlanmadan yeni bir tartışma daha başladı.
Hukukçu Prof. Dr. Adem Sözüer, Dünya gazetesine yaptığı açıklamada yürürlükte olan TCK’nun cezaların niteliği ve ceza sorumluluğuna ilişkin kurallarla, 3167 sayılı Çek Kanunu’nda yer alan kuralların birbirine uymadığını söyledi. TCK’na atıfta bulunarak ceza verilmesini düzenleyen kanunların, TCK’nun ilgili maddelerine uyumlu hale getirilmesi için 31 Aralık 2008 tarihine kadar süre bulunduğunu söyleyen Sözüer, “Çek Kanunu’nda ilgili değişiklik yapılmadı. 31 Aralık 2008’den itibaren TCK’nun genel kuralları Çek Kanunu’nun cezalarına ilişkin kuralları ortadan kaldırmış oluyor” dedi.
Bu durumda Çek Kanunu’ndaki cezaların uygulanma dayanağı kalmadığını ifade eden Adem Sözüer, “Şu andaki 60 bin 70 bin dava hakkında bu cezalar uygulandığı için bu cezalar kaldırılacak. Ayrıca hapiste olanların da çıkması gerekecek” diye konuştu.
Bu konuda yeni bir düzenleme yapılsa bile failin lehine olan hükümleri uygulanacağı için belirsizliklerin ortaya çıkacağını vurgulayan Sözüer, “Yeni kanunun yürürlük tarihi geçmişe yönelik olsa bile aleyhte olan hükümler uygulanamaz. Çek yüzünden artık hiçbir yaptırım uygulanamaz durumda” dedi.
Aynı durumun TBMM gündeminde bekleyen Paten Kanunu’nda da geçerli olduğunu belirten Prof. Dr. Adem Sözüer, bu konuda düsen davalar için de bir şey yapılamayacağını bildirdi.
Adalet Bakanlığı bünyesinde hazırlanan ve görüşler alındıktan sonra Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’e iletilen tasarı, çeklerin üzerinde yazılı tarihlerin geçerli olmasını öngörüyordu. Bu arada çek istismarcılarının arkasına sığındığı TCK’nun 711. maddesinde değişikliğin nasıl yapılacağı ise henüz netleşmedi. TBMM Genel Kurulu’nda bulunan bin 500’ün üzerinde maddesi olan tasarının şu ana kadar görüşülen kısmında, çek istismarını önleyecek düzenleme yapıldı. Ancak yasanın tamamı Genel Kurul’dan geçmediği için bu düzenleme işlerlik kazanmadı. Bunun dışında ilgili düzenlemenin bir torba kanunun içine eklenebileceği gibi tek maddelik bir kanunla da çıkarılabileceği ifade ediliyor.


Kaynak :    http://karsiliksizcek.wordpress.com

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in Açıklaması
Çek Kanunu tasarısı Meclis gündeminde
7 Haziran 2009

Yargıtay, ''çekin karşılıksız çıkması" ile ilgili sorumluluğun suç olmaktan çıkarılarak, bu durumun, ''idari para cezası'' veya ''idari tedbiri gerektiren bir kabahat'' ya da her iki unsuru kapsayacak şekilde düzenlenmesini istedi.
Ankara-Yargıtay Başkanlığı, ticari yaşamı önemli ölçüde etkileyecek düzenlemeler içeren Çek Kanunu Tasarısına ilişkin görüşünü, TBMM Adalet Komisyonu'na iletti. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in imzasını taşıyan 9 sayfalık yazıda, tasarının genel olarak ''olumlu'' bulunduğu belirtildi.
Yargıtay'ın ''öncelikli ve birinci'' önerisi, karşılıksız çek suçlarına ilişkin oldu. Karşılıksız çek suçlarının gerçek ve tüzel kişilerin ticari ilişkilerinden kaynaklanan ve edimin yerine getirilmesine yönelik yaptırımları içerdiği belirtilen yazıda, ''Bir ticari ilişkiden kaynaklı borcun yerine getirilmemesi ve suç olarak tanımlanması mümkün görülmemektedir. Suç genel teorisindeki sorumluluk esaslarına aykırı bir şekilde suç tipi tarif edilmektedir. Karşılıksız çıkan çek nedeniyle milyonlarca şikayet ve soruşturma sonucu kamu davası açılmaktadır. Bu durum Cumhuriyet savcılarının ve mahkemelerin ağır iş yükü altında kalmasına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle çekin karşılıksız çıkması ile ilgili sorumluluk, suç olmaktan çıkarılarak idari para cezasını ve/veya idari tedbiri gerektiren bir kabahat olarak düzenlenmelidir'' denildi.



İleri tarihli çeklere düzenleme isteği
Tasarıya konulacak geçici bir hükümle, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra düzenlenecek çekler açısından ileri tarihli çekin yasaklanmasını isteyen Yargıtay, yazısında şu görüşlere yer verdi:
''Zira ileri tarihli çek uygulaması çekin işlerliği ve güvenirliğini ortadan kaldıran bir uygulamadır. Türkiye'de yanlış yerleşmiş bir teamüldür. Vadeli ödeme seçeneğini kabul eden kişilerin başvuracağı ödeme aracı çek olmamalı; bono ile bu amaç sağlanmalıdır. Çekin para gibi seri ve güvenli bir ödeme aracı haline getirilmesi, ancak buna her ne koşulda olursa olsun olanak sağlamak yerine kural olarak ileri düzenleme tarihli çekin düzenlenmesinin yasaklanması ve bu kanunun korumasından yararlanılamaması ile mümkündür. Piyasalarda en çok mağduriyete yol açan da ileri tarihli çeklere cevaz verilmesidir.''

"Yanlışı, yanlışla düzeltmek olanaklı değildir"
Yargıtay, tasarıda yer alan ''bu yılın sonuna kadar üzerine yazılı düzenleme tarihinden önce çekin ödenmek için muhatap bankaya ibrazının geçersiz olacağına'' ilişkin düzenlemeye de karşı çıktı. Yargıtay yazısında şunlar kaydedildi:
''Oysa '31 Aralık 2009 tarihinden sonra üzerinde yazılı düzenleme tarihinden önce bankaya ibraz edilen çeklerin bankaya ibrazı halinde bunların çek hukukundan kaynaklanan bir hak bahşetmeyeceği ve bu tür çeklerin düzenleme tarihinin gerçeği yansıtmadığının üzerine işaretleneceği, çek vasfını yitireceği; düzenlemesi getirilerek bunların tedavülünün önlenmesi sağlanmalıdır. Böylece ileri tarihli çekler kabul görmeyecek ve zamanla bu sorun ortadan kalkacaktır. İleri tarihli çek alanlarsa bu müeyyideyi bilerek zamanı gelmeden ibrazı yoluna gitmeyecek, düzenleme tarihine göre ibraz süresi içinde ibraz ederek yasanın getirdiği olanaklardan yararlanacaktır. Bu yaklaşım benimsenmezse, çek, gerçek anlamını yitiren ve çek garantilerini taşıyan bono vasıflı bir belgeye dönüşen, hukuki dolanma yollarının açık hale getirildiği kambiyo hukukunun mantık ve amacıyla da çelişen kendine özgü bir belge niteliğine bürünür. Durum bu olunca, hukuken düzenlenen gerçek anlamdaki çekle ilgili düzenlemelerin bir caydırıcılığı ve garantörlüğü kalmaz. Unutulmamalıdır ki yanlışı yanlışla düzeltmek hiçbir koşulda olanaklı değildir. Tasarı bu haliyle 31 Aralık 2009 tarihinden sonra ileri tarihli çeklerin tedavülde olmasına ve Çek Kanunu korumasından yararlanmasına olanak sağlayacaktır ki bu kabul edilemez.''

Tasarı, yarın alt komisyon gündeminde
Yargıtay'ın görüşünü bildirdiği tasarı, yarın AKP Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü başkanlığında toplanacak olan TBMM Adalet Alt Komisyonu'nda ele alınacak.
Alt komisyonun çalışmalarını tamamlamasının ardından, karşılıksız çek suçundan cezaevlerinde bulunan çok sayıda kişi ile ailelerinin, ''af'' düzenlemesiyle bir an önce yasalaşmasını beklediği tasarı, 11 Haziran Perşembe günü TBMM Adalet Komisyonu'nda görüşülecek.

Tasarıda yer alan bazı düzenlemeler şöyle:
—Karşılıksız çek veren kişi hakkında, hamilin şikayeti üzerine her bir çekle ilgili olarak 1500 güne kadar adli para cezasına hükmolunacak.
—Hamiline düzenlenecek çekler, açıkça ayırt edilebilecek biçimde bastırılacak.
—Karşılıksız çek bedelini düzenleme tarihine göre kanuni ibraz tarihinden itibaren işleyecek faizle tamamen ödeyen kişi hakkında, ''soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına, kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından davanın düşmesine, mahkumiyet hükmünün kesinleşmesinden sonra hükmün bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına'' karar verilecek.
—Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağıyla ilgili bankaya gerçek dışı beyanda bulunan kişi, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilecek.
Bankalar 2009 yılı sonuna kadar müşterilerine yeni çek defterleri verecek ve eski çek defterlerini imha edecek.


Kaynak :  http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=61222
Çek Komisyonu - Hikmet Sami Türk’ün Konuşması
Çek Komisyonu’nun Değerli Üyeleri,
Türkiye’de 1985 yılında kabul edilen 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun, şimdi 16 yıllık bir uygulamadan sonra Anayasa’nın 38. maddesinde yapılan değişiklik ışığında gözden geçirilmek durumundadır.
Bilindiği gibi çek, diğer kıymetli evrak gibi Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiştir. Ancak çekle ödemelerin yaygınlaşmasını sağlamak ve çeke olan güveni artırmak, çek hamillerini korumak amacıyla 1985 yılında 3167 sayılı Kanun kabul edilerek yürürlüğe konmuştur. Zaman içinde edinilen tecrübelerle bu Kanun’da bazı değişiklikler yapılmıştır. Halen 55. Hükümet zamanında hazırlanıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan ve 21. dönem milletvekili genel seçimlerinden sonra yenilenen bir kanun tasarısı da Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu gündeminde bulunmaktadır. Ancak son gelişmeler, özellikle Anayasa’nın 38. maddesinde yapılan değişiklik, bu Tasarının ihtiyaçları karşılayamayacağını göstermektedir. O nedenle konunun yeni baştan ticaret hukuku ve ceza hukuku uzmanlarından oluşan ve uygulamada edinilen tecrübeleri de değerlendirecek olan bir komisyonca ele alınmasında yarar görülmüştür.
Bilindiği gibi çek bir ödeme aracıdır. Çek, ibraz edildiği anda muhatap bankada karşılığı varsa ödenmek durumundadır. Çekte bir vade söz konusu değildir. Çünkü çek bir kredi aracı değildir. Böylece poliçe ve bono ile çek arasında önemli bir fark vardır. Bundan başka poliçe ve bonoda bir damga vergisi ödenmesi söz konusudur. Oysa çekte böyle bir durum yoktur.
Türkiye’de 3167 sayılı Kanun, çekin karşılıksız çıkmasını şekli bir suç haline getirmiştir. Ondan önce karşılıksız çek, eğer çek keşidecisinin dolandırıcılık kastı varsa ceza konusu olmaktaydı. Oysa 3167 sayılı Kanun’un getirdiği sisteme göre çek, ister ibraz süresi içinde, ister ibraz süresinden önce muhatap bankaya ibraz edilmiş olsun, kısmen veya tamamen karşılığı yoksa keşideci bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu, dünyada Türkiye’ye özgü bir durumdur.
Karşılıksız çekle ilgili cezai yaptırımlar öngören Fransız hukukunda bu nedenle ceza verilebilmesi için çek keşide edenin bu işlemi yaptıktan sonra çekin karşılığını bizzat çekmesi, başka bir kimseye devretmesi veya çekle ilgili ödeme yasağı koyması ve bütün bu işlemlerle üçüncü kişileri zarara uğratmak kastının olması gerekir. Karşılıksız çek için cezai yaptırım öngören diğer bazı ülkelerde ise sadece para cezası ön görülmüştür.
Türkiye’de karşılıksız çek dolayısıyla bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörülmesi, hele bu hapis cezasının ibraz süresinden önce muhatap bankaya ibraz edilmiş çekler için de uygulanması, ülkemizde adeta bir sosyal felaket ortaya çıkarmıştır. Çünkü halen ülkemizde karşılıksız çek nedeniyle bir yılda açılan davalar, aynı süre içinde açılan tüm ceza davalarının % 15’ini bulmaktadır.
3167 sayılı Kanun dolayısıyla açılan davalar incelendiğinde bunların sayısında zaman içinde önemli bir artış görülmektedir. 1989 yılında 104.906 dava açıldığı halde, 1999 yılında bu rakam 320.320’ye çıkmış; 2000 yılında ise 262.611’de kalmıştır. Böylece 1989 yılı rakamı 100 olarak kabul edilecek olursa, 1999’da 305, 2000 yılında 250 rakamına ulaşılmıştır.
1989 yılında ülkemizde açılan toplam ceza davalarının sayısı 866.734 idi. Çekle ilgili ceza davaları bu rakam içinde %12.1 oranındadır. 1999 yılında ülkemizde açılan toplam ceza davalarının sayısı 1.736.671’dir. Bunlar içinde çekle ilgili ceza davalarının oranı %18.4’tür. 2000 yılında toplam ceza davalarının sayısı 1.749.853, bu rakamın içinde çekle ilgili ceza davalarının oranı ise %15’tir.
Çek suçlarındaki toplam sanık sayısına gelince; 1989’da toplam sanık sayısı 111.351’dir. 1999 yılında bu rakam 337.069’a ulaşmış, 2000 yılında ise 281.881’de kalmıştır. 1989 yılı rakamı 100 olarak kabul edilirse, 1999’da 300, 2000 yılında ise 253 rakamı, karşılaştırma bakımından bir fikir verebilir.
Açılan davalardaki mahkumiyet, beraat ve düşme durumuna gelince şu rakamları verebiliriz: 1999 yılında açılan davalardan 99.877’sinde mahkumiyet kararı verilmiştir. Bu, toplam çek davalarının % 40.3’üdür. Beraat kararlarının sayısı ise, 62.896’dır. Bu da, toplam çek davalarının % 25.4’üdür. Düşme kararı verilen davaların sayısı 39.341, toplam çek davaları içindeki oranı %15.9’dur. Diğer nedenlerle, örneğin yetkisizlik, görevsizlik, davanın başka bir davayla birleştirilmesi ya da Türk Ceza Kanunu’nun 119. maddesine göre ortadan kaldırma kararı verilmesi ile sonuçlanan davaların sayısı 1999’da 45.653, toplam çek davaları içindeki oranı %18.4’tür. 2000 yılında mahkumiyet kararlarının sayısı 132.053’tür. Bu, toplam çek davaları içinde % 49.6 etmektedir. Demek ki açılan davaların yaklaşık yarısında mahkumiyet kararı verilmiştir.  Beraat kararlarının sayısı 50.655, toplam çek davaları içindeki oranı %19; düşme kararlarının sayısı 43.862, toplam çek davaları içindeki oranı %16.5; diğer nedenlerle ortadan kalkan sayısı 39.759, toplam çek davaları içindeki oranı, %14.9’dur.
Bu rakamlara bakınca, karşılıksız çek sorununun ülkemizde çok ciddi bir sorun haline geldiği görülmektedir. 3167 sayılı Kanun’un getirmiş olduğu bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası, çek lehtarı ya da çek hamilinin kredi aracı olarak poliçe veya bono yerine çekte ısrar etmesi sonucunu doğurmaktadır.
Ayrıca çekte ileri bir tarihin keşide tarihi olarak gösterilmesi olanağı vardır. Burada “ileri keşide tarihli çekler” ya da “postdaté çekler” denilen bir olgu söz konusudur. Aslında çekin ibraz süresi, bu tarihten itibaren başlar. Örneğin çek keşide edildiği yerde ödenecekse 10 gün içinde ibraz edilmesi gerekir. Ancak –biraz önce de söylediğim gibi–, çekin keşide tarihinden önce de muhataba ibraz edilmesi olanağı vardır ve bu durumda da çek, karşılığı varsa ödenir.
3167 sayılı Kanun uyarınca hangi şekilde olursa olsun, ister ibraz süresi içinde, ister keşide tarihinden önce muhatap bankaya ibraz edilmiş olsun, karşılığı kısmen veya tamamen mevcut değilse, çek üzerine bu durumu belirten bir ifade yazılmak veya bunu belirten bir kaşe vurulmak suretiyle hamiline geri verilir. Ondan sonra da şikayete bağlı şekli bir suç olarak çek keşidecisi hakkında ceza davası açılmaktadır. Ancak gerek bu dava devam ederken, gerek mahkumiyet kararı verildikten sonra şikayetten vazgeçilecek olursa, çekin karşılığı veya ödenmeyen kısmı % 10 tazminat ve gecikme faizi ile birlikte ödenecek olursa; ceza davası veya verilen ceza düşmektedir.
3167 sayılı Kanun, –biraz önce verdiğim rakamlardan da anlaşılacağı gibi– mahkemelerimiz için de çok büyük bir iş yükü getirmektedir. Düşününüz ki 2000 yılında ülkemizde açılan toplam ceza davalarının % 15’i karşılıksız çekle ilgiliydi. Aslında çek bir ödeme aracı olarak verildiğine göre, bir sözleşmeden doğan borcun ödenmesi için verildiği açıktır. Demek ki taraflar arasındaki bir borç ilişkisinin yerine getirilememesi, hürriyeti bağlayıcı cezai yaptırımla karşılanmaktadır.
Çekte vade olmamasına rağmen, çoğu zaman ileri keşide tarihleriyle düzenlenmiş olan çeklerin o tarihlerde ibraz edilmesi konusunda taraflar arasında, yani keşideci ve lehtar arasında bir açık veya zımni bir mutabakat, bir centilmenlik anlaşması vardır. Böylece eskiden örneğin bir mal satın alan kimsenin satıcıya bono vermesiyle yapılan işlem şimdi çekle yapmaktadır. Örneğin her ayın birinci günü belli bir miktarın ödenmesi taraflar arasında kararlaştırılmaktadır. Eğer bono veya poliçe söz konusu olsaydı; bu, ancak o vadede ödenmek için borçluya ibraz edilebilecekti. Eğer lehtar daha önce paraya kavuşmak istiyorsa iskonto işlemi yaptırabilecekti. Oysa çekte ibraz edildiği anda karşılığı varsa ödeme ilkesi geçerlidir. İşte bu durum, çeki cazip kılmaktadır. Hele böyle hürriyeti bağlayıcı cezai yaptırım söz konusu olunca; çek, keşidecisi için tehlikeli bir kredi aracı olarak kullanılmaya başlamıştır. Çünkü diğer kredi araçlarında, bono ve poliçede söz konusu olmayan ceza, çek bakımından 3167 sayılı Kanun’la getirilmiş bulunmaktadır. Ama çek lehtarı veya onun çeki ciro ettiği hamil, çek keşidesi sırasında taraflar arasındaki açık veya zımni mutabakata uymak zorunda değildir. Hatta seri halinde düzenlenmiş çeklerin tamamını bile ibraz etse, çekin üzerinde hangi keşide tarihi yer alırsa alsın, muhatap bankada karşılığı yoksa keşidecinin bu cezaya çarptırılması olanağı vardır. İşte bu, ülkemizde bir sosyal felaket halini almıştır ve çoğu kez bir çeşit şantaj aracı olarak da kullanılabilmektedir.
Başka ülkelerde söz konusu olmayan bu durum, ülkemizde sadece çeki yozlaştırmakla kalmamış, bütün kıymetli evrak sistemini de yozlaştırmıştır. Artık kimse bono veya poliçe istememekte; poliçe ve bononun sağladığı olanakları, hapis cezasına bağlanmış çekle sağlamak istemektedir. Buysa çek keşidecisini çok zor durumda bırakmaktadır. Bu arada Devlet de damga vergisinden yoksun kalmaktadır.
Aslında bir kimsenin sözleşmeden doğan bir borcunu ödeyememesi dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı bir cezaya çarptırılması, çağdaş hukuk anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Günümüzde artık borç için hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemektedir. Oysa 3167 sayılı Kanun, karşılıksız çeki başka bir koşul aramaksızın, örneğin dolandırıcılık kastı aranmaksızın, üçüncü kişiye zarar verme kastı aranmaksızın doğrudan doğruya şekli suç saymıştır ve bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası getirmiştir.
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamış bir ülkedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 4. Protokol’ün 1. maddesinde “Yalnızca bir sözleşmeye ilişkin bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.” hükmü yer almaktadır. Şimdiye kadar bu Protokol hükmü gerekçe gösterilmek suretiyle karşılıksız çekle ilgili olarak 3167 sayılı Kanun’da öngörülen cezai yaptırımın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 4. Protokol’e, dolayısıyla insan haklarına aykırı olduğu öne sürülmüştür.
Şimdi bu hüküm, 3 Ekim 2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun ’la Anayasa’mızda yapılan değişiklikler arasında Anayasa’nın 38. maddesine eklenmiş bulunmaktadır. Böylece hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz. Demek ki sadece şekli suç olarak karşılıksız çek dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesi, artık yalnız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 4. Protokol’e aykırı olmakla kalmayacak, doğrudan doğruya Anayasa’mıza da aykırı olacaktır. Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra uygulamada ne yapılacağı konusunda tereddütler ortaya çıkmıştır.
Şimdi Hükümet ve Meclis olarak biz, Anayasa değişikliklerinin gerektirdiği uyum kanunlarını çıkarmak durumundayız. Çünkü 4709 sayılı Kanun’la yapılan Anayasa değişiklikleri şimdiye kadar 1982 Anayasası’nda yapılan en kapsamlı değişiklikler niteliğindedir. Bunların gerektirdiği uyum kanunlarının da süratle çıkarılması zorunludur. Mahkemelerimiz bu kanunların çıkarılmasını beklemektedir.
Nitekim Yargıtay 10. Ceza Dairesi, konuyla ilgili olarak 23.10.2001 gününde oybirliğiyle aldığı bir kararda bu hususu belirtmiştir:
“17 Ekim 2001 tarih ve 24556 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4709 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle değiştirilen Anayasanın 38. maddesinin son fıkrası karşısında, [yani biraz önce Sizlere okumuş olduğum Anayasa hükmü karşısında] yasal düzenlemenin ne olacağının belirlenmesi açısından acilen uyum yasası çıkartılması zorunluluğu da nazara alınarak sonucun beklenilmesi ve buna göre yeniden takdir ve değerlendirme yapılarak uygulama yapılmasında zorunluluk bulunması bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan başka yönleri incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar verilmiştir.”
Demek ki mahkemelerimiz, şimdi Anayasa’nın 38. maddesinde yapılan değişiklikle ilgili Uyum Kanununu beklemektedir. Bu bakımdan 3167 sayılı Kanun, Anayasa’da yapılan 38. madde değişikliği ışığında ivedilikle ele alınmak durumundadır.
Şüphesiz bu yapılırken çekin yaygınlaştırılması, çeke olan güvenin korunması, çek hamillerinin korunması ilkelerinden vazgeçilecek değildir. Ancak bunlar diğer ülkelerde nasıl yapılıyorsa bizde de o şekilde yapılmalıdır. Çek sadece Türkiye’de kullanılmıyor. Türkiye’den daha fazla çek kullanılan ülkelerde dahi böyle bir cezai yaptırım bulunmamaktadır. O bakımdan bir yandan çeke olan güveni, bir yandan çek hamillerini korurken; öbür yandan karşılıksız çek dolayısıyla başka bir koşul aramaksızın keşidecinin cezalandırılması uygulamasına son vermek durumundayız. Onun yerine para cezası getirilebilir. Hatta bazı ülkeler, idari para cezasıyla yetinmişlerdir. Herhalde karşılıksız çek keşide edenlerle ilgili yaptırımlar yeni baştan ele alınmalıdır. Ayrıca halen TBMM’de bulunan Tasarı’da öngörüldüğü gibi şu anda karşılıksız kısmın % 10’u oranında olan tazminat için daha yüksek bir oran belirlenebilir.
Bu arada bankaların çek karnesi vermek için de –3167 sayılı Kanunda belirtildiği gibi– gerekli basiret ve özeni göstermeleri şarttır. Bilindiği gibi, çekin asgari bir meblağının ödenmesi de 3167 sayılı Kanunun özelliklerindendir. İşte bu asgari meblağın da çek hamillerinin korunması bakımından günümüzün koşullarına, günümüzün rakamlarına uygun bir miktara yükseltilmesi şarttır.
Bütün bunlarla kıymetli evrak sistemimizi de yeni baştan dengeli bir duruma getirmek zorundayız. Kredi aracı olan bono ve poliçe, yeniden işlerlik kazanmalıdır. Çek ise ödeme aracı olarak kalmalıdır. Bu işlevinin dışında bir işlev söz konusu olmamalıdır.
Ayrıca ileri keşide tarihli çekler bakımından nasıl bir işlem yapılacağı, böyle bir çek bankaya ibraz edildiği zaman karşılıksızlık işleminin yapılıp yapılmayacağı, örneğin protesto yoluna gidilip gidilmeyeceği yeni baştan ele alınmalıdır. Bakanlığımızca bütün bu konuları içeren bir dosya Komisyonumuzun değerli üyeleri için hazırlanmış bulunmaktadır. Aslında onların böyle bir dosyaya ihtiyaçları yok. Çünkü hepsi konunun en yetkin uzmanları... Ama biz kolaylık olması düşüncesiyle bu konuda yürürlükteki mevzuatı ve yabancı ülkelerdeki aynı konuya ilişkin düzenlemeleri toplayan bir dosyayı Komisyonumuzun değerli üyelerine sunuyoruz.
Komisyon, yapacağı çalışmalarla bize, Anayasa’mıza çağdaş anlayışa ve çekin niteliğine uygun bir düzenleme kazandıracaktır. Komisyona bu önemli görevinde başarılar diliyorum.

Kaynak :     http://www.basin.adalet.gov.tr
Borç için Hapisin Tarihsel Gelişimi ve Uluslararası Belgelerdeki Yeri
Yrd. Doç. Dr. Sesim SOYER GÜLEÇ

Borç İçin Hapis Yasağının Tarihsel Gelişimi
Para borçlarını yerine getirmeyen veya sözleşmeye aykırı davranan kişiler tarih boyunca insan onuruna aykırı olarak çok çelişkili şekillerde cezalandırılmıştır. Bu kişiler parçalanarak et ve kemikleri alacaklılar arasında paylaşılmış, köle olarak çalıştırılmış, hapsedilmişlerdir. Zamanla borçlunun tüm mallarının haczedildiği, daha sonra da borçlunun yaşaması, mesleğini icra etmesi için gerekli malları hariç olmak üzere, diğer mallarını satıldığı görülmüştür.
Borç için hapis yasağı kuralının tarihi temelleri Roma Hukukuna, Solon Kanunlarına dayanır. Roma Hukukunda önceleri borç sebebiyle icra, şahıs üzerinde gerçekleştiriliyordu. Borçlu alacaklının evinde zincire vurularak hapsediliyor, sonra borcunu ödemediği takdirde onun kölesi durumuna düşüyordu. Alacaklı isterse onu öldürebiliyor ya da köle olarak satabiliyordu. Alacaklıların birden fazla olması durumunda alacaklı sayısına göre bu kişiler borçluyu parçalara ayırabiliyorlardı. Solon, M.Ö. 620 yılında Atina’ya ‘arkon’ olarak atandığında kanunları değiştirmek, ekonomik refahı sağlamak ve özellikle zenginlerle yoksullar arasındaki gerilimi azaltmak için görevlendirilmişti. Zaman içinde deniz ticaretinin engellenmesi nedeniyle borçlarını ödeyemeyenler, Tiran Dracon’un kanunlarına göre esir düşmüşler, Solon ise bir anayasa hazırlayarak borcu nedeniyle esir düşenlerin ve bu kişilerin ailelerinin serbest bırakılmasını öngören bir kural getirmiştir.
Eski Çin’de sözleşmeye aykırı hareket etmek suç olarak kabul edilerek dayakla cezalandırılıyordu. Fakat burada borçlunun borcu için köle olarak çalıştırılması söz konusu değildi.
Buna karşılık, Eski Hint’te borca aykırılık, kölelik sebeplerinden biri olarak kabul ediyordu. Etilerde, mağdurun zararı giderilinceye kadar suçlunun mağdur için çalıştırılması kabul edilmişti. Sümerlerde, borçlunun ödemediği borcu sebebiyle hapsedilebileceği kabul edilmekteydi. Uygurlarda, borçlunun çocuğunu alacaklıya teminat olarak işlerinde yardımcı olmak üzere vermesi, çocukların alacaklıya ait bir işte ya da onun rızasıyla bir başkasının yanında çalıştırılması mümkündü. Moğollarda, borcunu ödemeyen borçlu, alacaklıya teslim edilerek borcunu tamamen ödeyinceye kadar onun yanında istihdam ediliyordu. Hammurabi Kanunlarında, ödenmeyen borç için hapis cezası verilebileceği kabul edilmişti.
İbrani Hukukunda, borç için hapis ve kölelik kurumlarına yer verilmişti. Cumhuriyet Devri sonrasında ortaya çıkarılan Lex Potelia (M.Ö. 326 ), bu cezaları hafifleterek, şahıs üzerinde icra olarak adlandırılan kuruma yer vermiş, borçlunun öldürülmesi ve köleleştirilerek cezalandırılmasına son vererek, alacaklının borçluyu hapsetmek suretiyle borcunu ona hizmet ederek ödemesi ve daha sonra da salıverilmesi esasını getirmişti.
Ortaçağda ise, borçlu önce objektif sorumluluğa dayanılarak alacaklı tarafından hapsedilmişken, daha sonra ticaretin gelişmesiyle beraber kusura dayalı sorumluluk kabul edilmiştir. Böylece kasten borcunu ödemekten kaçınanlara ağır cezalar verilmiştir.
İslam Hukuku bakımından, Kuran’da ödeme gücü olmayan borçlular için bir süre verilmesini emreden, bunların hapisle cezalandırılmamasını öngören ayetler bulunmaktadır.
Osmanlılarda, borçlu borcunu ödemediği takdirde malları haczedilip satılıyor, buradan öncelikle özel kişilere borçları ödeniyor, artarsa kalan miktarda devlete olan borçların ödenmesine ayrılıyordu.
Zamanla ekonomik sistemin bozulması sebebiyle halk ağır borç altına girmiş ve borçlarını ödeyemez hale gelmiştir. Bu sebeple tefecilerden yüksek faizle borç almışlar, bu borçları ödeyemeyince de ya hapse atılmışlar ya da mal ve arazilerini onlara bırakarak göç etmek zorunda kalmışlardır. İmparatorluğun son dönemlerinde ise, hapis usulünden çok, borçluya ödeme emri gönderildikten sonra malının hakim tarafından satılması usulü uygulanmıştır.
Cumhuriyet Dönemine bakıldığında, 28 Nisan 1330 tarihli Kanunun, sadece ilamlı icrayı düzenlediği görülmektedir. 15.03.1928 tarih ve 1215 Sayılı Kanunla İKK’dan yararlanılarak ilamsız icra da düzenlenmiştir. Ancak 1330 tarihli kanunun Mecelle ve şer’i hukuk esaslarıyla hazırlanmasından bahisle, daha sonra İsviçre Kanunu çerçevesinde yeni bir icra iflas kanunu hazırlanmış, 1929 tarihinde bu kanun yürürlüğe girmiştir. Bu şekilde cebri icra kanunu tek bir kanunda toplanmış, ayrıca bu kanundan önce geçerli olan ‘borç için hapis cezası’ sistemine son verilmiştir.
Günümüzde şahıs varlığıyla ile sorumluluk ilkesi yerini malvarlığı ile sorumluluk ilkesine bırakmıştır. Bu durum, borçlunun sadece borcu sebebiyle hapsedilmesi uygulamasına son verme çabasının bir sonucu olmakla beraber mevzuatta bazı suçlar bakımından, tartışma halen devam etmektedir.

Borç İçin Hapis Yasağının Uluslararası Belgelerdeki Yeri
1948 yılında Bogota’da imzalanan İnsan Hak ve Ödevlerine İlişkin Amerikan Bildirisinin 25. maddesinin 2. bendine göre, ‘Salt medeni nitelikteki yükümlülüklerin yerine getirilmemesinden dolayı kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz’ .
İnsan Haklarına İlişkin Amerikan Sözleşmesinin 7. maddesinin 7. paragrafında kimsenin borcu nedeniyle hapsedilemeyeceği belirtilmektedir. Hükümde ayrıca bir istisnaya da yer verilerek, nafaka borçlarının yerine getirilmesi için adli mahkemelerce verilen tutuklama emirleri bakımından hükmün uygulanamayacağı öngörülmüştür.
1966 tarihli Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 11. maddesinde de benzer hükümler yer almaktadır. Buna göre, ‘hiç kimse salt bir sözleşme yükümlülüğünü yerine getirememiş olması nedeniyle hapsedilemez’ . AiHS Ek 4. No.lu Protokolün 1. maddesinde yer alan hükümle ilgili açıklamalar, bu sözleşme bakımından da, bir fark dışında geçerlidir.
Gerçekten AiHS Ek 4 No.lu Protokolün 1. maddesinde yer alan hükmün, diğer uluslararası belgelerden farkı bu Protokol hükmünde, borç için kimsenin ‘özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı’’ 'ndan söz edilmesidir. Buna karşılık diğer belgelerde, ‘hapsedilememe’ kavramına yer verilmiştir.  Bunun anlamı, AiHS 4 No.lu Protokolün diğer düzenlemelerden farklı olarak, özgürlüğü kısıtlayan müdahaleleri en geniş biçimde yasaklamasıdır. Dolayısıyla buradaki güvence, yalnızca hapis cezasının yasaklanması ile sınırlı olmamakta, özgürlüğü kısıtlayıcı tüm müdahale ve durumlar, örneğin, hapis cezası dışında, kısa süreli olan yakalama, tutuklama gibi halleri de kapsamaktadır.
AiHS Ek 4 No.lu Protokolün hazırlanması süreci,  Avrupa Konseyi Asamblesinin Bakanlar Komitesine 02.01.1960 tarihinde yaptığı bir tavsiye ile başlamıştır. Asamble,  Bakanlar Komitesinden, bir uzmanlar komitesi kurulmasını ve AiHS’nde ve 1 No.lu Protokolde yer almayan bazı medeni ve siyasi hakları koruma altına alacak yeni bir protokolün yapılmasını istemiştir. Uzmanlar komitesi bir tasarı hazırlayarak 05.03.1963 tarihinde Asamblenin Hukuk Komitesi üyeleriyle yaptığı toplantıda bu tasarıyı tartışmış, söz konusu tasarı Asamblenin Hukuk Komitesinin alternatif tasarısı ile karşılaştırılmış ve imzaya açılacak metin belirlenmiştir.
Bakanlar Komitesinin benimsediği Asamble Hukuk Komitesinin Tasarısı, bugünkü protokol metninden daha farklı şekilde düzenlenmişti. Buradaki hükme göre, ‘hiç kimse yalnızca ahdi yükümlülüğünü yerine getirememesi gerekçesiyle hapsedilemez ‘ .
Bugünkü metne esas olan Uzmanlar Komitesinin hazırladığı metin ise, ‘hiç kimse yalnızca ahdi bir yükümlülüğünü yerine getiremediği gerekçesi ile hürriyetinden mahrum edilemez’ şeklindedir.
Görüldüğü gibi, Asamble Hukuk Komitesinin hazırladığı metin, yukarıda söz ettiğimiz BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 11. maddesiyle aynıdır. Türkiye her iki sözleşmeye de taraf olmakla birlikte, anayasamızda daha sıkı bir yükümlülük getiren AiHS hükmü benimsenmiş olduğundan, bu hüküm uygulama alanı bulacaktır.
AiHS Ek 4 No.lu Protokolün 1.maddesi, bir kimsenin yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğünü yerine getirememesi sebebiyle özgürlüğünden mahrum edilemeyeceği, bu durumun insan özgürlüğüne ve haysiyetine aykırı olacağı düşüncesiyle getirilmiştir.



Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Seçkin Yayınları - Yrd. Doç. Dr. Sesim Soyer Güleç
Borç için Hapis Yasağı ve Karşılıksız Çek Keşide Etme Suçu
Türkiye’de Avcılık Çağı Yaşanıyor
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk
Sami Selçuk, yıllar önce, 1999–2000 adli yılı açılış konuşmasıyla gündeme oturmuştu. 28 Şubat’ın yoğun şekilde yaşandığı bir süreçte sistemi temelinden eleştirme cesareti bazılarının hoşuna gitmemiş, hatta okuyacağı metni değiştirmesi istenmişti. “Ben bilim adamıyım. Hazırladığım metni değiştirerek haysiyetsizlik edemem” diyen Selçuk’un konuşması sonrasında dönemin genelkurmay başkanı cumhurbaşkanlığına çıkarak karşı açıklama yapmak istediğini söylemiş, ancak bu açıklama yapılmamıştı. Daha sonra emekli olan Sami Selçuk, Yargıtay Onursal Başkanlığı’na seçildi.
—Geçen zaman içersinde ise Türkiye’de sistem onun bir zamanlar öngördüğü gibi bir çıkmazın içine girdi. Selçuk’a sistemin neden çıkmaza girdiğini, hukuk alanında yapılan yanlışları ve tartışmaları sorduk…
Türkiye’de hukuk neden hep tartışma konusu oluyor?
Türkiye Tanzimat’la birlikte Kara Avrupa’sı hukuk dizgesini benimsemeye başladı. Bu anlamda Türk Medeni Yasası toplumsal dönüşümün en önemli kaldıracıdır. Ancak yasayı almak o hukuk dizgesini almak değildir. Yasa o hukukun meyvesidir. Yasayı alıyorsunuz ama ağacın köklerini ve gövdesini tanımıyorsunuz bile. Bugünkü uyguladığımız hukuk Aydınlanmanın ürünüdür. Aydınlanmayı yaşamamış bir toplumda onun ürününü özümsemek çok güçtür. Yapılan doğru, hukuk uygulamasına hazırlıksız geçilmesi ise yanlıştır. Hukuku Batı gibi uygulamak imkansız. Hukukun bir iç kavram dili vardır. Türkiye’nin dertlerinden biri, kavramları özümseyemeden uygulamaya geçilmesi. 19.yy sonunda Japonya Fransız Medeni Yasası’nı almadan önce Fransa’dan hocalar getirterek üniversitelerde hukuk öğrendi ilkin. Hatta bazı kavramları yazmak için alfabelerine harf eklediler. Hukuk böyle alınır.
—Türkiye’de hukuk eğitiminde bir zafiyet var mı?
Önce yasayı uygulayacak olan hukukçunun kavramlara egemen olarak yetiştirilmesi gerekir. Türkiye bunu hala algılamış değil. Bir ceza yasası yapıyorsunuz, altı ay sonra yürürlüğe giriyor. “57 oturumda ceza yasası yaptım” diye övünülüyor. O kadar bilinçsiz ki bu laf. Ceza yasasını Fransa 18, İsviçre 40 yılda yaptı. Türkiye Sokrates açığı yaşıyor. Kimse bilgisinden kuşkulanmıyor.
—Türkiye’de demokrasi üstünde bir yargı vesayeti var mı?
Türkiye Batı hukukunun iç dilini içselleştiremedi. Yargıdaki insanların öğrenimi ve yorum bilgisi yetersiz. Herkes iyi niyetli. Ama bilim iyi niyetle yürütülemez ki. Sık sık ideolojik karar verildi diye yakınılır. Bir yargıcın ideolojik düşündüğünü kanıtlayamazsınız, o sizin kanınızdır. Hukuk iç dünyaya girmeye izin vermez. O alan Tanrı’nın alanıdır. Ben 367 kararıyla ilgili “ideolojik izlenim görüntüsü veriyor” dedim. Ama kesinkes ideolojik demedim.
—Yargıçlar hukukun önünü açmalı” diyorsunuz. “Yorum” hukukun önünü açmak için kullanılabilir mi?
Yorum herkesin at oynatacağı bir alan değildir. Bir disiplindir. Mesela askeri alan tartışması yaşanıyor. Siz amaççı yorumla “GATA askeri alan mı, değil mi” diye tartışabilirsiniz. Amaççı yorumla, “Askeri alan değil” diyebilirsiniz. Anayasa Mahkemesi vaktiyle “Askeri alanda işlenen suçun ille de askeri suç sayılmasına gerek yok” demiş. Bunu nasıl söyledi anlayamıyorum. Amaççı yorum, metin içinde yapılır, dışında değil.
—Bu askeri alan tartışmaları nasıl son bulabilir?
AiHM görüşleri doğrultusunda askeri alanın daraltılması gerekiyor. Rüşvet gibi genel suçlar Askeri Ceza Yasası’ndan çıkarılmalı, sadece adli yargıya bırakılmalı. Askeri yargı salt askeri suçlara bakmalı. AB askeri yargıyı kaldırın demez. Çünkü çoğu ülkede var. Ama alanını daraltarak AB hukukuyla bütünleşmek mümkün. İsviçre, Türkiye dışında hiçbir ülkede Askeri Yargıtay yok. Olamaz da! Çünkü “Yargıtay’ın biricikliği kuralı” vardır. İki Yargıtay olmaz. Biz bir de doğuluca bir kafayla Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kurduk. Bunlar son derece yanlıştır. Rüşvetin yorumunu yapma tekeli Yargıtay’a aittir. Askeri Yargıtay’la görüş ayrılığına düşerse hangisinin yorumu doğru kabul edilecektir? Olur mu böyle bir şey? Bu tür icatlar, Yargıtay’ın varlık nedenine aykırıdır. Askeri Danıştay / Yüksek İdare Mahkemesi de öyle. Danıştay idari yargıdaki kuralların aynı biçimde uygulanması için tektir. Türkiye kendinden menkul şeyler icat edip dünyayla çatışıyor. Yarın işçiler, tacirler de Yargıtay isterse ne yapacağız!
—Kitabınızda “Yargı, Yürütmenin kuşatması altında” diyorsunuz. Peki, Yürütmenin isteğiyle çıkarılan bu kadar kanun nasıl oluyor da Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay’dan geri dönüyor?
Danıştay’daki, Anayasa Mahkemesi’ndeki, Yargıtay’daki yargıçlara bir şey yapamazsınız. Onları denetleyen yoktur. Ancak ilk mahkemelerdeki yargıç ve savcıları düşünün. Bu insanların bağlı olduğu HSYK’nu düşünün. Bu kuruldaki yargıdan gelen üyelerin kendi gündemini belirleme yetkisi yok. Kurulun hükmedeceği müfettiş yok. Müfettiş bakana bağlı ve ona sorumlu. Ayrı binası ve bütçesi yok. Böyle bir kurulun bağımsız olduğunu kim söyleyebilir? Müsteşar bu kuruldan çıkarılmalı. Adalet Bakanı bilgi almak ve değerlendirme yapmak için toplantılara katılmalı ancak oy hakkı olmamalı.
—HSYK’nda görüşülen savcı ve yargıçlara ne gibi koruma oluşturulabilir?
HSYK çalışmalarını İtalya’daki gibi herkese açık olarak yürütmelidir. Gün ışığında demokrasinin sonucudur bu. Bir yargıç kendi hakkında işlem yapacak olan kurulu izleyebilmeli. Bu, kurulu hem ciddiyete iter, hem de bazı şeyler kapalı kapılar arkasında kalmaz. Bugün disiplin suçuna itiraz eden yargıç “Dosyanızdaki bilgi ve belgeye göre itirazınız reddedildi” dendiğinde “acaba hakkımda ne belgesi, bilgisi var?” diye kara kara düşünmektedir. Çünkü hepsi gizli.
—Yargının kendi içinde bağımsız olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yargıtay yargıcı ilk mahkeme yargıcına not veriyor. Hem görüşünüzde özgür olacaksınız hem de başka yargıç size not verecek. Elbette ilk mahkeme yargıcı kırık not almaktan çekiniyor. Belli bir notun altında olduğunuzda yükselemezsiniz. Bunun içindir ki Türkiye’de yeni görüşler üretilemiyor. Hukuk da gelişmiyor. Yıllardır bunu söylüyorum, ama kimse eğilmiyor soruna.
—İçtihat tapınmacılığı bununla mı alakalı?
Yargıcı özgürleştirmezseniz bu içtihat fetişizmi doğurur. Avukatlar sürekli eski Yargıtay kararlarının peşindeler. Tabi hukuk böylece kendini tekrarlıyor.
—Yargı basının yaptığı haberlerden etkileniyor mu?
Yasa maddeleri üzerinde değerlendirme yapılabilir ancak yargının önüne getirilen konuda görüş bildiremezsiniz. Bugün basın kanıt değerlendirmesi yapıyor. “Ali Bey yalan söyledi”, “Suç doğruladı” diyor. Suçu ikrar geçerli mi? Bu duruşma yargıcının tekelindedir. Ama ondan önce bu işi basın yapıyor.
—Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay arasında bir hiyerarşi var mı?
Öncelikle bu kurumlara seçilen insanların mutlaka doktora yapmaları ve bir dil bilmeleri gerekir. Batı’dan alınan bir hukuku ancak bir Batı diliyle öğrenebilirsiniz. Geçenlerde bir Anayasa Mahkemesi üyesi “Türkiye’nin en yüksek mahkemesi olan Anayasa Mahkemesi doğru karar verdi” diyor. Bu ağır bir bilgisizliktir. Bu mahkemeler eşit düzeydedir. Anayasa koyucu bunu gerekçede açıklamıştır.
—Anayasa Mahkemesi yanlış bir karar vermişse ne yapılabilir?
Anayasa Mahkemesi bir konuyu reddetmişse bu konu 10 yıl içinde tekrar bu mahkemenin önüne getirilmez. Bunun anlamı, bu karar 10 yıl sonra değiştirilebilir demektir. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının sadece hüküm fıkrası bağlayıcıdır, gerekçesi kimseyi bağlamaz. Anayasa Mahkemesi başkanlarından biri “Gerekçemiz bağlayıcıdır” dedi. Bu bilime ters düşen ağır bir yanılgıdır. Kendinden menkul bir laftır. Türkiye’de türbanı yasaklayan bir madde olmadığı halde Anayasa Mahkemesi’nin gerekçesinin bağlayıcı olduğu söylenerek bu yasak işletildi. Türkiye’de kavramların oturmadığını gösteriyor bu.
—Sürekli olarak kamuoyunun yakından takip ettiği Ergenekon ve faili meçhul cinayetleri araştıran savcıların yerlerinin değiştirileceği tartışılıyor. Bu hukuksal açıdan ne değer taşır?
“Ahmet’i seviyorum, Mehmet’ten nefret ediyorum” diyerek görev değişikliği yapılamaz. Zaten bu işlerin nasıl yapılacağı yazılı hukukta var. Herkes kendi cemaatinden yana tutum takınıyor. Savcı değişirse davanın seyri değişir deniyor. Saçma. Ancak yargıçların değişmesi önemlidir.
Bu tür uzun sürecek olan davalarda böyle olasılıkları gözeterek yedek yargıç bulundurulması şart. Çünkü duruşma yargıcı davayı bitirmeden değişirse duruşma yeni baştan yapılmak durumundadır. Türkiye bunu bir usul saptırmasıyla aşıyor; “Tutanaklar okundu” diyor. Tutanaklarla vicdani kanı ciro edilemez. AiHM bu tür yasaya karşı hileleri asla kabul etmez ve Türkiye’yi mahkum eder. Nitekim kamuoyunda yanlış olarak Ergenekon denen davada üç yargıçtan çekindi. Eğer yedek yargıç varsa sorun yok. Yeri doldurulur, yoksa dava yeni baştan yapılmak zorundadır. Yargıçların değiştirilmesi açısından duyarlı olmamız gerekiyor.
—HSYK’nun toplantısı uzun sürdü. Bunalım kimi savcılar hakkında soruşturma yapılması koşuluyla ve orta yolla aşıldı deniyor.
Burada basın üç yanlış yapıyor. Birincisi uzun tartışmalı bir toplantı bunalım değil, işin ciddiye alındığını gösterir. Demek konular derinliğine tartışılmış. Sevinmeliyiz. Bu bir. Soruşturma, anlaşarak başlamaz ya da bitmez. Yakınma ciddi ise bir hukuk devletinde gereği yapılır. Sizin için hasıraltı ederim etmem denemez. Bunlar suç. Bu iki. Orta yol denmesi de bir facia. Gelinen noktada en büyük yarayı yargı ve görevli yargıçlar aldılar. Bundan böyle bir tarafın yargıcı, savcısı gibi ağır bir yük altında görev yapacaklar. Basın burada büyük yanlış yapmıştır.
—Siz bu seçim ve siyasi partiler kanunu varken anayasa yapmanın sağlıklı olamayacağını söylüyorsunuz…
Öncelikle meşruluğunu yitirmiş 82 Anayasası’nın kaldırılması zorunlu. Uzlaşma sağlanamadığına göre, yeni anayasayı kurucu meclisin yapabileceğini düşünüyorum. Bizim meclislerin temsil yeterliliği çarpık […]
İlkin yüzde 10 barajı var. Seçmen kendi partisine değil, kendi partisine en yakın partiye oy atıyor. Milletvekili adaylarını parti başkanı belirliyor. Parti başkanının belirlediği bir insan milletin değil, başkanın vekilidir. Kimse kendisini kandırmasın. Meclis hükümeti denetler sözde demokraside. Gelecek kaygısı olan, mecliste kullandığı oylarda özgür olamayan bir milletvekili milletin vekaletini yürütemez ki yürütmeyi denetleyebilsin. Türkiye’de demokrasi maskaralığı var.
—Kurucu meclis için tek şartın darbe olduğunu söyleyenler var. Buna katılıyor musunuz?
Hayır. 1961′de çıkarılan Kurucu Meclis Yasası’nın eksiklikleri giderilerek yeni bir yasayla kurucu meclis oluşturulabilir. Kanımca yüzde 1 barajını aşmış bütün partiler, sendikalar, yargı temsilcileri, ordu temsilcisi bu mecliste olmalı. Bunlar özgürce seçilmeli. Yaklaşık 150 kişiden oluşacak bu meclis bir yıl içinde anayasayı bitirir. Ve anayasa halkoyuna sunulmalı. Bu meclis kendi görevine devam edecek tabi. Yeni anayasa çalışmasına katılanlar kendi amaçları doğrultusunda anayasa yapmadıklarını göstermek için 10 yıl süreyle devlette görev almayacaklarını taahhüt etmeliler.
—1999–2000 yılı adli yıl açılış konuşmanızda “Avlanma çağı bitmiş, hak ve özgürlükler çağı başlamıştır” diyorsunuz. Türkiye’de avlanma çağı bitti mi?
Türkiye’de avlanma çağı devam ediyor. Hukuk oturmadığı sürece avlanma çağı bitmez. Avcılar da olur avlananlar da. Avlanma çağının bitmesi için hukukun üstünlüğünü herkes içine sindirecek, devletle birey, cumhurbaşkanıyla sade vatandaş hukukun önünde eşit düzeyde olacak. […]
Yürütme ve yargı her açıdan eşit olmalıdır. Sözgelimi üç erkin başındaki kişilerin mali durumları eşit olmalı. Bir milletvekili üç yıl hizmet ediyor, bir yüksek yargıcın iki katı maaş alıyor. Bu utanç verici bir durumdur. Ben kimseyi küçümsemek için bunları söylemiyorum. Eğer içinizde adalet duygusu varsa sizin buna itiraz etmeniz gerekir.
—Avlanma çağının bitmediği yerde insanlar ve kurumlar birbirine nasıl güvensin?
Hukukun işlemediği bir yerde kimse kimseye güvenmez. Hukuk reformu sadece siyasetçilere bırakılamaz. Türkiye’deki hukukçuların da kendilerini gözden geçirmesi gerekir. Yüksek yargı organlarının kendilerini Batı’daki gelişmelere uydurmaları gerekir. Türkiye’de eleştiriye tepki duyulur. Bir insanı doğru değerlendirmek istiyorsanız onu eleştirin. Eğer eleştirilere katlanamıyorsa hala ilkel dönemini yaşıyordur. Eleştiriye, bizim görüşümüzü değerlendirmeye değer bulduğu için şükran duymalıyız. Uygarlık bunu gerektirir.

—1999–2000 adli yıl açılışında yapmış olduğunuz konuşma 28 Şubat dönemi itibariyle inanılmaz bir manifestodur. Herkesin selam durduğu dönemde korkmadınız mı?
Her yıl tekrarlanan 10 Kasım nutukları gibi olsun istediler. Konuşmamı daha yumuşatmamı istediler.“Ben bilim adamıyım. Hazırladığım metni değiştirerek haysiyetsizlik edemem” dedim.
—Gerçi dönemin genelkurmay başkanı cumhurbaşkanına sizi şikayet etmiş ve karşı bildiri yazmak istemiş. Cumhurbaşkanı sakinleştirmiş…
Özkök Paşa o zaman Kara Kuvvetleri komutanıydı.”Biz sizi yanlış değerlendirmişiz. Zengin bir kaynak taraması yapmışsınız” dedi.
—Siz Genelkurmay’ın yürütmeye bağlanması gerektiğini söylemişsiniz. Zaten yürütmeye bağlı değil mi?
Dünyanın hiçbir yerinde genelkurmay başkanı dördüncü adam değildir. Ben Fransa’da kaldığım sürede genelkurmay başkanının adını hiç duymadım. Kimse İç Hizmet Yasasının 35. Maddesine dayanarak darbe yapamaz. Hukuk düzeni bir bütündür. İç çelişkiye düşmez. Bir hüküm hukuk düzeni içinde başka hükümlerle çelişmeyecek, sürtüşmeyecek biçimde yorumlanır. Siz kendiliğinizden” Türkiye dara düştü darbe yapalım” diyemezsiniz. O tehlikeyi size, bağlı olduğunuz Yürütme diyecek. Bunun adı da sıkıyönetimdir, olağanüstü durumdur.
—Siz Türkiye’yi dini örgütlenme açısından da eleştiriyorsunuz. Sizce Türkiye laik bir ülke mi?
Hindistan’da 600 din, 400 dil var. Devlet ne dine ne dile karışır. Tam laik bir ülke. Türkiye’nin ise Diyanet işleri Başkanlığı devlet birimi içinde ve dini yönlendiriyor. 90’lı yıllarda Diyanet’ten beni arayarak Cuma hutbesinde benim yolsuzlukla ilgili makalemden alıntı yapmak istediklerini söylediler. Ben de kabul ettim ve saf saf “Hangi camide okunacak?”dedim.”Bütün camilerde, hutbeler merkezden gidiyor.” dediler. Böyle bir ülkede devlet dini denetliyor, yönetiyor demektir. Böyle bir ülkede din de gelişmez. Bu açıdan laik değil, laisist bir ülke burası. Ülke kendi seçimlerini kendi yapıyor, bu açıdan laik. Devlet içinde dinsel bir örgüt ve din okulları var, örgütlenme açısından teokratik bir devlet burası. Hangi ülkede var böyle bir şey, biri bana göstersin. Devlet dinler karşısında yansız olmadığı takdirde laiklik; devletin bir ideolojisi olduğu takdirde düşünce özgürlüğü olamaz.
—Hukuk açısından kamuoyu nasıl bir rol oynar? Türkiye’de durum nedir? 22 Temmuz’u halkın rövanşı olarak yorumlamışsınız…
Türkiye’de kamuoyu güçlü olsa denetimi yasama organına bırakmaz. Kamuoyu denetimi hukuk açısından çok önemlidir. Halk tepki gösteriyor, kendi sağduyusuyla tartıyor. Hukuk kötüyse kötü uygularsınız. Ama halk “Hukuk ne derse desin bana göre haksızlık var” diyor. Katılımcı demokraside halkın yargıya katılımı ilkesi vardır. Üç erke de halk katılır. Yargıya jüriyle katılır. Anayasa’nın 9.maddesi” Mahkemeler halk adına karar verir” diyor. Mahkemede halk yok ki karar versin. Anayasa böyle diyorsa Türkiye olarak jüriyi kurmak zorundayız. Fransız, İtalyan, Almanya anayasasını kopya ediyorsun, ama gereğini yerine getirmiyorsun. Jürin yok. Ben halk adına karar vermedim, halkın temsilcisi de yoktu mahkemede. Ben devlet memuruyum. Jürinin olduğu ülkelerde mahkemeler skandal pahasına karar veriyor. Yasama da bunun üzerine “yasayı değiştirelim” diyor. Türkiye’nin bunlardan haberi yok. Türkiye için bunlar o kadar uzak ki! Üzülmemek elde değil.

Kaynak :    http://hukukro.wordpress.com

Karşılıksız Çek, Anayasa ve İnsan Hakları Sözleşmesi

25 Mart 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

Bu konuda yazılabilecek en güzel yazıyı Prof. Dr. Hayri Domaniç yazmış, söylenebilecek en güzel sözü söylemiştir. Hoca, Çek yasasını anayasaya aykırı bulmayan Anayasa Mahkemesi için “AĞIR ŞEKİLDE HATALIDIR” demektedir.
Anayasa mahkemesinin bu ağır hatasını anlatıp kurandan örnek vererek şöyle demektedir:
KURA’N-I KERİM’in AHZAP Suresinin 72. Ayeti diyor ki;
İnsan ZALUMEN CEHULA yani İNSAN ÇOK ZALİM ve ÇOK CAHİLDİR.
Anayasanın 38.maddesi sözleşmelerden doğan borçların yerine getirilmemesi nedeni ile kimsenin hürriyetinden yoksun bırakılamayacağını emretmektedir. Anayasa mahkemesi ise, çeki bir sözleşme olarak kabul etmemiş ve ekonomik suça ekonomik ceza diye aslında hukuk literatüründe bulunmayan bir kavram uydurarak çek yasasının anayasaya aykırı olduğu davasını ret etmiştir. Domaniç Hoca bu konuda şöyle demektedir:
“EKONOMİK SUÇA EKONOMİK CEZA” gerekçesi ile hapis cezasını tespit eden, 4814 sayılı kanunla, bu doğrultudaki Anayasa Mahkemesi kararı hatalı olup, DÜNYA MEVZUATINA AYKIRI VE ACEMİLİK ÜRÜNÜDÜR..
1) Yeni Çek Kanunu’nun gerekçesinde yer alan “ekonomik suça ekonomik ceza” hem komik derecede yanlış, hem de çeke dayalı ekonomik suç tekrarlandığı takdirde, karşılıksız çek düzenleyenlere 1 – 5 yıl hapis cezası kuralı ile çelişkilidir. Zira “ekonomik suç” kavramı, hırsızlık, dolandırıcılık, evrakta sahtekarlık gibi haksız yararlar sağlayan suçları da kapsar ve tüm Dünya kanunlarında hapisle cezalandırılmıştır. Hile ve dolandırıcılık gibi bir suç unsuru bulunmadıkça, çeklerin ödenmemesi “ekonomik suç” değil, “ekonomik direncedir” ve yaptırımı da faiz ve tazminattır. Para ve hapis cezası Dünya tarihinde ve halen yoktur. Anayasa Mahkemesi kararlarına da yansıyan “ekonomik suça ekonomik ceza” hiçbir yasal dayanak gösterilmeden yakıştırılmış bir acemilik ürünüdür, böyle bir prensip Dünyada yoktur. “Ekonomik suç” ile mal, hizmet ve para borçlarını “ödemede temerrüt dirence” karıştırılmıştır. Parasal direncelerin yaptırımı parasaldır, faiz ve tazminattır. Hapis ve hatta para cezası yoktur. Ekonomik direnceye alacaklı yararına parasal yaptırım uygulanacakken “ekonomik ceza” Devlete ödenmekte olup, alacağı direnceye uğrayan alacaklıya bir faydası yoktur. Çek bedeli borcunu ödemeyen borçlunun para cezasını Devlete ödemesi de söz konusu değildir. Çek Kanununun Yeni 16. maddesi’ne göre 80 milyar lirayı aşmamak üzere karşılıksız kalan çek bedeli kadar para cezası da, çekin temsilciler tarafından imzalanması halinde iki üç katına çıkabilmektedir. Zira 16. madde hem temsil edene hem temsil edilen kişiye ayrı ayrı çek bedeli kadar para cezası uygulamaktadır. Temsil edilen özel kişi 80 milyar, temsilcide 80 milyar lira ceza ödeyecektir. Vakıf ve Dernek gibi özel tüzel kişiler adına çek imzalanması hallerinde de tüzel kişi ayrı, temsilci veya temsilcilerden her biri ayrı ayrı çek bedeli kadar para cezası ödemek zorundadır. Çeklere uygulanacak poliçe hükümlerine yollama yapan TK.730’un yollama yaptığı TK.599 ve 600 gereğince, çek borçlusu çeki ibraz eden lehtara karşı her tür defileri ileri sürebildiği ve bu defi imkanı nama yazılı çeklerde iyi niyet sahibi üçüncü şahıslara karşı da geçerli olduğu halde, 16. madde karşılıksız çekte hapis ve para cezası için bu defileri de göz ardı etmiştir.



Çek bir senettir
Hoca, çekin senet niteliğinde olduğunu şöyle anlatmaktadır:
2) Çeklerin birer havale ve sözleşme senedi olduğunu düzenleyen başlıca yasalar:
a) Çekler dahil Kıymetli Evrakı tarif eden TK. 557:
Kıymetli evrak ÖYLE SENETLERDİR Kİ, bunlarda mündemiç olan hak senetten ayrı olarak dermeyan edilemediği gibi başkalarına da devredilemez.
Şeklinde olup, çekin SENET olduğunu açıklamaktadır.
b) Çekin şekil şartlarını düzenleyen TK. 692’nin 2. bendine göre çek;
“Kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedelin ödenmesi için HAVALE” 'dir.
c) Borçlar Kanunu 457’ye göre de;”HAVALE BİR AKİTTİR” sözleşmedir.
d) TK. 694 hükmü de çeklerin HAVALE SENEDİ olduğunu tekrarlamıştır.
e) Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 9.7.1958 tarihli ve K. 28 sayılı kararına göre de:
Çek mahiyeti itibariyle BORÇ İKRARINI HAVİ bir vesika değil, HAVALE BENZERİ bir ödeme vasıtasıdır.
f) Hususi ve resmi evrakta sahtekarlık suçlarını cezalandıran Türk Ceza Kanunu’nun 349. maddesi’nin 2. bendi de, TK. 557 gereğince çekleri de kapsayan “Emre veya hamile yazılı olarak tanzim edilen KAMBİYO SENETLERİ” 'ni daha ağır cezalara tabi tutmuş ve ÇEKLERİ de SENET VE SÖZLEŞME saymıştır.
g) “KAMBİYO SENETLERİ (ÇEK, POLİÇE VE EMRE MUHARRER SENET) HAKKINDAKİ HUSUSİ TAKİP USUL-LERİ’ni düzenleyen İİK. 167–176 hükümleri de çekleri senet ve sözleşme saymış ve özel bir icra takip usulüne tabi tutmuştur.
h) 57 maddeden oluşan 1931 tarihli Milletler Yeknesak Çek Kanunu (Loi Uniforme Concernant le Cheque) de 1 ve 3. maddelerinde çekin bir banka üzerine yazılan özel bir havale sözleşmesi olduğunu açıklamıştır.
HAYRİ DOMANİÇ de, 1990 YAYIMI KIYMETLİ EVRAK HUKUKU adlı kitabının 529. sayfasında:
“Çek, münhasıran bir bankaya hitaben yazılabilen, kanuni şekil şartlarına tabi, kıymetli evrakta madut ve sadece nakde taalluk edebilen hususi bir HAVALE SENEDİDİR.”
Şeklinde bir tarif yapmış, çekin bir senet ve sözleşme olduğunu belirtmiştir. Hocamız Ord. Prof. Dr. Halil ARSLANLI da 1960 yayımı Ticari Senetler adlı eserinde ÇEKİN BİR HAVALE SÖZLEŞMESİ ÜRÜNÜ olduğu beyan etmiştir.
Prof. Dr. Reha POROY ile Prof. Dr. Hamdi YASAMAN’ın müşterek eseri KIYMETLİ EVRAK HUKUKU adlı kitap da çekler bir havale ve senet olarak tarif edilmiştir.
Ziraat Bankasının, 1988 yayımı “Tevdiat ve Banka Hizmetleri Mevzuatı” adlı kitapçığının 1 ve 2. sayfalarında da çek, bir havale ve senet olarak tarif edilmiştir.
Özetle, 26.2.2003 tarihli ve 4814 sayılı Yeni Çek Kanunu’na kadar çekin sözleşme niteliğinde bir havale ve senet olmadığını savunan yasal, yargısal ve doktrinal bir görüş yoktur.
ÇEK YASASI ORTAÇAĞ KALINTISI BİR ZİHNİYETİN ESERİ OLDUĞU GİBİ, BAŞBAKANLIĞA SUNULAN YENİ ÇEK YASA TASARISI DA 3167 SAYILI YASAYI ARATMAYACAK UCUBE BİR TASARIDIR..

Çek hamillerin koruma adı altında borçlarını ödemekten acze düşenlere feodal şiddet uygulanmaktadır. Çekini öde yoksa yakarım ha..! Yanarsın Ha! Peki, bir sorum var:
Neden Bonoyu Ödemeyenlere Ceza Yok? Neden Kirayı Ödemeyenlere, Kredi Kartını Ödemeyenlere V.S V.S Ceza Yok? Var mı Bunu Açıklayacak Birisi?
Vadeli yazılan çeklerin bonodan, kira sözleşmesinden ne farkı var? Çek yazıldığı, keşidecinin elinden çıktığı anda bankada karşılığı olmalı. Çek buna denir. Bir para yerine geçen bir ödeme aracıdır. Benim bankada param var. Git al diyorsun. Adam sana güveniyor bankaya gidiyor. EYVAH PARA YOK, DOLANDIRILDIM! Burada keşidecinin dolandırma kastı vardır. Peki ya bir ödeme vasıtası olarak kullanılan vadeli çekte böyle bir kasıt var mıdır? Üç beş ay sonraya, bazen daha da uzun, çek yazan insanlar acaba dolandırma kastı ile mi bu çekleri keşide etmektedirler. Ne gezer? Zaten mevcut çek yasası böyle bir kastı aramamaktadır. Genellikle insanlar çek vadelerinde karşılaştıkları sıkıntılar nedeni ile çeklerini ödeyememektedirler. İşlerinin iyi gitmemesi, ekonomik kriz v.s gibi nedenlerle. Çeklerini ödeyemeyen bu insanlardan bir bölümü yargılama sürecin de parayı bulup ödemekte, bazen de hapiste iken yakınlarının gayreti ile ödeyip özgürlüklerine kavuşmaktadırlar. Peki, hiç bu parayı bulamayanlar, işte onlar yandılar.. BÖYLE BİR KAST OLUR MU? BÖYLE ÇAĞDAŞ BİR YASA OLUR MU?
Adamın hiçbir kastı yok. Batmış gitmiş, bir de yıllarca hapiste yatacak. Kimi koruyorsunuz? ÇEK HAMİLLERİNİ! Peki diğer çeşit alacaklıların ne günahı var? Bu durumda borcunu ödemeyen herkes hapse girsin. Mademki kast ve hile aramaksızın çekini ödemeyen hapse giriyor, o zaman eşitliği sağlayın bütün borçlular hapse girsin! Adam Gibi Ortaçağ Böyle Olur!

KARŞILIKSIZ ÇEKE HAPİS CEZASI MALİ OLİGARŞİNİN ESERİDİR..!
Dikkat! Bankaların % 55 i yabancıların elinde. Sigortacılık öyle, perakendecilik öyle.. Ve yabancılar kendi ülkelerinde olmayan olanaklardan bizim ülkemizde yararlanmaktadırlar.
TAM SÖMÜRGE BUNA DENİR.

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
3167 Sayılı Çek Yasası Tam Bir Garabettir

26 Mart 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   
3167 sayılı çek yasası, bırakınız anayasa ve insan hakları sözleşmesine aykırı olmasını, yargılama usulü açısından da bir garabettir. Burada gerçek anlamda bir yargılama yoktur. Hüküm var, ama yargılama yok. Bırakalım bir mahkemeyi, hayatın normal akışına göre bir karar vereceğimiz zaman bile, sağlıklı bir karara varmak için sağlıklı bir muhakeme yapmak gerekir.
Ceza Muhakemeleri yasasına göre normal yargılamada izlenen yöntemlerden hiçbiri karşılıksız çek yargılamalarında geçerli değildir. Hazırlık soruşturmasında sanığın ifadesine başvurulması zorunluluğu yoktur. Savcılar sanığın ifadesine başvurmadan doğrudan davayı açabilmektedirler. Sanığın bankaya bildirdiği adreste bulunmaması halinde 35 tebliği ile gıyapta yargılama yapılmakta ve mahkumiyet kararı verilmektedir. Karşılıksız çek suçları öyle suçlardır ki, hırsızlık, gasp, ırza geçme suçlarında sanığa tanınan imkan, karşılıksız çeklerde tanınmamaktadır. Bu suç vatana ihanet suçundan da önemlidir! İzlenen yöntemlerde amaç, adres araştırmasına v.s gerek duymadan, gıyapta yargılama ile de olsa bir an önce sanığı mahkum etmektir.
Karşılıksız çek yargılamalarında hakimlerin de pek önemi yoktur. Hakimler bir onay makamı gibidir. Karşılıksız çek varsa, hakim de adli para cezasını verecektir.
Böylece gıyapta yapılacak yargılama ile karşılıksız çek keşide etmekle, hiçbir dolandırıcılık, hile v.s gibi SUÇ İŞLEME KASTI OLMAYAN YURTTAŞ, YILLARCA HAPİS YATABİLECEKTİR. İşte bizim uygarlık düzeyimiz budur!
Sadece yargılama usulü açısından bile, bu yasa Türk Hukukunun bir ayıbıdır ve mutlaka düzeltilmelidir.
Hükümete Göre 3167 Artık Yürürlükte Değil

31 Mayıs 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

BU NE YAMAN ÇELİŞKİ?
Hükümetin meclise sunduğu çek kanunu tasarısının genel gerekçesinde 3167 sayılı kanunun ceza içeren hükümlerinin 01.01.2009 tarihinden itibaren geçersiz olduğu belirtiliyor.
PEKİ, İNSANLAR NEDEN HAPİSTE?
İNSANLAR NEDEN KAÇAK?
Ergenekon Suç Örgütü Devrede Olabilir Mi?
Yargıtay 10. Ceza dairesinin karşılıksız çeke ceza onayı ve ceza vermeye devam eden mahkemelerin gerekçeleri merak ediliyor.
Başta Prof. Dr. Adem Sözüer olmak üzere hukuk otoriteleri ve Adalet Komisyonu Başkanı İyimaya açık ve net biçimde 3167 sayılı yasanın ceza içeren hükümlerinin 5237 sayılı yasa ile çeliştiğini ve yasanın bu hükümlerinin 01.01.2009 tarihinden itibaren geçersiz olduğunu söylerken, TBMM’ne sunulan Çek Kanunu Yasa Tasarısının gerekçesinde bu görüş açıkça teyit edilirken nasıl oluyor da başta Yargıtay olmak üzere asliye ceza mahkemeleri karşılıksız çeke cezaya devam edebiliyor?
Meclise hükümetin sunduğu Çek Kanunu Tasarısının genel gerekçesinden aynen aktarıyoruz:
II­ 3167 sayılı Kanuna Yöneltilen Eleştiriler ve Şikayetler
10) 3167 sayılı Kanunun yirmi yıl içinde karşılıksız çekin cezalandırılmasına ilişkin 16. maddesinin üç defa kanunla değiştirilmesi ve üç kez de Anayasa Mahkemesinin incelemesine konu olması sisteme yönelik eleştirileri artırmış, şüpheleri güçlendirmiştir. 4814 sayılı Kanunla yapılan köklü değişikliklere rağmen ilgili kurumlardan, Cumhuriyet savcılarından, mahkemelerden ve Yargıtay'dan gelen şikayetler Adalet Bakanlığında yeni kanun hazırlanması düşüncesinin ağırlık kazanmasına sebep olmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girince, 3167 sayılı kanunun 5237 sayılı kanuna teorik ve dogmatik yönden, tamamen ters konuma düşmesi de bu düşünceyi eyleme dönüştürmüştür.
Ne diyor hükümetin çek kanunu tasarısının gerekçesinde “26/9/2004 TARİHLİ VE 5237 SAYILI TÜRK CEZA KANUNU YÜRÜRLÜĞE GİRİNCE, 3167 SAYILI KANUNUN 5237 SAYILI KANUNA TEORİK VE DOGMATİK YÖNDEN, TAMAMEN TERS KONUMA DÜŞMESİ DE BU DÜŞÜNCEYİ EYLEME DÖNÜŞTÜRMÜŞTÜR.”
Hukuk otoriteleri ne diyor? Aktarıyoruz:
Hukukçu Prof. Dr. Adem Sözüer, Dünya gazetesine yaptığı açıklamada yürürlükte olan TCK’nun cezaların niteliği ve ceza sorumluluğuna ilişkin kurallarla, 3167 sayılı Çek Kanunu’nda yer alan kuralların birbirine uymadığını söyledi. TCK’na atıfta bulunarak ceza verilmesini düzenleyen kanunların, TCK’nun ilgili maddelerine uyumlu hale getirilmesi için 31 Aralık 2008 tarihine kadar süre bulunduğunu söyleyen Sözüer, “Çek Kanunu’nda ilgili değişiklik yapılmadı. 31 Aralık 2008’den itibaren TCK’nin genel kuralları Çek Kanunu’nun cezalarına ilişkin kuralları ortadan kaldırmış oluyor” dedi.
Bu durumda Çek Kanunu’ndaki cezaların uygulanma dayanağı kalmadığını ifade eden Adem Sözüer, “Şu andaki 60 bin 70 bin dava hakkında bu cezalar uygulandığı için bu cezalar kaldırılacak. Ayrıca hapiste olanların da çıkması gerekecek” diye konuştu.
Bu konuda yeni bir düzenleme yapılsa bile failin lehine olan hükümleri uygulanacağı için belirsizliklerin ortaya çıkacağını vurgulayan Sözüer, “Yeni kanunun yürürlük tarihi geçmişe yönelik olsa bile aleyhte olan hükümler uygulanamaz. Çek yüzünden artık hiçbir yaptırım uygulanamaz durumda” dedi
Adalet Komisyonu Başkanı ne diyor?
Sözüer’in söyledikleri kendisine aktarılınca Sayın İyimaya Şöyle diyor:
“Maalesef, yapacak bir şey yok…”
Hükümet, Meclis Adalet Komisyonu başkanı ve hukuk otoritelerinin ortak görüşü 01.01. 2009 tarihinden itibaren 3167 sayılı kanunun ceza içeren hükümlerinin geçersiz olduğu doğrultusunda. Bir kısım Asliye Ceza ve Ağır Ceza mahkemesi bu görüş doğrultusunda karar verirken diğer mahkemelerin ve 10. Ceza Dairesinin tek bir kelam bu konuda gerekçe göstermeden cezaya devam etmelerini düşünmeye başladım ve aklıma yukarıdaki komplo teorisi geldi.  Bizimki sadece şüphedir.  Acaba neden 10. Ceza Dairesi ve Asliye Cezalar böyle yapıyor?  Belki 10. ceza Dairesi bundan sonraki kararlarında gerekçelerini yazar ve bizde, hukuk otoriteleri de, Hükümette meraktan kurtuluruz. Bizden söylemesi, eylem sizden..

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.comŞüpheliyim!

28 Haziran 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

SAYIN YARGIÇLAR, 3167 SAYILI KANUNUN YÜRÜRLÜĞÜ KONUSUNDA HİÇ Mİ ŞÜPHE ETMEDİNİZ Mİ?
5252 sayılı yasanın geçici 1. Maddesi uyarınca 31.12.2008 tarihine kadar çıkarılması gereken uyum yasası çıkarılmadığı için 3167 sayılı yasanın ceza içeren hükümlerinin yürürlüğü tartışmalı hale gelmiştir.
TÜRK HUKUK TARİHİNDE BU TARTIŞMANIN BENZERİ BİR TARTIŞMA YOKTUR VE BÖYLE TARTIŞMALI BİR YASADAN İNSANLARA MAHKUMİYET KARARI VERİLMESİ VAHİMDİR, EN AZINDAN BİR ŞEKİLDE TARTIŞMANIN NETLİĞE KAVUŞMASINA KADAR DAVALARI BEKLETİLEBİLİRDİ. BU SİYASİ İRADEYİ BİR AN ÖNCE ÇÖZÜM BULMASI İÇİN ZORLAYABİLİRDİ.
Bir suç ve cezayı düzenleyen yasanın veya yasa maddesinin yürürlükte olup olmadığının şüphede olması,  tartışılır olması tek başına çok önemli bir durumdur. Bırakalım tartışmada hangi yanın haklı olduğunu bir tarafa bir an için ve böyle bir tartışma varken Asliye Ceza Mahkemelerinin Yargıtay 10. Ceza Dairesinin onama kararı doğrultusunda ceza vermeye devam etmesi VAHİMDİR.
Kimlerdir 3167 sayılı yasanın yürürlükte olmadığını söyleyenler?
Bir hukuk fakültesinin dekanı, TBMM Adalet Komisyonu başkanı, bazı Asliye Ceza Mahkemeleri ve Ağır Ceza Mahkemeleri, yani ciddi konumda bir akademisyen, ciddi konumda bir siyasetçi, üstelik bu siyasetçi iktidar partisinden ve mahkemeler, hukukçulardır.
Sayın Yüksek Yargı Üyesi Yargıçlar, sizler bu yasanın hala yürürlükte olup olmadığı konusunda hiç mi şüpheye düşmediniz? İnanın bana ben beynimi zorluyorum bu durumu anlamak için, çeşitli senaryolar var kafamda, ama sizi anlayamıyorum.
23 Haziran Salı günü Çek Mağdurları Birleşeni temsilcileri ile mecliste idim ve görüşeceğimiz yetkililere bu konuda sorular sormayı düşünüyordum. Sayın İyimaya ile umduğumuzdan daha uzun bir süre toplantı yapma imkanı bulduk. İyimaya önce beni dinledi, sonra mağdurları ve en sonda kendisi konuştu. Ben konuşmamın başında 10. Ceza dairesi Üyelerini anlayamıyorum ve aklıma türlü çeşitli komplo teorileri geliyor demiştim. Konuşmam sürerken İyimaya söze girerek ne gibi komplo teorileri diye sordu. Ben de Hükümet baskısı, ekonomi, finans çevrelerinden baskılar diye cevap vermiştim ve daha da ileri giderek sokaktaki insan daha farklı şeyler söylüyor dedim. Bizce durum çok açık ve netti ve 3167 sayılı yasa yürürlükte değildi, ayrıca 10. Ceza dairesi onama kararlarında maddenin yürürlükte olmadığı savlarına gerekçeli kararlarında yer vermemişti. Belki yer verse idi farklı düşünebilirdik.  Daire üyesi Ömer Yılmaz Çamlıbel’in meclis haber sitesinde çıkan ve alt komisyonda yaptığı konuşma bizdeki şüpheleri artırıyordu. Meclis Haber sitesinde çıkan haberde Çamlıbel ekonomin hizmetinde olduklarını söylüyor ve ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı bir beyanda bulunarak lehe kanun uygulaması konusunda meclisin karar vereceğini söylüyordu. Burada haberi veren ajans hata yapmış olabilirdi, ancak ben telefonda kendisine bunları hatırlatmama rağmen haber resmen yalanlanmadı.
BİR YARGIÇ NASIL EKONOMİNİN HİZMETİNDEYİZ DER? YARGIÇ YARGININ VE ADALETİN HİZMETİNDE OLMALI.
Bütün bunlar bizdeki şüpheler katlayarak artırıyor dedim.
İyimaya konuşmasında bana cevap verdi ve şöyle dedi:
—Bir kanunun diğer kanunu ilga etmesi iki şekilde olur, sarih ve zımni ilga. Bana göre burada zımni ilga vardır. Ben görüşümün arkasındayım, 3167 sayılı kanun yürürlükte değildir, ancak 3167'nin ilgası sarih olmadığı için 10. Ceza dairesinin zımni ilgayı kabul etmeyebilir.
Bir kanunun ilgası ister zımni, isterse sarih olsun ortada bir ceza kanunun yürürlüğü konusunda tartışma varsa salt bu tartışama bile yargıçların durup düşünmelerini gerektirir. İnsanları tartışmalı bir şekilde hapiste tutmak, insanların 5 yıl içerde yatmasına neden olacak kararlara imza atmak, onay vermek kolay bir iş midir? Ben bunu anlayamıyorum. Bunun korkunç tepkileri olabileceğini nasıl düşünmezsiniz? Yatağınıza yattığınızda nasıl huzur içerisinde olursunuz? Mahkumların sayısını, bunların ailelerini, yakınlarını düşünün, üstelik bu suç ve ceza dünya tarihinde ve halen olmayan bir suç nevi ve cezadır. En son Yargıtay Başkanı bu suçun çağdaş olmadığını açıkladı. Yargıtay başkanının açıklamasından sonra artık bize söyleyecek söz kalmamıştır. Yargıtay başkanının açıklaması Anayasanın 38. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 4 nolu protokolün 1. Maddesine dayanmaktadır. Bu açıklamadan sonra ben sizin onama kararınızı gözden geçireceğinizi düşündüm ve bekledim, çünkü ortada çağdışı bir suç ve ceza düzenlemesi var, üstelik bu yasanın yürürlüğü tartışmalı.
SORUMLULUĞUNUZ VAR SAYIN YARGIÇLAR!
Bu kararlarınız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne gidecektir. Mahkeme büyük olasılıkla Türkiye’yi tazminata mahkum edecektir. Dava dayanaklarımız; başta yürürlükte olmayan bir yasadan ceza verilmesi, yani KANUNSUZ CEZA, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ADİL YARGILANMA HAKKI VE ek 4 nolu protokolün 1. Maddesine BORÇTAN HAPİS YASAĞI olacaktır.
Bir an için mahkemenin kanunsuz ceza verildiğinden bahisle davayı kabul ettiğini düşününüz, bu durumda siz yargıçların sorumluluğu söz konusu olmayacak mıdır?
Sayın yargıçlar daha neler aklıma geliyor ama burada söyleyemiyorum. BEN TEKRAR SİZLERE SORUYORUM, SİZ 3167 SAYILI KANUNUN YÜRÜRLÜKTE OLUP OLMADIĞI KONUSUNDA HİÇ Mİ ŞÜPHEYE DÜŞMEDİNİZ? DÜRÜST OLARAK SÖYLÜYORUM BENİM ÇOK ŞÜPHELERİM VAR.
SAYGILARIMLA

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Karşılıksız Çek Ekonomik Suç Değildir

27 Haziran 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

EKONOMİK SUÇA EKONOMİK CEZA YANLIŞ BİR KAVRAM!
Çek mağduru dostlarım bu ifadeyi fazla kullanıyor!
Hırsızlık, Dolandırıcılık Gibi Suçlar Ekonomik Suçtur.
Prof. Dr. Hayri Domaniç KARŞILIKSIZ ÇEKE CEZA Anayasa aykırıdır yazısında bunu bilimsel olarak açıklıyor. Bu makale benin blogda ve Çek mağdurları blogda yayınlandı. Bu Kavramı 3167 sayılı yasanın iptali istemi ile açılan davada Anayasa Mahkemesi icat etmiştir.  Domaniç Hoca ise EKONOMİK SUÇ kavramı hukuk literatüründe olmayan uydurulmuş bir kavramdır diyor ve Anayasa Mahkemesinin üyelerini ağır hata yapmakla, cahillikle suçluyor. Ahzap süresi'nde ne deniyor? Hocanın makalesinden:
İnsan Zalumen Cehula, Yani Bazı İnsanlar Çok Zalim Ve Cahildir.
Aslında mağdur arkadaşlar hukuk konusundaki açıklamaları hukukçulara bıraksalar iyi olacak. Bugün Yeni Şafak gazetesinde çıkan yazı da bu anlamda yanlışlar içeriyor.
KARŞILIKSIZ ÇEK SUÇ DEĞİLDİR, OLMAMALI!
Karşılıksız çek suç olmamalı. Bizim karşılıksız çeke ekonomik suç dememiz kendi kendimize yaptığımız ağır bir ithamdır. Sizler hırsız veya dolandırıcı değilsiniz, esnaf veya iş adamısınız.
SİZLER BELKİ DE BORÇLU BİLE DEĞİLSİNİZ!
Karşılıksız çekler eğer şirket çeki ise, yani kişisel çek değilse şirket ortakları ve şirket temsilcileri, müdürler borçtan sorumlu değillerdir.
Şirket ortakları şirkete sermaye borçları varsa o zaman sermaye borçları kadar sorumludurlar. Şirket ortakları sadece kamu alacaklılarına karşı sermaye oranları kadar sınırsız sorumludurlar. Limitet ve anonim şirketlerdeki bu sınırlı sorumluluk çağdaş bir hukuk kuralıdır ve bütün dünyada geçerli bir kuraldır.
Suçluluk ve borçluluk psikolojisinden kurtulalım. Bunu zulm edenlere bırakalım!

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Ağır Hata!

21 Haziran 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

Çek tasarısı yasallaşmadan meclisin tatile girmesi ağır bir hatadır.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer 3167 sayılı çek kanunun ceza içeren hükümleri 1 Ocak 2009'dan itibaren yürürlükte değildir diyor. Meclis Adalet komisyonu Başkanı İyimaya bu açıklamayı doğruluyor.
Bu iki önemli açıklamaya göre şu an içerde olanlar kanunsuz olarak tutulmaktadırlar. Bu son derece vahim bir durumdur. Anayasa suçu işleniyor.
Bu açıklamalara göre Cezaları onamaya devam eden Yargıtay 10. Ceza Dairesi Üyeleri, ceza vermeye devam eden Asliye Ceza Mahkemesi Üyeleri Anayasa suçu işliyorlar. Hakimler anayasa önünde dokunulmaz değildir. Bir kanun yürürlükte değilse, böyle bir iddia varsa, bu ciddi bir durumdur. Olmayan bir kanunu uygulamakta hakimlerin takdir hakkı yoktur. Böylesi ciddi bir durumda yasanın yürürlükte olmadığı doğrultusundaki savlara onama gerekçesinde yer vermeden onama kararı verilmesi yargıç sorumluluğunun tartışılmasını gündeme getiriyor. Açıklama yapanlardan biri hukuk otoritesidir,  diğeri Adalet Komisyonu başkanıdır.
Onama kararları veren 10. Ceza Dairesinin kararı ile 7. Ceza Dairesi’nin “tescilli marka hakkına tecavüz” eylemini içeren bir dosyadan aynı gerekçelerle bozma kararı vermesi çelişmektedir. 7. Ceza Dairesinin karar neticesinde şöyle denilmektedir:
Açıklanan bu gerekçelerle, ……………………………………….temyiz itirazları yerinde görüldüğünden mahkumiyet hükmünün BOZULMASINA, 5237 Sayılı TCK’nun 7/1 maddesi ve 5320 Sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 Sayılı CMUK’nun 322. maddesi uyarınca suç oluşturmayan atılı fiilden sanığın BERAATİNE,  el konulan eşyanın sanığa İADESİNE 23 /02 /2009 gününde beraat yönü ile oybirliğiyle (Esas No:2007 / 14317)
7. ceza Dairesinin bozma gerekçesi 3167 sayılı yasaya yapılan itirazlarla örtüşmektedir. Bira başka deyişle karşılıksız çek davalarında beraat kararı veren mahkemelerin gerekçeleri ile 7. Ceza Dairesinin bozma gerekçesi örtüşmektedir.
Diğer taraftan bazı Asliye Ceza Mahkemeleri beraat kararları vermeye devam ederken aynı adliyede diğerleri ceza vermeye devam etmektedir.
Bütün bunlara Yargıtay Başkanı'nın açıklamasını eklediğinizde, DURUMUN VAHAMETİ, HAKİMLERİN SORUMLULUĞU, MECLİSİN ÇÖZÜM BULMADAN TATİLE GİRMESİNİN AĞIR HATA OLDUĞU DAHA DA NETLEŞMEKTEDİR.
Yargıtay başkanı çek suçunu mümkün görmemektedir. Açıklama Şöyledir:
”Bir ticari ilişkiden kaynaklı borcun yerine getirilmemesi ve suç olarak tanımlanması mümkün görülmemektedir. Suç genel teorisindeki sorumluluk esaslarına aykırı bir şekilde suç tipi tarif edilmektedir. Karşılıksız çıkan çek nedeniyle milyonlarca şikayet ve soruşturma sonucu kamu davası açılmaktadır. Bu durum Cumhuriyet savcılarının ve mahkemelerin ağır iş yükü altında kalmasına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle çekin karşılıksız çıkması ile ilgili sorumluluk, suç olmaktan çıkarılarak idari para cezasını ve/veya idari tedbiri gerektiren bir kabahat olarak düzenlenmelidir.”
İleri tarihli çeklere düzenleme isteği
”Zira ileri tarihli çek uygulaması çekin işlerliği ve güvenirliğini ortadan kaldıran bir uygulamadır. Türkiye’de yanlış yerleşmiş bir teamüldür. Vadeli ödeme seçeneğini kabul eden kişilerin başvuracağı ödeme aracı çek olmamalı; bono ile bu amaç sağlanmalıdır. Çekin para gibi seri ve güvenli bir ödeme aracı haline getirilmesi, ancak buna her ne koşulda olursa olsun olanak sağlamak yerine, kural olarak ileri düzenleme tarihli çekin düzenlenmesinin yasaklanması gerekmektedir.
Yaşanan bu çelişkileri açıklamak mümkün değildir.
Batıda bir hukuk fakültesi öğrencisine Türkiye’de yaşanan bu çelişkileri anlatamazsınız.
Aileleri ile birlikte milyonlarca insanı mağdur eden bu konu ACİL ÇÖZÜM BEKLEMEKTEDİR.
Sonuç olarak AiHM’nde bireysel ve fakat toplu başvurular yapmaktan başka çare kalmıyor.
KANUNSUZ CEZALARIN UYGULANMASI SÜRECİ DEVAM ETTİĞİNDEN AiHM’NE BAŞVURU SÜRESİ ÇALIŞMAMAKTADIR.
AiHM’ne BAŞVURULAR ON BİNLERCE OLACAKTIR!

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com

[56]
Hükümetin Açmazı

6 Haziran 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

HÜKÜMETİN EN BÜYÜK AÇMAZI ÇEK TASARISININ 3167 İLE İLİŞKİSİ
AF BEKLENTİSİ VE YENİ ÇEK YASASI
Af beklentisi konusunda bir şey söylemek çok zor ama meclisten beklenen affın çıkmaması dünyanın sonu değil. Hapiste olan ve kaçak olan insanların durumlarını çok iyi anlıyorum ancak karşı karşıya olduğumuz durum öyle küçümsenecek bir durum değil. Ekonominin patronları karşılıksız çeke hapis cezası istiyorlar, bankalar, holdingler, faktorinkler. İnanın meclisin çoğunluğu da onlar gibi düşünüyor. O zaman bu beklentiler boşuna mı? Kesinlikle hayır, boşuna değil.
Hükümetin bu yasadan ötürü ciddi sıkıntıları var. Bu sıkıntıları iki ana başlık altında toplayabiliriz. Hukuksal sıkıntılar, toplumsal sıkıntılar.
Hukuksal sıkıntılar öyle az boz sıkıntılar değildir. Bir kere anayasaya uyumlu olma sıkıntıları var, 38. Madde bu maddeye paralel Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi ek 4 nolu protokoldeki borçtan hapis yasağı. Diyelim ki bu uyumu sağlamamaları veya eksik sağlamaları çok kısa sürede önlerine engel olarak çıkmayacaktır. AiHM de dava yoğunluğa var ve davalar iki yıldan daha fazla sürüyor. Bu nedenle bu uyumu yeterli sağlayamazlarsa çok yakında önlerine çıkacak bir engel yok. Önlerindeki en büyük engel 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu. Türk ceza kanunu ile uyum sağlayamazlarsa yeni kanun kısa ömürlü olur ve ilk olarak anayasa mahkemesine takılabilir, ama bundan önemlisi yeni kanunun eski kanunla olan ilişkisi iktidar partisinin en büyük açmazı.
Çek kanunu tasarısı şimdiki hali ile TCK'nun 21. maddesine uyum sağlama zorlaması ile kusur ilkesini benimsemiştir. Biz burada bir atlama olursa ve daha iyi bir gelişme olmazsa bile sırf bu madde nedeni ile yeniden yargılamalar olur ve bu sefer beraatlar olur düşüncesi doğrultusunda bu konuyu fazla dillendirmek istememiştik. Ama bildiğiniz gibi 10. Ceza Dairesi üyesi Çamlıbel komisyonda bu konuyu gündeme getirdi ve komisyonu uyardı. Benim Çamlıbel’e tepkim bu nedenle idi. Kendisini telefonla aradım ve ben böyle bir şey söylemedim dediler. Hakimin bu konuşmasını Anadolu Ajansının haber yaptığını öğrendik. Demek ki Anadolu Ajansı haberi olması gerektiği hale getirmiş, buradan hakim güçlerin ne kadar örgütlü olduğunu anlamalıyız. Ne diyor Meclis haber sitesinde Çamlıbel’e dayalı verilen haberde. Mevcut davalara yeni kanunu uygulamak zorunda kalabiliriz, ben de bizim anlamamız gerektiği gibi yazıyorum ama doğrusunu yazıyorum, bu kez Yargıtay’da bekleyen 75.000 dosya esas mahkemelerine iade edilir, davalar uzar ve zaman aşımından düşerler. Aman ha bir şeyler yapın bunun önüne geçin.
Hükümet bu durumun farkında olduğu için biraz çekingende olsa geçici maddelere eski davalara 3167'nin uygulanacağını yazmıştı, demek ki Hakim bu geçici maddeyi yeterli bulmamış, bu yetmez daha başka şeyler yapmalısınız diyor. Diyor ama mızrak çuvala sığmıyor. Diğer tarafta Ceza Hukukunun temel ilkesi var, iki kanun aynı anda yürürlükte ise lehe olan uygulanır diye, bunu nasıl aşacaklardı. Aslında hükümetin başından beri oynamak istediği bir oyun var, o da şu: topu yargıya atmak. Yargı yanlış yaparsa bunun açıklaması kolay. Hükümet için şöyle:
—Ne yapalım yargı yaptı.
Zaten hükümetin yüksek yargıyı yıpratma politikası yok mu? Hükümet yargıyı kontrol altına almak istiyor.
Hükümet uyum yasasını çıkarmayarak 3167’yi geçersiz bıraktı. Bence beklentisi Yargıtay’ın 3167 artık yürürlükte değildir gerekçesi ile karar vererek esas mahkemelerine yol göstermesi ve eski davaların böylece ortadan kalkması idi. Böylece büyük patronların şimşeklerini üzerine çekmeden, suçu yargıya atarak hem sosyal olarak büyük bir problemi geçici olarak çözecekti, hem de hukukla olan açmazını aşacaktı.
ŞİMDİ HÜKÜMET NE YAPSIN? SAKAL BIYIK HİKAYESİ…
Hükümet tasarısının gerekçesi 3167'nin yürürlükte olmadığının bir ilanıdır. 5. Maddeyi anlatan gerekçe bölümünde ne deniyor? Burada kusur ilkesi getirerek TCK ile uyum amaçlanmıştır diyor. Gene gün para cezası düzenlemesi ile TCK ile uyum sağlandığından söz ediliyor. Bundan daha açık bir itiraf olur mu? Şimdi hükümetin durumunu şöyle açıklayabiliriz:
Hükümet, “Biz 3167 Yi Geçersiz Hale Soktuk, Ama Bu Hakimler Anlamıyor” diyordur.
BEN DE BUNU MERAK EDİYORUM; HAKİMLER, 10.CEZA DAİRESİ ÜYELERİ, ASLİYE CEZA HAKİMLERİ NEDEN ANLAMIYORLAR?
Burası tam Aziz Nesin’lik. Tarih bu olayı tartışacaktır.
Şimdi ne olacak? Olacak çok nettir. Hükümet’in önünde iki yol vardır.
Hukuku hiçe sayarak tasarıya lehe kanun uygulamasını ortadan kaldıracak hükümler koymak, ikincisi gereğini yapmak, yani mevcut davaları düşürecek, hapistekileri serbest bırakacak bir düzenleme yapmak ve tasarıyı TCK ve anayasa ile uyumlu hale getirmek. Hükümetin önünde bir başka yol yoktur.

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
[60]

İnsan Çok Zalim Ve Cahildir

2 Haziran 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   
Karşılıksız Çek, Adli Para Cezası, Hapis, Perişan Aileler, Eğitimi Yarım Kalan Çocuklar, İntiharlar, Ne Diyor Hocaların Hocası Prof. Dr. Hayri Domaniç? İnsan Zalumen Cehula, Yani İnsan Çok Zalim Ve Cahildir (Kura’n-I Kerim’in Ahzap Suresinin 72. Ayeti).
Hocanın bu sözleri 2003 yılında Anayasa mahkemesinin 3167 sayılı kanunun iptali istemi ile açılan davayı ret etmesi üzerine yayınladığı makalede geçiyor. Kimse üzerine almadı bu sözleri. Herkes yoluna devam etti. Aradan 6 yıl geçti bu kez aynı yasanın daha ağır cezaları içeren yeni bir versiyonu meclis gündeminde.
14 Mayıs’ta İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde gerçekleştirilen sempozyumda, Karşılaştırılmalı Hukukta Karşılıksız Çeke ilişkin Ceza Sorumluluğu Rejimi üzerine konuşan Doç. Dr. Ragıp Barış Erman’ın söylediği söz, Eyüp Başsavcısını çok üzmüştü ki Başsavcı ben ülkemi Latin Amerika Ülkeleri ile karşılaştırmaktan zül duyarım diyordu. Konuşmacı, Türkiye’deki çek kanunun tek benzeri Arjantin ’de vardır demişti. Konuşmacının bu sözleri benim aklıma Domaniç’in yukarıdaki sözlerini getirmişti. Benim ülkemde bir zalimlik yaşanmakta ve bunun tek benzeri bir Latin Amerika ülkesinde vardı.
Sempozyum notlarına bu nedenle bugün Erman hocanın anlattıklarından çıkardığımız notlarla devam edeceğiz. Hoca dünyada karşılıksız çeki suç olarak düzenleyen ülkeleri şöyle saydı: Arjantin, Şili, Brezilya, Belçika. Bu ülkelerden başka, salt karşılıksız çeki suç sayan başka bir ülke yoktur.
Arjantin ceza kanunun 302. maddesi karşılıksız çeke 6 ay ile 4 yıl arasında hapis cezası öngörmektedir. Bunun bir istisnası çekin ödeme taahhütlü bir çek olmasıdır. Bir diğer hali de 24 saat içinde masrafları ile birlikte çekin karşılığının yatırılmasıdır. Bu durumun bir etkin pişmanlık hali mi yoksa suçu ortadan kaldıran bir unsur mu olduğu tartışılmaktadır. Ceza kanunu bilme ve isteme unsurunu taşıması nedeni ile çek cezasının niteliği Arjantin’de tartışılmaktadır. Arjantin Yargıtay’ının suçu her karşılıksız çeke uygulanması doğrultusunda karar geliştirdiği, çek suçunu şekli bir suç olarak kabul etmesi doktrinde eleştirilmektedir.
Belçika’da karşılıksız çek suçu dolandırıcılıkla aynıdır ve ceza 1 ay ile 2 yıl arasındadır. Şili’de karşılıksız çek suçunun oluşması için dolandırıcılık unsurları aranmaktadır. Burada da 3 gün içerisinde ödeme yapılması etkin pişmanlık olarak kabul edilmekte ve ceza verilmemektedir.
Buraya ben kanaatimi koymak isterim; şöyle ki bu ülkelerden hiçbirisi suçluyu alacaklının insafına bırakmamaktadır, sırf alacaklı alacağını alsın diye bir düzenleme yoktur. Bizdeki gibi alacaklı ne zaman bağışlarsa suç ya da ceza ortadan kalkar gibi aşağılayıcı bir düzenleme yoktur. Bu ülkeler karşılıksız çeki suç olarak kabul etmişlerdir, yoksa yargıya alacaklının alacağını tahsil görevi vermemişlerdir.
Bunun dışında Almanca konuşan ülkelerde karşılıksız çek suçu dolandırıcılık suçu ile karşılanmıştır, hile ve desise aranmaktadır. Almanya’da farklı bir durum vardır. Burada çekler banka garantisi altındadır ve banka ibrazda ödeme yapmak zorundadır. Burada da suçun oluşması dolandırıcılık unsurlarının oluşmasına bağlıdır.
Karşılıksız Çek, konusunda son yirmi yılda gelişen eğilim, çeki suç olmaktan çıkarma doğrultusundadır. Bu gelişme borçtan ötürü hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı ilkesinin artık anayasalara girmesidir. En son Ekvator, 2009 yılında bu suçu aynı gerekçelerle suç olmaktan çıkarmıştır. İspanya 1995 yılında bu suçu ceza kanunundan çıkarmıştır. Demek ki Domaniç Hoca boşuna ONLAR ÇOK ZALİM VE CAHİLDİRLER dememiş. Görüyorsunuz, bu suçta Dünyada tekiz, benzerimiz yok.
Ağır Cezalar Suçlu Yaratıyor

2 Haziran 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

ÇEK KANUNLARINDAKİ AĞIR CEZALAR KARŞILIKSIZ ÇEK SAYISINI ÇOĞALTIYOR!
Ağır Cezalar İnsanları Dolandırıcılığa veya Kalpazanlığa Yöneltiyor.
Çare, çeke ağır ceza değil, ekonomiye doğru yön vermektedir. Banka ve faktorinklerin, iş çevrelerinin aç gözlülükten vazgeçip çağdaş usullerle iş yapmalarındadır.
Karşılıksız çek keşide eden bir kısım insan dolandırıcı ise onların asli manevi şerikleri de onları teşvik edenlerdir.
3167 sayılı kanun 1985 yılında yürürlüğe girdi. Bu kanun bu güne kadar birçok kez değişikliğe uğradı. Temel değişiklikler 1993 ve 2003 yılında yapıldı. Şimdi tekrar değişiyor. 24 yılda 4 temel değişiklik, her yeni kanunun ortalama ömrü 6 yıl. Değişikliklerin gerekçelerine baktığımızda ne görüyoruz? Kanun koyucu her değişikliğin gerekçesine bir önceki yasanın piyasada güveni sağlayamadığı, karşılıksız çek oranının yükseldiğini kaydediyor. Mecliste bulunan yeni tasarının gerekçesi de aynı. Ağır cezalar suçu önlemeye yetişmemiş, karşılıksız çek sayısında artış olmuş, piyasalarda çeke karşı güven ortamı oluşmamış. Bu kez kanun yapıcı kendi yazdığı gerekçeye tam zıt bir düzenleme ile adli para cezasını 3167’dekinin iki misline çıkarıyor. Belki kanunun gerekçesini yazanla, 5. maddeyi yazanlar farklı kişiler ve hiç, bir araya gelip yazdıklarını okumadılar. Buna ne diyebiliriz ki, vekillerimizin işleri başlarından aşkın. Ne diyor başbakan: Bakanlıklarda iş takibi yerine, oturumlara devam edin.
Yeni tasarı eski kanundaki ceza sayısını on katına çıkarıyor, sıkıyönetim bildirileri gibi. Askeri yönetimler arananlar listelerini radyo ve televizyonlardan yayınlarlardı ve bildiriler şöyle derdi aşağı yukarı: …Bunları görenler, saklayanlar, yardım ve yataklık yapanlar… Cezalandırılacaklardır…
Çek kanunlarındaki ağır cezalar, tefecilerin -ki bir kısım banka ve faktorinklerin artık tefecilerden bir farkı kalmamıştır- iştahını kabartıyor. Açgözlüler belki bu ağır cezalar olmasa kredi vermeyecekleri insanlara cezalara güvenerek kredi veriyorlar, normal koşullarda iş yapamayan firmalar çek cezalarına güvenerek kredili mal satışları yapıyorlar. Kötü niyetliler, finans çevrelerinin, firmaların bu açgözlülüğünü ve kar hırsını değerlendiriyor olabilir. Mevcut çek kanunu iyi niyetli ile kötü niyetli ayırt etmediğinden ak ile kara birbirine karışıyor ve aradan bir kısım kötü niyetli sıyrılıyor. Pervasızca dağıtılan para ve mal kredileri, firmalar zor duruma girince piyasalarda karşılıksız çek patlamalarına yol açıyor, çeyrek asırlık kısır döngü bu.
Oysa 3167’nin yürürlüğe girdiği 1985 yılına kadar piyasaların karşılıksız çek diye bir derdi yoktu. Ne zaman ki karşılıksız çeke hapis cezası artırıldı piyasalarda karşılıksız çek sıkıntıları başladı. 1985 öncesinde çekin dolandırma cazibesi yoktu. Cezalar çoğaldıkça çekin cazibesi arttı ve işte bu cazibe dolandırıcılığı teşvik etti. Ekonomide yeni bir kalpazanlık türü gelişti. 1985 ile 2009 arasındaki dönemi içeren bir grafik düzenlesek göreceğiz ki karşılıksız çekler artan cezalara paralel bir artış izliyor. Bu ilginç değil mi?
Sorun salt karşılıksız çeki sorun gören çağdışı yaklaşımdadır. Karşılıksız çek ceza hukuku anlamında bir suç değil, istenmeyen bir ekonomik olgudur. Bu olgunun ekonomiye olumsuz etkisi varsa nedenlerini ortadan kaldıracak çözümler geliştirmek gerekir. Yanlış teşhis yanlış tedavi olumsuz sonuç verir ve çeyrek asırdır olan da budur. Banka, faktorink ve benzeri finans kurumları kredilendirmeyi çek üzerine değil de çağdaş kriterler üzerine oturtmalıdır. Böyle her krizde patlayan, zirveye ulaşan karşılıksız çek gibi enstrumanlar yerine daha gerçekçi, bilanço, istihbarat gibi bankacılık kurumlarını geliştirmeleri ve bu olguları esas almaları istikrarlı bir ekonomi için daha yararlı olacaktır. Sopa ile ceza tehdidi ile iş yaşamını yürütmek kolaycılıktır ve başarısızlığa mahkumdur.
25 yıllık uygulamanın ne sonuçlar verdiği bu kanunların gerekçelerinde yazılı, hep başarısızlıkla sonuçlanmış. Şimdi bir de aksini yapınız, salt karşılıksız çeki suç olmaktan çıkarın, kötü niyet, hile ve dolandırıcılık dışında karşılıksız çeki suç olmaktan çıkarın, bir de böyle deneyelim olmaz mı? Bu yolda devam edilirse varılacak sonuç hep aynı olacaktır, yanlış tanı yanlış tedavi ve olumsuz sonuç.
Cezalarla dolandırıcılık gibi suçları teşvik ediyor, kreditörlerle birlikte suçun asli manevi şeriki durumuna geliyorsunuz ve 5237 sayılı kanuna göre asıl suçlu kadar suçlusunuz. Gelin suçu teşvik etmeyin, suça ortak olmayın.

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
[66]Çek Kanunu Tasarısı Meçhul Bir Tarihe Ertelenebilir

31 Temmuz 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   
KARŞILIKSIZ ÇEK EYLEMİ, NEREDEN NEREYE?
Karşılıksız Çek tartışmalarında start 6 Ocak 2009 tarihinde Prof. Dr. Adem Sözüer tarafından verildi. Sözüer 5237 sayılı TCK ile 31.12.2008 tarihine kadar 3167 sayılı yasada gerekli uyum yapılmadığı, uyum yasası çıkmadığı için çek kanunun artık yürürlükte olmadığını söylemiş, İyimaya da kendilerini doğrulamıştı. Bu durum karşılıksız çek mağdurları için büyük umuttu. Ancak, sorun sadece 3167 sayılı yasanın yürürlüğü sorunu değildi. Karşılıksız çeke ceza bir insan hakları ve anayasa sorunu idi. Biz karşılıksız çeke bir af sorunu ya da yasanın yürürlüğü sorunundan öteye,  karşılıksız çek yüzünden hapis cezalarının AİHS ne ve Anayasanın 38. Maddesine aykırı olduğunu bu blogda yazmaya başladık. Karşılıksız çekte hapis cezası olduğunu, adli para cezasının sonuçta hapis cezası ile sonuçlandığını bırakın sıradan insanları milletvekilleri, gazeteciler bile bilmiyordu. 2009 Nisan ayında milletvekillerine faks çekme, mail gönderme eylemi başladı, sonra basına yoğun biçimde fakslar çekildi, konu ile ilgili bilgilendirmede önemli mesafeler kat edildi, en son TESK başkanı Palandöken’in gafını hatırlayınız, bunun da üzerine gidildi ve gerçek ısrarla ve ısrarla anlatıldı.
2009 Mayıs ayına gelindiğinde konu artık basında tartışılıyordu, internette konu ile ilgili haber ve yorumlar çoğaldı, Haziran ayı başında Star Tv bana ulaştı, hiçbir kişisel bağım, ilişkim yoktu Star Tv İle yazılarımız onlara ulaştırılmış ki veya onlara takip edip bulmuşlar, bana ulaştılar ve bir röportaj yaptılar, röportaj 8 Haziran 2009 akşamı Star ana haber bülteninde yayınlandı ve takip eden haber bültenlerinde yer aldı. Bu sırada Çek Kanunu Tasarısı Meclis Adalet Komisyonunda idi. Artık karşılıksız çek konusu ülke gündemine oturmuştu, çek mağdurlarında umut zirvede idi. Adalet Komisyonu tasarıyı alt komisyon gönderildi, Prof. Dr. Adem Sözüer’in Alt Komisyona çağırıldığı haberi alındı ve bu durum umutları artı.  Beklenti alt komisyonda sorun çözülecek, tasarı beklentileri karşılayacak değişiklik önerileri ile Adalet Komisyonuna gelecekti. Olmadı, Adalet Komisyonu önce alt komisyonun raporu gelmedi gerekçesi ile ertelendi, daha sonra da Babacan bir açıklama yaptı ve piyasada 226 milyar çek olduğunu, karşılıksız çek affını likidite sıkıntısı yaratacağını söyledi. İnsan hakları, anayasal haklar v.s önemli değildi, ekonomiyi kurtarmak için insan hakları ve anayasal haklar ihlal edilebilirdi. Kaldı ki açıklama doğru değildi, 3167 sayılı çek kanunu 1985 den beri yürürlükte idi ve karşılıksız çek ciddi hapis cezaları ile karşılanıyordu, ama ekonomi bir türlü düzene girmemişti, 1985’ten bu yana sayısız ekonomik krizler yaşamıştı ülke. Bu açıklama ile yeni çek kanunu tasarısı rafa kaldırıldı ve bir daha raftan ne zaman indirileceği de meçhul, top direkten dönmüştü.
Bu gelişmelerin arkasından 23 Haziran eylemi gerçekleştirildi. Eylem başarılı idi. MHP den Oktay Vural Mağdurlar ile basın toplantısı yaptı, Baykal grupta mağdurları destekleyen bir konuşma yaptı, böylece mağdurların yeniden moral buldular. Bütün bu eylemlerde hiçbir zaman umulan sayıya ulaşılamadı ve eylemlere öncülük yapanlar birbirlerini suçlamaya başladılar, bu durum meclisin tatile girmesi ile sönen umutları biraz daha olumsuz etkiledi ve şu an gördüğümüz gibi bloglarda yorum yapanlar bire, ikiye düştü.
EYLEMLERDE SAYIYI ARTIRMAK İÇİN ZORLAMA ÇAĞRILAR BAŞLADI.
Eylemlere zorlama çağrılar fayda etmedi. Çünkü bu çağrılar gerçekler üzerine oturmuyordu, gerçekleri göz ardı eden çağrılardı. Eyleme hazırlık aşaması ve eylem biçimi demokratik değildi öncelikle, eylem hazırlıklarında ve eylemlerde bireysellik zirvede idi. Kurtuluş savaşını hatırlayınız, Mustafa Kemal bir asker, cephelerden gelmiş, ne yaptı kurtuluş savaşını başlatmak için kurultaylar topladı ve bu kurultaylarda aldı bütün önemli kararlarını.
KARŞILIKSIZ ÇEK KONUSU CİDDİ BİR KONU İDİ VE MÜCADELE CİDDİYE ALINMALI İDİ. NE YAPILMALI İDİ?
Ben ne yapılması gerektiğini bu blogda yazdım. Bir araya gelen çek mağdurlarının kaç kişi olduğu önemli değil, önemli olan doğru eylemi koymaktı. Ne yapılmalı? Tekrarlıyorum:
Gördüğümüz kadarı ile bütün eylemlere katılan 25 kişi civarında insan var, işte bu insanlar önce bir araya gelip durumu enine boyuna tartışmaları gerekir. Sonra alınacak kararlar doğrultusunda bir örgütlenmeye gidilir,   bir yürütme organı oluşturulur ve bu organ kararlaştırılan doğrultuda eylemleri yürütür, aksi bireysel çağrılarla yapılan eylemlerin varacağı nokta için söze ve tanığa gerek olmadığı kanaatindeyim.
ÇEK KANUNU TASARISI'NIN RAFA KALDIRILMA NEDENİ ÖZETLE:
PİYASADA 226 MİLYAR LİRA ÇEK VAR, AF VEYA BENZERİ DURUMDA LİKİDİTE SIKINTISI DOĞAR.
Çek kanunu rafa kaldıran bu iddia geçici bir durumu yansıtmıyor, bu gerekçe ortadan kalkmadıkça karşılıksız çeke af çıkması, ya da çek tasarısının yasallaşması bu rafa kaldırmanın mantığına aykırı olacaktır.
Çek Kanunu Tasarısı Meçhul Bir Tarihe Ertelenebilir
Değil Ağustos ayında, Ekim’den sonra da çözümün garantisi yoktur. Bu nedenlerle bireysel hareketler yerine bir an önce örgütlenerek eylemi toplumsal hale getirmek gerekiyor, yoksa eylemlere katılan 20, 25 kişi de inancını yitirtecektir. İnsanlar şimdiye kadar hareketin arkasında ciddi bir örgütlenmenin olduğunu sanıyorlardı, ancak şapka düştü kel göründü, artık ciddi olunmalı çözüm isteniyorsa.
[70]Hükümet Çek Kanununu Sürüncemede Bırakabilir

16 Temmuz 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

ÇEK KANUNU ÇIKAR MI?
Hükümet kanunun çıkmasını sürüncemede bırakabilir.
Böylece 3167 sayılı kanun kanunsuz olarak yürürlükte kalır.
Hükümet ancak sosyal olayların sıkıştırması ile ileriki bir tarihte kanunu yeniden gündeme getirebilir.
Daha önceki bir yazımda belirtmiştim, yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır; hükümetin önündeki ihtimallerden birisi ve çek mağdurları için en kötüsü hükümetin çek kanunu çıkarmayarak işi sürüncemede bırakmasıdır. Hükümet karşılıksız çek suçunu Anayasa ve insan hakları açısından değerlendirmemekte, pragmatist bir yaklaşımla soruna bakmakta ve cezanın devamının ekonomiyi kısa vadeli de olsa rahatlattığını düşünmektedir. En son Babacan’ın kanuna muhalefet ettiği açıklaması bu pragmatist yaklaşımın bir sonucudur.
Hükümet, 3167 sayılı kanunun yürürlüğü konusunda ise topu Yargıtay’a atmış durumda, Yargıtay 10. Ceza Dairesi ise çıkar çevrelerinin beklediği biçimde karar vermiş, hükümet bu durumda iyi polis rolünü oynamaktadır.
Bu varsayımdan ibarettir, herhangi bir istihbarata dayanmamaktadır ve bizim bu konudaki beklentimiz bu değildir, bizim açık net görüşümüz şudur:
3167 sayılı kanun mülga bir kanundur, yürürlükte değildir. Bu kanundan insanların özgürlüğünden yoksun bırakılması anayasaya aykırıdır ve bir gün sorumluları yargı önünde hesap vermek zorunda kalabilirler, tarih benzer olaylara çok tanık olmuştur.
KARŞILIKSIZ ÇEK SUÇU MODERN HUKUKUN KABUL EDEMEYECEĞİ İLKEL BİR SUÇ ANLAYIŞIDIR, BU SUÇ ANAYASANIN 38. MADDESİNE VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNE AYKIRIDIR.
Bütün bu nedenlerle 3 yıl, beş yıl hapiste yatacak insanların, böyle bir mahkumiyete aday olanların uzun vadeli örgütlenmelere destek vermeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda devam etmekte olan ÇEK MAĞDURLARI EYLEMLERİ demokratik ölçülerde kaldığı sürece yerindedir ve devam etmelidir.
Açlık grevi gibi eylemlerin hesabı iyi yapılmalıdır ve bizce böylesi ağır eylemlere son çare olarak bakılmalıdır.

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Çek Kanunları Dolandırıcılığı, Kalpazanlığı Özendiriyor

8 Temmuz 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

Çek kanunu tasarısı tek maddeden ibarettir ve gerisi de palavradır. Çek kanunu ile bankalara getirilen yükümlülükler ve öngörülen cezalar hiçbir işe yaramayan göstermelik düzenlemelerdir. Burada güya bankalar ile olası mağdurlar arasında denge gözetildiği izlenimi veriliyor. Böylece bankaların önlerine gelene çek karnesi vermesinin önüne geçileceği, piyasalarda karşılıksız çek oranının azalacağı, bu sayede piyasalarda istikrar sağlanacağı zannedilmektedir. Saflar hariç, bu iddiaya ne tasarıyı hazırlayanlar inanmaktadır, ne bankalar, ne de bir başkası, bu büyük bir yalan ya da hayaldir. Bu çek kanunu 1985 de yürürlüğe girdi. Üç kez değiştirildi, bu yeni tasarı dördüncüsü; bütün bu değişikliklerin gerekçelerine bakınız; hepsi de bir öncekinin başarılı olmadığını söylüyor, yeni düzenleme ile başarılı olunacağı iddia ediliyor.
Meclisteki tasarının gerekçesinde; ağır cezalarla piyasalarda karşılıksız çek oranının artmasının önüne geçilemediği söylenmekte ve bu görüşün tam tersine bir önceki yasadaki adli para cezası misli ile artırılmaktadır. Gerçekte, çek kanunu ile amaçlanan, bankaları v.s cezalandırmak değil, keşidecileri ceza tehdidi ile ödemeye zorlamak, zor duruma düşen çek keşidecilerinin şahsi mal varlıkları da dahil, malı mülkü çek bedellerini karşılamaya yetmiyorsa onları hapsederek diğerlerine gözdağı vermeyi amaçlamaktadır. Oysa modern ceza hukukunda gözdağı vermek, korkutmak diye bir amaç yoktur. Çek kanunu masunları içeri tıkarak dolandırıcıları korkutmayı amaçlamaktadır.
HAPİSTEKİ ÇEK MAĞDURLARI ÇEKLERİNİ ÖDEME İMKANI OLAMAYAN MASUM İNSANLARDIR. ÇEK KULLANARAK PİYASAYI DOLANDIRANLAR ASLA HAPSE GİRMİYORLAR. Çek Kanunları Dolandırıcılığı Ve Kalpazanlığı Teşvik Etmektedir.
3167 sayılı kanun ve onun devamı olacak yeni tasarı dolandırıcıların işini kolaylaştırmaktadır. Cezalarla itibarlı duruma getirilen çek, gerçekte dolandırmak için iyi bir araç. Piyasalarda itibar sağlayan ve dolandırma niyeti taşıyanlar, çeke sağlanan bu ayrıcalık sayesinde piyasalara trilyonluk çekler sürmekte ve sonra çeklerini ödemeyerek aldıklarının üzerine yatmaktadırlar.
Çek şikayetleri Yargıtay aşaması da dahil yıllarca sürmekte ve sonunda 4–5 yıl sonra sıra hapse girmeye gelince alacaklılarla pazarlığa oturarak faizsiz, masrafsız ve bekli de anaparadan daha az bir para ödeyerek hapisten kurtulmaktadırlar.
İşte size dolandırıcılık, işte size kalpazanlık, gerçek mağdurlar, borcunu ödeyemeyenler ise, hapse giriyor; işte çek kanunlarının adaleti budur!
Çek kanunu tek maddeden ibarettir, 3167’de 16. madde, tasarıda 5. Madde gerisi yalan. Tasarının 1. maddesi bankalara araştırma yükümlülüğü getirmektedir, ne ala, bankanın çek karnesi verdiği kişiyi araştırması kurum olarak kendi çıkarınadır; çek yasağı olan birine çek karnesi vermekte ne çıkarı olacak ki? Kimi kandırıyorsunuz?
İbraz, ödeme, çekin karşılıksız olduğunun tespiti ve gecikme cezası
MADDE 3- (1) Karşılığı bulunan çek, hesabın bulunduğu muhatap bankanın herhangi bir şubesine ibraz edildiğinde hamilin vergi kimlik numarası saptandıktan sonra ödenir. Ancak çek, hesabın bulunduğu şubeden başka bir şubeye ibraz edildiğinde, o şubece karşılığı sorulmak suretiyle ödenir.
Üçüncü maddede ibraz edildiğinde çekin karşılığı yoksa ve hamil karşılıksız kaydı vurulmasını istiyorsa ve buna rağmen banka bu işlemi yapmaktan kaçınıyorsa hapis cezası öngörülüyor. Bu ne büyük bir saçmalıktır, banka neden karşılıksız kaydı vurmaktan kaçınsın ki?
Bütün bu maddeler 5. maddeyi gizlemek için getirilmiş palavra düzenlemeler. Bir başka maddede tacir çekini tacir olmayan kişiye veren bankaya ceza öngörülüyor. Allah aşkına bankalar bakkal mı ki tacir çekini tacir olmayana verecekler?
BU KANUNLARIN TEK AMACI MASUN İNSANLARI CEZALANDIRARAK KÖTÜ NİYETLİLERE GÖZDAĞI VERMEK; KALDI Kİ, KANUN BU AMACA DA ULAŞAMAMAKTA, DOLANDIRICILIĞI, KALPAZANLIĞI TEŞVİK ETMEKTEDİR!

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Haksızlığa Karşı Direnmek

12 Temmuz 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

Bir başkasına karşı yapılan haksızlığa karşı, ben, biz harekete geçebiliyorsak, tepki koyabiliyorsak; haksızlığa uğrayan bizimle aynı görüşleri paylaşmayan biri olsa bile bunu yapabiliyorsak yurttaş olmanın bilincindeyiz demektir. Nazi Almanya’sını hatırlayalım; milyonlarca insan tutuklandı, işkence gördü, gaz odalarında can verdi; işte bu dönemde papaz Martin Niemoller’in yaşadıkları ibret vericidir. Papaz anılarında yaşadıklarını şöyle anlatıyor: Naziler ilk geldiğinde önce Yahudileri temizlediler, ben sesimi çıkarmadım. Ne de olsa Yahudi değildim. Sonra sıra Komünistlere geldi. Onları temizlediler; ben yine ‘bana ne’ dedim; nihayetinde Komünist de değildim. Sonra Sosyalistler gitti. ‘Bana ne canım’ ben Sosyalist miydim ses çıkarayım? Derken Sosyal Demokratlara el attılar. Ben yine tepki göstermedim olana bitene; zira Sosyal Demokrat da değildim. Sıra bana geldiğinde ise ortada ses çıkaracak hiç kimse kalmamıştı. Ve papaz da gaz odasına gönderildi. Bugün ÇEK MAĞDURLARININ canı yanıyor, ama daha davası sonuçlanmayanlar, ya da henüz davası açılmayanlar susuyorlar, çünkü henüz sıra onlara gelmedi; sıra onlara geldiğinde ise yukarıdaki papaz olayındaki gibi ortada sesini çıkaracak hiç kimse kalmayacak, onlar bunun farkında değiller.
Çek Eylemleri Haberleri
14 TEMMUZ SALI GÜNÜ SAAT:09.00 da, METRİS CEZAEVİ ÖNÜNDE BULUŞUYORUZ. İSTANBUL'DA İKAMET EDENLER YA DA GELEBİLECEK OLANLAR LÜTFEN ORGANİZATÖRÜMÜZLE TEMASA GEÇSİNLER!
Organizasyon İçin: x@hotmail.com
Emre Akdemir +90 5xx xxx xx xx
Terör Bahane

27 Ağustos 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

ÇEK TASARISINDAKİ AĞIR CEZAYA BAHANE ARANIYOR!
Adalet Bakanı'nın, çek terörü finanse ediyor iddiası kamuoyu yaratmaya yönelik propagandadan ibarettir.
Kara paranın dolaşımını önlemeye yönelik uluslararası sözleşmeler mevcut. Devletler Kara paraya karşı önlem almak ve bu sözleşmelere göre iç hukuklarını düzenlemek zorundadırlar. Türkiye bu sözleşmeleri imzalamış ve iç hukukunu bu sözleşmelere göre düzenlemiştir. Bugün iç hukukumuzdan bu konuda bir dizi düzenleme vardır. Banklarda para hareketleri denetim altındadır. Adalet Bakanının “çek terörü finanse” ediyor açıklaması dayanaksız bir açıklamadır. Hamiline veya nama çekler bankaya ibraz edildiğinde bankalar ibraz edenin kimliğini tespit etmektedirler. Bakanlık bir yandan karşılıksız çekten hapse karşı oluşan kamuoyuna karşı atak yaparken tasarıdaki ağır cezaya zemin hazırlamayı amaçlamaktadır.
Deniz Gül’ün Av. Ayşenur Bahçekapılı İle Telefon Görüşmesi (Cek-Magdurları Blogspot)
Deniz Gül Bahçekapılı’ya çek tasarısı konusundaki görüşünü soruyor, o da lehe hükümler var ama meclis açıldığında daha geniş kapsamlı tartışılacak diyor.
Bir başkası aynı blogda Çek Tasarısında TCK 21’i temel aldığını biliyorum diyor.
Deniz Gül’ün Ayşenur Bahçekapılı’yı araması önemli bir girişim. Bütün bunlar çek mağdurlarına bir şeyler kazandırıyor; ancak bu açıklamalarda yeni bir şey yok.


Çek Sempozyumu
Bildiğiniz gibi 14 Mayıs 2009 da İstanbul Hukukta bir çek sempozyumu yapıldı. Bu sempozyumdaki konuşmaları ben kaydettim ve sempozyum notları diye bu blogda yayınladım. Mayıs, haziran yazıları arasında bu notları bulabilirisiniz.
Bu notlarda sempozyumda çek tasarısı ile ilgili yapılan tespitlerde, tasarının kusurluluk ilkesini benimseyerek TCK 21 ile uyum sağlamayı amaçladığı yazılıdır. Yani çek tasarısındaki bu tespit aylar önce yapıldı.
DİKKAT! Ayşenur Bahçekapılı af var demiyor, lehe hükümler var diyor; yukarıda anlattığım gibi bu bizim bildiğimiz tasarı,1500 iş günü ceza içeren Çek Tasarısı.
Zaman Aşımı Korkusu
Haziran ayında Çek Tasarısının Adalet Komisyonundan Meclise gelmeyişinin tek nedeni tasarının 5. Maddesi. Tasarı olduğu hali ile kanunlaşsa idi çek mahkumları 5. Maddeye dayanarak yeniden yargılanma talep edebileceklerdi. Yeniden yargılanma talebi şu gerekçeye dayanacaktı:
Çekin karşılıksız çıkmasında bir kusurum yok. …….. Nedenlerinden ötürü çekin karşılığını yatıramadım.
Alt Komisyona katılan Yargıtay 10. Ceza Dairesi üyesi Çamlıbel, komisyonda yaptığı konuşmada zaman aşımı uyarısında bulundu. Davaların yeniden görülmesi nedeniyle davalar zaman aşımına uğrayabilir dedi. Bu açıklama Meclis Haber Sitesinde çıktı. Bu konuda ben blogda yazılar yazdım. Bu yazılarda Çamlıbel ile yaptığım telefon görüşmelerini aktardım. Blogdaki Haziran arşivine girdiğinizde bu yazıları bulacaksınız.

Alt komisyon toplantısında daha başka ne gibi uyarılar yapıldı ise, İyimaya önce Alt Komisyondan rapor gelmedi gerekçesi ile Komisyon Toplantısını erteledi, daha sonra da meclis tatile girdi.
ÇEK TASARISI HÜKÜMETİN AÇMAZLARI NEDENİ İLE KANUNLAŞMADI.
Hükümet zaman aşımı v.s gibi açmazları bir şekilde çözmüş ise tasarı bu ağır ceza ile çıkacaktır.
ÇEK TASARISININ BANKALARA GETİRDİĞİ MÜEYYİDELER LAF-I GÜZAF.
Daha öncede yazdım Çek Tasarısı tek maddeden ibaret; o da 5. Madde, yani keşideciye 1500 iş günü ceza öngören madde, diğer bütün maddeler bu maddenin kamuflajıdır.
—Yok, efendim çekin karşılığı olmadığı halde karşılıksız işlemi yapmayan banka yetkilisine 6 ay hapis.
—Yok, efendim tacir olmayan kişiye tacir çeki veren …. v.s gibi…
Bütün bunlar çocuk kandırmacısı, bankaların bu suçları işlemesi için hiçbir neden yok. Neden bankalar karşılığı olmayan çeke karşılıksız muamelesi yapmasın ki? Neden bankalar tacir olmayana tacir çeki versin ki? Bankalar kapitalizmin en gelişmiş kurumları, bakkal dükkanı değil ki.. Siz kimi kandırıyorsunuz.
EYLEMLER DEVAM ETMELİ
Eylemler devam etmeli. Deniz Gül’ün girişimleri çok güzel, bu ve bunun gibi girişimler sürmeli ama gerçekleri göremez isek hayal ile uğraşırız. Ayşenur Bahçekapılı bir profesyonel, avukat, milletvekili,  Gül’ün girişimi daha profesyonel bir düzeyde tamamlanmalı, amatör, girişimler ile sonuca varılamaz, böylesi ciddi bir işte gözyaşı etkili olsa da sonucu tayin etmez.
AVRUPA KOMİSYONU GİRİŞİMİ BAŞARILI
Avrupa komisyonu girişimi çok yerinde bir girişim ve verilen yanıtta çok güzel.
BEN HALA UMUT YARGIDA DİYORUM.

STAR ANA HABER PART 2 ÇEK HABERİ
http://www.sondizi.com/star-tv-ana-haber/star-tv-ana-haber-bulteni-08062009-izle.html

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Karşılıksız Çek Sorununun Çözümü

15 Ağustos 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

YARGI VE TBMM
Bu blogda yayınlanan “Biat Kültürü” yazımda şöyle diyorum:
26 Mayıs 2009  “BİAT KÜLTÜRÜ”
Karşılıksız Çek Sorununun Çözümü Bağımsız Yargıda.
BİAT KÜLTÜRÜ TERK EDİLMELİ, YARGI SADECE ALACAKLILARIN YARGISI DEĞİLDİR, MİLLETİN YARGISIDIR, 10. CEZA DAİRESİNİN KARARI SİZİ BAĞLAMAZ, BAĞIMSIZ YARGININ BAĞIMSIZ YARGICI, EĞER AYRI DÜŞÜNÜYORSA DAİREDEN FARKLI KARAR VEREBİLİR. DİRENME İLE ADİL SONUCA VARILABİLİR. HUKUK OTORİTELERİ 3167 SAYILI KANUNUN 1 OCAK 2009'dan İTİBAREN YÜRÜRLÜKTEN KALKTIĞINI SÖYLÜYORLAR VE BU GÖRÜŞLERİNİN GEREKÇELERİNİ ORTAYA KOYUYORLAR. [...]
Aktüel Dergisinin 197. Sayısında Hasan Hüseyin Kemal’in Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk ile yaptığı röportaj yayınlandı. Röportajın giriş bölümünde şu açıklama yapılıyor:
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk:
“Türkiye’de Hala ‘Avcılık Çağı’ Yaşanıyor”
Sami Selçuk, yıllar önce, 1999–2000 adli yılı açılış konuşmasıyla gündeme oturmuştu. 28 Şubat’ın yoğun şekilde yaşandığı bir süreçte sistemi temelinden eleştirme cesareti bazılarının hoşuna gitmemiş, hatta okuyacağı metni değiştirmesi istenmişti. “Ben bilim adamıyım. Hazırladığım metni değiştirerek haysiyetsizlik edemem” diyen Selçuk’un konuşması sonrasında dönemin genelkurmay başkanı cumhurbaşkanlığına çıkarak karşı açıklama yapmak istediğini söylemiş, ancak bu açıklama yapılmamıştı. Daha sonra emekli olan Sami Selçuk, Yargıtay Onursal Başkanlığı’na seçildi. Geçen zaman içersinde ise Türkiye’de sistem onun bir zamanlar öngördüğü gibi bir çıkmazın içine girdi. Selçuk’a sistemin neden çıkmaza girdiğini, hukuk alanında yapılan yanlışları ve tartışmaları sorduk…
Röportajın devamında şu soru soruluyor:
—Yargının kendi içinde bağımsız olduğunu söyleyebilir miyiz?
—Yargıtay yargıcı ilk mahkeme yargıcına not veriyor. Hem görüşünüzde özgür olacaksınız hem de başka yargıç size not verecek. Elbette ilk mahkeme yargıcı kırık not almaktan çekiniyor. Belli bir notun altında olduğunuzda yükselemezsiniz. Bunun içindir ki Türkiye’de yeni görüşler üretilemiyor. Hukuk da gelişmiyor. Yıllardır bunu söylüyorum, ama kimse eğilmiyor soruna.
—İÇTİHAT TAPINMACILIĞI BUNUNLA MI ALAKALI?
—Yargıcı özgürleştirmezseniz bu içtihat fetişizmi doğurur. Avukatlar sürekli Yargıtay kararlarının peşindeler. Tabii hukuk böylece kendini tekrarlıyor.
“Biat Kültürü” yazımda İÇTİHAT TAPINMACILIĞINI biat kültürü olarak ifade etmiştim.
YARGININ YARGIYA TAHAKKÜMÜ
Yargıtay’ın içtihatları ile mahkemeler üzerinde kurduğu hakimiyet hukukun gelişmesinin önünü tıkıyor. Yargıtay’ın hukuka, yasalara aykırı olarak verdiği birçok karar var, bu kararlar hukuka aykırı olduğu gibi ayrıca adil de değillerdir. Yargıtay özellikle 1985 yılından günümüze kadar güçlülerden, alacaklılardan yana birçok adil olmayan kararlar verdi. Sami Selçuk’un dediği gibi terfi etme kaygısı ile mahkemeler bu kararlara biat ettiler. Bu nedenle Yargıtay Daire Genel Kurulu kararları sayısı çok azdır. Karşılıksız çek olayında olduğu gibi bir daire bir karar veriyor ve mahkemelerin ezici çoğunlu bu karara uyuyor.
Bu olaydaki temel eksik Sami Selçuk’un dediği gibi sistemden kaynaklanmaktadır. Avukatlar bu biat düzenine uymaya dünden hazırlar, çünkü onlar güçlülerin, parası olanın avukatıdırlar ve böylece de adaletsizlikler sürüp gider, dur diyecek bir güç ortaya çıkıncaya kadar.
Karşılıksız çek konusunda esas mahkemeleri üzerinde bir ikna ve cesaretlendirme kampanyasının etkili olabileceğini düşünüyoruz. Bu nedenle bu kampanyaya avukatları katmak için biz gayret ettik. İstanbul Barosu yönetim kuruluna yazılar gönderdim. En son barolar neden susuyor diye bir yazı yayınladım. İstanbul Barosu yazımdan sonra konu ile ilgili bir açıklama yayınlamak zorunda kaldı çünkü yazıyı birkaç bin avukata göndermiştim. Ben bu çabaları verirken birileri arka arkaya Ankara seferleri düzenliyordu.
Karşılıksız Çek kitabı bu ikna kampanyasına katkıda bulunmak için hazırlanıyor. Ben bu konuda ilgili herkesin görüşünü bekliyorum. Para istemiyoruz, çünkü finansmanı hazır böyle bir kitabın.
Karşılıksız Çek mücadelesinin önemli iki ayağından bir hiç şüphesiz YARGI.
Yargı deyince BAROLARI ihmal edemeyiz.
ÖNERİLERİNİZİ BEKLİYORUZ.



EYLEM PLANI
Programladığımız İşler Ve Zamanlaması

01.    Zor durumdaki firmaların tespiti
(Bu konuda avukat arkadaşlarım adliyelerde tespitler yapıyorlar)
02.    Karşılıksız Çek Kitabının Yayına Hazırlanması
03.    Ekim, Kitabın Basımı,  Hakim Ve Savcılara Dağıtımının Sağlanması
04.    Kasım Zor Durumdaki Firmalar İle Toplantı Ve Dernek Kuruluşu
05.    Basın Açıklamaları Ve Daha Geniş Bir Toplantı İçin Çağrı


Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Vadeli Çek Ekonomi İçin Gerekli Bir Enstruman Mı?

3 Ağustos 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

Baykal’ın görüşünün aksine vadeli çek ekonomi için gerekli bir enstruman değildir.
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker Vadeli Çek Kalkmalı Diyor.
MUHALEFET PARTİLERİNİN KARŞILIKSIZ ÇEKE CEZADA NET POLİTİKALARI, SOMUT ÖNERİLERİ YOK.
CHP lideri 23 Haziran da grupta yaptığı konuşmada şöyle diyor:
—Elbette çek gibi bir kurumu işlemez hale getirmek doğru değildir. Bir yaptırımı mutlaka olmalıdır. Ekonomik hayat, ticari hayat çeke dayanan bir hayattır. Güveni elbette yansımalıdır, bunu koruma ihtiyacı vardır ama çek etrafında yaşanan bu büyük problemi de görmezlikten gelemeyiz. Derhal bu konuyu bütün boyutlarıyla çeki ticari hayatın güvenilir bir sağlam uygulaması, bir aracı, bir enstrumanı olarak sahiplenen, işler hale dönüştüren ve ortaya çıkacak olan faciaları da engelleyen, makul bir zemine çeken, Yargıtay’ın ve asliye hukuk mahkemelerinin bir çek mahkemesi haline dönüşmesine neden olan gidişatı kontrol altına alacak bir düzenlemeye şiddetle ihtiyaç vardır. Meclis başını kuma sokmamalıdır, olayın üzerine yürümelidir, bir an önce bu kanun mutlaka çıkarılmalıdır, Meclis tatile girmeden bu çıkarılmalıdır. Dün, Başbakan, Avrupa Birliği büyükelçilerine, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ile ilgili yasanın mutlaka çıkarılacağını, o çıkarılmadan tatile girilmeyeceğinin sözünü vermiştir.
Bu görüşlere katılmak mümkün değildir, çünkü bu görüşler gerçeği yansıtmamaktadır. Bu görüşler MHP Grup Başkan vekili Oktay Vural’ın gene 23 Haziranda mecliste yaptığı basın toplantısı ile paraleldir. MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural da, sadece çek verenlerin değil, alacaklı olanların da mağdur edilmeden dengeli bir çözüm getirilmesinden yana olduklarını söyledi.
Maliye Bakanı Babacan’da tedavülde 226 milyar çek olduğunu, af veya benzeri uygulamanın piyasada likidite sorunu yaratacağını söylüyor.
Yukarıdaki üç görüşü üst üste koyduğunuzda iktidar ve muhalefetin çek konusunda farklı düşünmediklerini görüyoruz, hatta daha ileriye giderek iktidarın muhalefetten daha ileride olduğunu söyleyebiliriz. İktidar partisi içersinde başta İyimaya olmak üzere sorunu doğru kavrayanlar vardır. İyimaya karşılıksız çeke cezanın Anayasa ve İnsan hakları açısında doğru olmadığının farkındadır ve 3167 sayılı kanunun yürürlükte olmadığını söylemektedir. Bu açıdan baktığınızda muhalefet partilerinin çok geride olduğunu tespit ediyoruz.
Baykal’ın dediği gibi çek ticari hayatın önemli bir enstrumanı mıdır? Bu sorunu yanıtını vermeden önce çekin hukuki anlamına ve dünyadaki uygulamasına bakmak gerekecektir. TTK’n una göre çekte vade söz konusu değildir, çek görüldüğünde ödenecek, nakit yerine geçen bir ödeme aracıdır. Türk hukukunda çekte vade yoktur, ancak TTK 707/2 mehaz kanunun aksine ileri vadeli çeklerin ibrazında ödeneceği öngörülmüştür. Mehaz kanunda ileri vadeli çekler için ödenebilir(payable, zahlbar) denmesine rağmen kanun ödenir olarak tercüme edilmiştir. Batı hukukuna baktığımızda durum şöyledir:
Karşılaştırmalı hukuktaki uygulamalara göz attığımızda, Fransız mahkemesi, 1945 yılında vermiş olduğu bir kararında, keşide tarihinden önce ödemeye ibraz edilip de, karşılıksız çıkan ileri keşide tarihli çek hakkında, karşılıksız çek yaptırımlarını uygulamamış, keşideciyi sadece açık kalan tutarın binde altısı oranında bir cezaya mahkum.(12)
Almanya uygulamasında ise, keşide tarihinden önce ibraz edilen çeklerin karşılığı varsa ödenmekte, yoksa hiçbir işleme tabi tutulmadan senet hamile iade edilmektedir.(13) Hamil müracaat hakkını kullanamamaktadır.(14)
İngiltere’de Bills of Exchange Act (1882)’in 13/2 maddesi, ileri tarihli çeki geçerli saymakla birlikte, doktrin ve mahkeme kararlarında, bu çekin üzerindeki tarihten önceki durumunun açık olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu çekler, keşide tarihine kadar ödenmesi mümkün olmayan bir bonoya benzetilmekte ve ileri keşide tarihli bir çeki dikkatsizlik sonucu ödeyen bankacının, hesap sahibini borçlandıramayacağı, çünkü bankanın bu hususta yetkisinin bulunmadığı, ödenmesi durumunda da bunu kendi sorumluluğu altında yapmış olacağı vurgulanmaktadır.(15)
Amerika’da, sonraki tarihli çek, ancak o tarihten sonra ödeme için ibraz edilebilmektedir. Uygulamada daha önce ibraz edilen çekleri, muhatap, ibraz edileceği tarihe kadar hamil hesabına saklamaktadır.(16)
Görüldüğü gibi batıda vadeli çek kabul görmemektedir. Şubat 2009 tarihinde 5838 sayılı torba kanun ile 3167 de yapılan değişiklikle 2009 yılı sonuna kadar ileri vadeli çeklerin erken ibrazı geçersiz sayılmış, Adalet Komisyonunda bekleyen çek kanunu tasarısında ise çeklerin erken ibrazı geçersiz sayılmaktadır. Görüldüğü gibi iktidar muhalefet partilerine göre çek konusunda çok ilerlerdedir ve batı hukukuna paralel düzenlemeler yapmaktadır.
Evrensel hukukta çek nakit yerine kullanılan bir ödeme vasıtasıdır, yani çek yazıldığında bankada karşılığı bulunması gerekir. Bu haliyle çek elbette korunmalıdır ve bir müeyyideye bağlanmalıdır. Peki, Türkiye’deki durum nedir? Türkiye’de çek uygulamada nakit yerine geçecek bir ödeme vasıtası olarak değil bono gibi sekiz aya varan, bazen daha uzun, bir ödeme aracıdır, tıpkı bono gibi. Bizdeki bu uygulamayı evrensel hukuka göre değerlendirdiğinizde çek bono hükmünde bile olmayan değersiz bir kağıttır. Çek bizde ticari ilişkilerden kaynaklanan borçlara karşılık bir ödeme aracı olarak kullanılmaktadır. Bakınız Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker Adalet Komisyonuna gönderdiği açıklamasında ne demektedir? Yargıtay Başkanının açıklaması:
”Bir ticari ilişkiden kaynaklı borcun yerine getirilmemesi ve suç olarak tanımlanması mümkün görülmemektedir. Suç genel teorisindeki sorumluluk esaslarına aykırı bir şekilde suç tipi tarif edilmektedir. Karşılıksız çıkan çek nedeniyle milyonlarca şikayet ve soruşturma sonucu kamu davası açılmaktadır. Bu durum Cumhuriyet savcılarının ve mahkemelerin ağır iş yükü altında kalmasına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle çekin karşılıksız çıkması ile ilgili sorumluluk, suç olmaktan çıkarılarak idari para cezasını ve/veya idari tedbiri gerektiren bir kabahat olarak düzenlenmelidir.
”Zira ileri tarihli çek uygulaması çekin işlerliği ve güvenirliğini ortadan kaldıran bir uygulamadır. Türkiye; de yanlış yerleşmiş bir teamüldür. Vadeli ödeme seçeneğini kabul eden kişilerin başvuracağı ödeme aracı çek olmamalı; bono ile bu amaç sağlanmalıdır. Çekin para gibi seri ve güvenli bir ödeme aracı haline getirilmesi, ancak buna her ne koşulda olursa olsun olanak sağlamak yerine kural olarak ileri düzenleme tarihli çekin düzenlenmesinin yasaklanması ve bu kanunun korumasından yararlanılamaması ile mümkündür. Piyasalarda en çok mağduriyete yol açan da ileri tarihli çeklere cevaz verilmesidir.”
“Yanlışı, yanlışla düzeltmek olanaklı değildir”
Yargıtay başkanı Türkiye’de yanlış bir teamül yerleştiğini, vadeli çekin yasaklanması gerektiğini söylüyor, vadeli çek yerine bono kullanılması gerektiğini söylüyor.
Anayasa Mahkemesi 2003 yılında 3167 sayılı yasanın iptali için verdiği ret kararında Türkiye’de uygulanan vadeli çek gerçeğini görmemezlikten gelmiş ya da Prof. DR. Hayri Domaniç’in dediği gibi bir cehalet örneği vermiştir; nitekim ret kararının bir yerinde şöyle denmektedir: Çeki keşide eden bankada karşılığı olmadığını bildiğine göre.. Sekiz ay vadeli tanzim edilen bir çekin bankada karşılığı elbette olmayacaktır. Gerçeklere böylesine göz kapamanın vardığı sonuç Baykal’ın verdiği rakamlara göre Başsavcılıkta ve Yargıtay’da bekleyen iki yüz otuz bin dosya ve acze düşen bir yargı.
Muhalefet salt eleştiri yapmak yerine bilgi sahibi olsa, çözüm önerse ülke için daha hayırlı olacaktır.


Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
3167 Mahkumiyetleri Hukuk Cinayetidir

27 Eylül 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   
Çek Mağdurları Ve Ekim Ayı
Çek Mağdurlarının son meclis ziyaretlerinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Burhan İşcan ve arkadaşlarına 15 Ekime kadar çek yasasının çıkacağını söylemiştir. Bu haberi hiçbir şekilde yalanlamadık. Buradan çıkacak iki soru var:
1-    Çek yasası çıkacak ama nasıl bir çek yasası?
2-    Sadullah Ergin bu sözünü tutabilecek mi?
Birinci sorunun cevabı uzun olduğu için önce ikincisine cevap verelim. Bu sorunun cevabını vermeden önce bir soru soralım politikacılar yurttaşlara verdikleri sözlerde hangi oranda duruyorlar? Bu sorunun yanıtının olumsuz olduğunu söylemeye gerek var mı sizce? Böylesi bir tümden gelim mantığı ile bakarsak sorunun cevabı şu olur; “Bütün diğer politikacılar gibi Sadullah Ergin de sözünde durmayacak”, ama biz öyle demiyoruz:
Bekleyip göreceğiz diyelim daha doğru olur.
Bunu belirttikten sonra Ekim ayında çek yasası çıkacak mı, çıkacaksa nasıl bir yasa çıkacak sorusuna dönmek istiyorum. Bu konuda kendi kişisel yorumumu yapacağım. Bu yorumdan önce şunları tekrarlamak istiyorum:
Bizim temel hedefimiz, temel vurgumuz şu olmalıdır: 3167 sayılı yasa 1 Ocak 2009 itibarı ile yürürlükte değildir, en azından yürürlüğü konusunda ciddi şüpheler vardır. Ciddi şüphe altında olan bir yasadan ötürü insanların hapsedilmesi bir insanlık cinayetidir. Bu yasayı uygulayan hakimler anayasa suçu işledikleri konusunda şüpheye düşmelidirler, insan hakları taraftarlarının ayağa kalkması gerekir.
3167 sayılı yasa yürürlükte değildir. Bu yasadan insanların hapsedilmesi hukuk cinayetidir. Ayağa kalkın!
Çek Kanunu Ve İhtimaller

22 Eylül 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

İhtimaller
Yeni Çek Kanunu ile ilgili en büyük beklenti geçmişe yönelik adli para cezalarına af geleceğidir. İkinci önemli beklenti, yeni kanunda adli para cezasının kalkacağıdır. İkinci ihtimal birincisine göre daha zayıftır, yani yaygın kanı çek cezalarında geçmişe yönelik af çıkacağı, ancak çek yasasında cezanın sürdürüleceği doğrultusundadır.
Neden Geçmişe Yönelik Af?
Bunun birinci nedeni çek davalarının yargıyı kilitlemiş olmasıdır. Yargıtay’da bekleyen 80 bin dosya, başsavcılıkta bekleyen 15o bin dosya var. Bu nedenle yargının önünü açmak için geçmişe yönelik affa daha fazla şans tanınmaktadır.
Karşılıksız Çeke Ceza Kalkar Mı?
AiHS ve Anayasa göz önüne alındığında karşılıksız çeke hapis cezasının kalkması gerekmektedir; bu olmasa bile suçu nevi değiştirilerek yeni TCK ile uyum sağlanması zorunluluktur.
Gelen Haberler
Muhalefetten, özellikle CHP’den gelen haberlerde, AK Partinin cezanın kalkması konusunda tamamen olumsuz olduğu doğrultusunda.  AK Parti kaynaklı haberler ise muhtelif. İyimaya’ya dayalı haberler yeni yasada cezanın kalkacağı, diğer AK Parti kaynakları ise cezanın çok aza indirileceği, büyük kolaylıklar getirileceği, bu arada bazı lehe düzenlemeler yapılacağı şeklindedir.

Bugün Admin blogunda yeni yazılar yazmış, yazılarının birinde şöyle diyor:
Çek mağdurları, burjuva sınıfına dahildir. Burjuva sınıfı eylem yapamaz. Düğünde damat, cenazede ölüdür.
Sosyolojik olarak bunun çok incelemesi yapıldı. Burjuva sınıfı iktidara oy verse de, kepenk kapatmayı da bilir.
Çek mağdurları da sosyal durumlarına uyan eylemleri yapmak zorundadır. Adaletin bekleyerek gelmediğini gördük.
Burada burjuva üzerine yürütülen düşünce sanki benim bir yorumuma cevap gibi geldi. O yorumumda küçük burjuvaların tarihte anarşik eylemlerin kaynağı olduğunu yazmıştım. Burjuva eylem yapmaz demiyordum. Bu anlatımım yanlış algılanmış demek ki Admin böyle bir cevap veriyor.
Burjuva sınıfı tarihte eylemin en büyüğünü yapmıştır; 1789 büyük Fransız Devrimi burjuva sınıfın öncülüğünde gerçekleşmiştir.
Küçük burjuva da eylem yapar, tarihe bakınız korkunç anarşist eylemlere hep küçük burjuva kökenli anarşistler imza atmışlardır.
Burjuva ile küçük burjuva arasındaki bu ince ayrımı iyi görmek gerekir sayın Admin arkadaş…
Bütün bunlara rağmen Özgür Beyin duruşunu beğeniyorum ve başarılar diliyorum kendilerine.
Ekim Ayında Ne Olacak?
Çek mağdurları 500 kişilik bir sayı ile meclis eylemine hazırlanıyor; ancak görünen o ki bu sayıya yaklaşamayacaklar. Eğer mecliste bir eylem tasarlanırsa, sayı 50, 60 kişiyi geçmeyecek gibi. Ayrıca çek mağdurlarının tutarlı bir programı yok, baş yok, altı üstü yok..

Ne yapılmalı?
Bir televizyon programına veya birkaç televizyon programına katılmak veya bu kanallarda haber olmak birinci yoldur. Bu başarılabilir mi? Bekleyip göreceğiz.
Az bir grupla da olsa Ankara’da oturma eylemi, zincirli, kelepçeli gibi etkili bir eylem yapılabilir, Ankara’ya bir şehirden uzun bir yürüyüş düzenlenebilir. Bütün bu eylemler için 20, 30 kişi yeterlidir.
Çek mağdurları yeni eylem biçimleri geliştirmeli. Bu blogun Tartışma ve İletişim sayfaları öneri ve yorumlarınıza açık.
Mesaj çekmenin artık modası geçti, bundan vazgeçilmeli bence. Ancak hazırlanacak etkili yazılar mektup veya kargo ile ilgili ve etkili kişilere gönderilebilir. Örneğin AK Parti üst yönetimine, CHP ve MHP yönetimlerine. Ben şahsen Murat Yalçın’ın Çek Mağdurları blogdaki yazısını bazı etkin yerlere gönderdim. Yalçın, yazıyı biraz kısa tutabilirdi ama olsun çok güzel ve etkileyici bir yazı idi, çok beğendim.
İkna edici etkileyici yazıları mektup ve hatta kargo ile gönderin mesela.
Ben şahsen kendi yazılarımı yüzlerce yere gönderiyorum, faks veya mail ile. Bundan böyle mektup veya kargoyu deneyeceğim.

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
[94]Halkın Gazabı

20 Eylül 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

Yüz binlerce karşılıksız çek davası, on binlerce çeke dayalı başka davalar, milyonlarca icra haciz ve insanlığın yüz karası bir ekonomik düzen sürüp gidiyor. Milyonlar suskun, sessiz, bu sessizlik yönetenleri ürkütmeli.
Bir Kürt açılımı, bir demokrasi açılımı teranesi sürüp gidiyor. Sen önce, Türk’ü ile Kürt’ü ile yüz binlerce insanı insanlık ayıbı olan karşılıksız çek zulmünden kurtar.
Milyonlarca insanın en gerekli ev eşyalarını hacizden kurtar.
Önce bu insanların onurlarını kurtar, yaşama haklarını sosyal bir devlet olarak garanti altına al. Sonra ya da eş zamanlı olarak diğer açılımları gündeme getir. Bunu yapmıyorsun, yapamıyorsun, çünkü Kürt ve Türk hakim sınıfları buna izin vermiyor. Halk en önce insanlık dışı bir tehditten, borç yüzünden hapis tehdidinden kurtulmak istiyor, sonra iş, aş istiyor; tabii sizin kolayınıza geliyor halkı boş laflarla oyalamak, hamaset nutukları atmak, boş barış teraneleri tutturmak, kolayınıza geliyor.
Türk bayrağına sarılı cenazeler gelmesin diyorsunuz, Türk bayrağına sarılı olmayan cenazeler değersiz mi efendiler! Acaba bir yılda Trafik kazalarında kaç kişi ölüyor, mega köy İstanbul’un göbeğinde selde boğulanları bu sayıya eklediğinizde ve bir de buna eksik beslenmeden erken yaşta göçüp gidenleri kattığınızda göreceksiniz ki Türk bayrağına sarılı gelen cenaze sayısı bu sayının yanında çok küçük kalacaktır.
Özlemimiz şu: İnsanlar pis bir savaşta boşuna ölmesin! Bu anlamsız savaş dursun, insanlar bir ilk çağ uygulaması ile borcundan ötürü hapse atılmasın, yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli olan ev eşyaları; buzdolapları, mutfak araç ve gerekleri, televizyonları sırf baskı uygulamak gibi sadist duygularla haczedilmesin, bütün yurttaşların yaşamlarını sürdürebilmeleri için asgari koşulları devlet yaratsın, özlemimiz budur.
Yüz binlerce insan karşılıksız çek davaları yüzünden her gün mahkemelere taşınıyor, böyle bir ekonomik düzeni hiçbir uygar ülkede göremezsiniz, Babacan böyle bir ekonomiyi yönettiği için utanmalı, ekonomiden sorumlu hiçbir yetkili böyle hapis tehdidi ile yönetilen bir ekonomiyi savunamaz. Bu davalar ekonomin yüz karasıdır, yönetenler utanmalı, bakın bakalım Fransa’da kaç karşılıksız çek davası, Almanya’da kaç tane, bakın bir uygar ülkelere ve utanmazsanız, ar damarınız çatlamış demektir.
Mağdurlar mağdur, sesleri çıkmıyor, çıkaramıyorlar seslerini. Ama sessiz milyonlar sizi korkutsun, Kürt gerillalara karşı sizi koruyan TSK var, ama halkın bütünü söz konusu olursa TSK’nin yeri bellidir. Bu sessiz yığınlar bir gün gayri yeter deyip ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman gelir çatar, zaman ola, gün ola…
Onlar
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

onlar ki uyup hainin iğvasına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.

en bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
asırda onlar yendi, onlar yenildi.
çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi

NAZIM HİKMET
[98]Çekin Tarihi ve 3167

15 Eylül 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

KARŞILIKSIZ ÇEKE CEZA
TBMM 3167 sayılı kanunla 1929 TBMM’nin gerisine düşmüştür.1929 Türkiye Büyük Millet Meclisi çekte suçun oluşmasını kasta bağlarken, tıpkı yeni TCK'nun 21. Maddesi gibi, 3167 garabet bir yasa olarak objektif suç gibi modern hukukun benimsemediği ucube bir suç getirmiş ve adil olmayan bir yargılama usulü benimsemiştir. 3167 sayılı kanun Osmanlı döneminde çıkarılan 1914 tarihli 26 maddelik “Çekler Hakkında Kanun” ’dan da geridir. Çekler hakkında kanun sahteliği cezalandırmaktadır.
Çekin tarihi bize ilginç şeyler öğretiyor.
ÇEKİN TARİHİ
Çekin tarihini İlk Çağa kadar indirenler vardır. Çekin ulusal arası önemi 19. Yüzyıllından itibaren başlar. 23.2.1931 tarihinde yapılan Cenevre Konferansı ile çek konusunda uluslararası bir anlaşmaya varılmıştır.  Tek Tip Çek Kanunu Cenevre’de yapılan üç anlaşmadan biridir. Tek Tip Çek Kanunu 57 maddeden oluşmakta idi. Bu anlaşmalar 1 Ocak 1934 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu anlaşmaları parlamentodan geçirmek suretiyle kabul etmiş değildir, ancak 1957 tarihinde yürürlüğe giren ve halen de yürürlükte olan Türk Ticaret Kanununun çekle ilgili hükümleri İsviçre Borçlar kanunundan alınmıştır ve İsviçre Borçlar Kanunun çekle ilgili hükümleri Cenevre anlaşmasına dayanmaktadır.
Osmanlı’da çekle ilgili ilk kanun 20 Nisan 1914 tarihli ve 26 maddelik ÇEKLER HAKKINDA KANUN’DUR. Gene 1914 de yürürlüğe giren Ceza kanunun 155. Maddesi çekle ilgili cezaları düzenlemektedir.  155. Madde çekte sahtekarlığı bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırmaktadır.
03.10.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3167 sayılı kanuna kadar çeklerle ilgili olarak özel bir ceza kanunu yoktu. Karşılıksız çek suçu, TBMM’nin 07.01.1929 tarihli 471 sayılı yorumu dolayısı ile TCY’nin 503. Maddesi kapsamında  “dolandırıcılık” suçu olarak değerlendirilmekte idi.
TBMM 17.01.1929 gün ve 471 sayılı yorum kararı şöyledir ; “ Karşılığı olmadığı halde çek keşide edenlere ceza tertibine dair TTY’nin 610 (695) maddesine bir fıkra eklenmesi istenmekte ise de, TCY’nin 503. Maddesinde yer alan dolandırıcılık hakkındaki suçlar, karşılıksız çek keşide edenlerin hareketine uygun düşmektedir. Muhatabı elinde çek parası olmayanların hile, sania, kötü niyet, kayıtsızlık ve ihmal ile çek keşide ettikleri takdirde, taşıyanı zarara sokmak sureti ile dolandırıcılık cürümünü işlemiş olurlar. TCY’nin genel hükümlerinin uygulanması halinde hesabının kesin sonucunu bilmeyerek, yanlışlıkla çek keşide edenlerin hareketlerinde suç kastı bulunmaması nedeni ile ceza sorumluluğu söz konusu olamaz. Bu yaptırım ve güvence karşısında Ticaret kanununun sözü edilen maddesine bir fıkra eklenmesine yer olmadığına TBMM Genel Kurulunca karar verilmiştir.”
ÇEKİN TARİHİ 2
KARŞILIKSIZ ÇEKE HAPİS
2002 yılında 3167 sayılı kanun yeniden gündeme gelince zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Çek Komisyonunda yaptığı konuşma ile karşılıksız çekte hapis cezasına karşı görüşlerini açıklamış, şöyle demiştir:
“Türkiye’de 3167 sayılı Kanun, çekin karşılıksız çıkmasını şekli bir suç haline getirmiştir. Ondan önce karşılıksız çek, eğer çek keşidecisinin dolandırıcılık kastı varsa ceza konusu olmaktaydı. Oysa 3167 sayılı Kanun’un getirdiği sisteme göre çek, ister ibraz süresi içinde, ister ibraz süresinden önce muhatap bankaya ibraz edilmiş olsun, kısmen veya tamamen karşılığı yoksa keşideci bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu, dünyada Türkiye’ye özgü bir durumdur.
Karşılıksız çekle ilgili cezai yaptırımlar öngören Fransız hukukunda bu nedenle ceza verilebilmesi için çek keşide edenin bu işlemi yaptıktan sonra çekin karşılığını bizzat çekmesi, başka bir kimseye devretmesi veya çekle ilgili ödeme yasağı koyması ve bütün bu işlemlerle üçüncü kişileri zarara uğratmak kastının olması gerekir. Karşılıksız çek için cezai yaptırım öngören diğer bazı ülkelerde ise sadece para cezası öngörülmüştür.
Türkiye’de karşılıksız çek dolayısıyla bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörülmesi, hele bu hapis cezasının ibraz süresinden önce muhatap bankaya ibraz edilmiş çekler için de uygulanması, ülkemizde adeta bir sosyal felaket ortaya çıkarmıştır. Çünkü halen ülkemizde karşılıksız çek nedeniyle bir yılda açılan davalar, aynı süre içinde açılan tüm ceza davalarının % 15’ini bulmaktadır”.
Görüldüğü 2002 yılında Hikmet Sami Türk 1929'daki Türkiye büyük Millet meclisinin yorum kararındaki ve şu anda halen bütün dünyada ve özellikle uygar dünyadaki gibi karşılıksız çekte hapis cezasına örnekler vererek karşı gelmektedir. Kast, hile ve desise olmadan karşılıksız çeke hapis cezası Türkiye’ye özgü bir durum, diyor Hikmet Sami Türk.
Hikmet Sami Türk o zaman çekte vadeye de karşı çıkıyordu. Bütün bu gelişmeler karşısında Merkez Bankası bir açıklama yaparak, Hikmet Sami Türk’ün bu görüşlerine tepki gösteriyor, tıpkı 2009 yılında Babacan ve diğer ekonomi otoritelerinin tepkisi gibi. Merkez Bankasından şu açıklama yapılıyor. Hürriyetin o tarihteki haberi:

“Merkez Bankası yeni çek kanunu konusunda uyardı
Yeni çek kanunu tasarısına göre çekin üzerinde yazılı tarihten önce ibraz edilen çekin karşılığının bulunmaması durumunda, çekin vadesi gelinceye kadar yasal bir işlem yapılamayacak. Merkez Bankası, bu düzenlemenin çekin değerini düşüreceği gerekçesiyle karşı çıktı.”
Hikmet Sami Türk’ün içerisinde bulunduğu Ecevit Hükümetinin ömrü çek kanununda değişiklikleri yapmaya yetmedi. 3167 sayılı kanun daha sonra 2003 yılında AK Parti iktidarı tarafından bugün ki haline sokulmuştur.
ÇEK KANUNU KONUSUNDA TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN İZLEDİĞİ YOL İBRET VERİCİ.
1914 yılındaki Osmanlı Çek kanunu bugün ki çek kanunundan daha çağdaş. 1929 yılında TBMM'nin kararı ise bugün ki 5237 sayılı TCK ile ve Anayasa ile daha uyumlu.
2009 yılında çek kanununda adli para cezasının, dolayısı ile hapisliğin kalkması gündeme gelince bu kez piyasada likidite darlığı olur diye Babacan’dan tepki geliyor.
Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine!

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Bir Deli Kuyuya Taş Atmış…..

2 Eylül 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

ÇEK KANUNU
“DELİNİN BİRİ KUYUYA TAŞ ATMIŞ, YEDİ MAHALLE TOPLANMIŞ ÇIKARAMAMIŞ”
ÇEK KANUNU DELİNİN KUYUYA ATTIĞI TAŞ GİBİ
Çek kanunu üç kez yapılan değişikliklerle 25 yıldır yürürlükte. Ekonominin olmazsa olmazı gibi, insanlar 25 yıldır bu yasaya alıştı, herkes zannediyor ki bu yasadaki ceza kalkarsa ekonomi tepe taklak olur. 3167 ve karşılıksız çeke ceza kabullenilmiş, aksi düşünülemiyor
Oysa bu anlayış ve kabulleniş gerçeği yansıtmıyor. Ama kimsenin umurunda değil, hiç kimse karşılıksız çeke cezayı düşündüğü yok, kimsenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Anayasanın 38. Maddesine aldırdığı yok. Karşılıksız çeke ceza, adam yaralamaya, hırsızlığa verilen ceza gibi içselleştirilmiş.
Bu ceza uygar dünyada yokmuş,
Dünyada çeke ceza veren iki Latin Amerika ülkesi ve bir de Türkiye varmış,
Karşılıksız çeke ceza çağ dışı imiş,
Anayasa ve İnsan Hakları Sözleşmelerine aykırı imiş,
Bütün bunlar kimsenin umurunda bile değil.
Parti yönetimleri karşılıksız çeke ceza konusunda bilgisizler. Milletvekilleri bu yasadan bi-haber.
Meclis Ziyaretimizde MHP Grup Başkan vekili Oktay Vural’a soru sordum, CHP ağır topu Kılıçdaroğlu ile diyalogumuz oldu; gördüm ki işin özünü bilmiyorlar. Oktay Vural’a 3167 artık yürürlükte değil dedim o da bana;
—İçtihat var mı? Dedi.
Zaten sorun da içtihat olmayışında değil mi?
Oktay Vural şu cevabı verebilirdi:
—Size katılıyorum, uyum yasası çıkmadığı için artık 3167 yürürlükte değil, verilen cezaları kanunsuz buluyorum, Yargıtay’ın durumu bir daha gözden geçirmesi gerekir.
Ben Vural ile diyalogumda fikrini anladım ve basın toplantısında içeri girmedim, yanında oturmadım, orda olanlar biliyorlar. İzmir’den Kadir içeri girmem için mesaj gönderdi.
Kılıçdaroğlu ile aramızda geçen diyalog siyasi partilerin yönetimlerini ve milletvekillerini anlamak için harika bir örnek. Ben, toplantıda Kılıçdaroğlu’na yakın oturdum ve 3167'nin yürürlükte olmadığını anlatarak CHP'nin bu konuda sesini yükseltmesini istedim. Kılıçdaroğlu skandal bir cevap verdi. Aynen şöyle:
—3167 sayılı kanun yürürlükte olmasa bile hukukta bir kural vardır, hakimler kanun olmadığı zaman örf ve adete göre örf ve adette yoksa kendilerini vaaz-ı kanun yerine koyarak(TBMM) hüküm vaaz edebilirler.
Bu anlayış ceza hukuku açısından tam bir skandaldır. Kılıçdaroğlu'nun anlattığı hukuk davaları için geçerli bir kuraldı, ceza hukukunda bunun tam tersi söz konusu idi ve kanunsuz suç olmaz modern ceza hukukunun ve TCK’nun temel prensiplerindendir. Şöyle ki: TCK Madde 2
2 - (1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.
(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.
(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.
Bu kural aynen anayasamızda da vardır.
Kısaca 3167 cehaletin bir ürünüdür. Prof. Dr. Hayri Domaniç Kurandan örnek vererek boşuna o zamanki Anayasa Mahkemesi üyelerine cahil demiyor.
İNSAN ZALUMEN CEHULA (Kurandan)
Yani insan zalim ve cahildir. Benim Cek Magdurları Blog Spottan kaldırılan yazımda bu konu açıklanıyor. Yazı benim blogda duruyor ve yazının sonunda link verilecektir.
Meclis eylemine katılan çek mağdurları sonradan anladım benim bu yoklamalarımın farkında değillerdi. Onlar Vural’ın bir pohpohlaması ile mest oluyor, Kılıçdaroğlu’nu doğru anlamıyorlardı.
Ben toplantıda Kılıçdaroğlu’na yasa böyle çıkarsa Anayasa Mahkemesine gidip gitmeyeceklerini sordum aldığım cevap şu:
—Uzmanlarımız inceler ve karar veririz.
Ne demek bu? Tasarı ortada; siz hala tasarının Anayasa’ya aykırı olup olmadığını bilmiyor musunuz? Kılıçdaroğlu'ndan bu cevabı duyunca kötümserliğe kapıldım. Yanımdaki çek mağdurları mutlu idiler, çünkü anlamıyorlardı.
Parti yönetimleri ve milletvekilleri nasıl aydınlatılacak? En başarılı biçimde bunu yapacak olanlar akademisyenlerdir. Olmadı konuya iyi bilen avukatlardır. İnsanlar söze değil sözü söyleyene bakıyorlar.
Bu nedenlerle profesörlerin safa çekilmesi çok önemli; mesela Prof. Dr. Yücel Sayman.
Ben söylüyorum, bu meclis, bu parti yönetimleri çek kanunu konusunda bilgisizler. On bin mesaja bedeldir bir profesörün yapacağı açıklama.
Bankaların Hedef Alınması Çok Doğru Bir Tavır Değil,
Bankalar Olumsuz Bir Etken Ama Lehe Çevrilebilir.
Bankaların hedef alınması da çok yerinde bir tavır değil. Ben Çekin ekonomi için gerekli bir enstruman olduğuna inanmıyorum. Yukarıda açıkladığım gibi bankalarda 25 yıldır bu yasaya alıştı, ceza kalkarsa kıyamet kopar sanıyorlar. Oysa bu yanlış bir kanıdır. Dünyada hiçbir ülkede çeke ceza yok diye kıyamet kopmuyor da bizim ülkemizde neden kıyamet kopacak. İnsanlar çeklerini ceza korkusu ile mi ödüyorlar?
Bankalar istihbarat yaparak, bilançolarda mali tahliller yaparak para veriyorlar. Modern bankacılık budur ve bizim bankalarımızın güvenli para satmak için çağ dışı bir cezaya ihtiyaçları yoktur.
Çek mağdurları kendilerine düşman yaratma yerine dost edinme gayreti içerisine girmeleri gerekir.
Öyle, CHP İş Bankasının Sahibidir, CHP'nin paraya ihtiyacı var gibi asılsız haberler çek mağdurlarının çıkarına değildir.

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Karşılıksız Çeke Hapis AB Uyum Mevzuatına Aykırıdır

26 Mayıs 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

ADALET KOMİSYONUN DEĞERLİ ÜYELERİ
Karşılıksız Çeke Hapis Cezası Çek Kanunu Tasarısında Devam Ediyor
TBMM Adalet komisyonundaki Çek kanunu Tasarısının 5. Maddesi karşılıksız çeke 1500 iş gününe kadar adli para cezası öngörmektedir. Bunun anlamı adli para cezasını ödeyemeyenler 1500 güne kadar hapis yatacaklardır. Bu da yaklaşık 4 yıl hapis cezasına denk gelir. İnfazların birleşmesi ile toplam hapis cezası ise 5 yıldır. Ekonomik suça ekonomik ceza deyimi hem literatürde olmayan bir deyimdir, hem de çeklerini veya adli para cezasını ödeyemeyenler için bir anlam ifade etmemektedir. Bu insanlar sonuçta hapisle cezalandırılmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek protokol 1. Maddesi hiç kimsenin borcundan ötürü özgürlüğünden yoksun bırakılmayacağını hüküm altına almaktadır. Anayasanın 38.maddesi de bu düzenlemeye paralel bir düzenleme yapmıştır ve borç için hapsi yasaklamıştır. Protokolün 1. Maddesi şöyledir:
Borç İçin Hapis Yasağı
Article 1 Prohibition of imprisonment for debt
No one shall be deprived of his liberty merely on the ground of inability to fulfil a contractual obligation
Hiç kimse sadece bir sözleşme yükümlülüğünü yerine getiremediği için özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.
Komisyondaki Çek kanunu Tasarısı Anayasaya aykırı olduğu gibi AB mevzuatı ile de uyumlu değildir.
Söz konusu tasarı 5237 sayılı Türk ceza kanunu ile de uyumlu değildir. Türk ceza kanunun 21. Maddesi suçun oluşması için kastın varlığını şart koşmaktadır. 21. Madde şöyledir:
TCK 5237 MADDE 21. - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
Her ne kadar 5. Madde ‘sebebiyet’ vermek ifadesi ile suçu şekli olmaktan çıkarıp kusur ilkesini benimsemişse de bu yeterli değildir. Maddenin gerekçesinde sebebiyet verme doğal afetlere bağlanmaktadır. Bu, uygulamada maddenin yorumunu daralmakta ve eğer doğal afet yoksa suçun oluşmuş olacağı gibi bir sonuç çıkarılabilecektir. Oysa 5237 sayılı kanunu 21. Maddesi ve bu maddenin gerekçesi bu düzenlemeden tamamen farklıdır.  Suçtaki kastı veya taksiri doğal afetlerle sınırlamak mümkün değildir.
Tasarı zorlama ile bir yandan Anayasanın 38. Maddesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ve TCK'nun 21 maddesini dolanmaktadır.
Tasarını bu şekli ile yasallaşması halinde Anayasa mahkemesinde İptal davası söz konusu olacağı gibi yığılan ve yargıyı işgal eden davaların Avrupa insan Hakları Mahkemesine gideceği de düşünülmektedir.      
Komisyonunuzda görüşülmekte olan Çek Kanunu Tasarısı İle İlgili Görüşlerimi Sizlerle Paylaşmak istedim, saygılarımla.

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Karşılıksız Çeke Hapis Zulümdür, Adaletsizliktir, Haksızlıktır!

6 Mayıs 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   

KARŞILIKSIZ ÇEKE HAPİS ZULÜMDÜR, ADALETSİZLİKTİR, HAKSIZLIKTIR! SON VERİN AZINLIĞIN ÇOĞUNLUK ÜZERİNDEKİ BU TAHAKKÜMÜNE!
İnsanlar demir parmaklıkların arkasında, sevdiklerinden uzakta, aileler perişan, ya da insanlar kaçak yaşıyor, bir çözüm bekleyişi ile korku ve endişe içerisinde geçiyor günleri. Ya da süren davalarla, geleceğe umutla değil kaygı ile bakarak. İnsanlar mutsuz..
Ne için bu çile? Ne adına? Kimlerin çıkarına?
Kim diyebilir ki bu bir suçtur ve suç işledikleri için bu insanlar cezalandırılıyor. Tersten bir soru: Bana bir suç gösterin ki dünyanın herhangi bir başka ülkesinde suç olmasın, karşılıksız çekten başka. Karşılıksız çek Türkiye’ de suç ama dünyanın başka herhangi bir ülkesinde suç değil.
KİMSE KİMSEYİ KANDIRMASIN.
Hiç kimse, hiç kimseyi kandırmasın. Türkiye’de çek, tıpkı bir bono gibi bir teminat olarak, herhangi bir senet gibi kullanılmaktadır. Nakit yerine geçen bir ödeme aracı değildir. Tek özelliği adli para cezasından ötürü tahsildeki avantajıdır. Yani insanlar, imkanları varsa hapse girmemek için çeklerini ödüyorlar. Eğer imkanları yoksa da olmadık çileler onları bekliyor. Kimin adına o zaman bu iş? Alacaklılar adına, banka, faktorink ve benzeri finans kurumları adına elbette. Demokrasilerde var mı böylesi, bir zümreye ayrıcalık tanımak? Sırf onlar alacaklarını daha kolay alsınlar diye diğer insanları hapse tıkmak? Bu nasıl bir adalet anlayışıdır, bu nasıl bir demokrasi, uygarlık anlayışıdır? Utanma yok mu?
Kanunun adı bile insan hakları adına demokrasi adına utanç verici! “Çek hamillerini koruma…” . Kimi kime karşı koruyorsunuz? Var mı böyle yurttaşlar arasında ayırımcılık yapmak? Nereye sığar bu? Değerli hocam, hocaların hocası, hakimlerin, avukatların hocası Prof. Dr. Hayri Domaniç bu nedenlerle 3167'nin iptali istemini ret eden Anayasa Mahkemesi’ne ağır şekilde hatalıdır diyor. Hoca bu kanun için zulüm ve cahilliktir diyor. Bu sözleri 2003 yılında söyledi hoca. Duymadınız mı efendiler! Duydunuz ise utanmadınız mı? Artık bu cehaletten, bu zulümden dönün. Hakkınız yok buna.
Yazdım ben bu blokta. Anayasa Mahkemesi, karar gerekçesinde gerçeklere sırtını dönmüştür. Gerekçenin bir yerinde ne diyor? Aynen şöyle:

………….. çeki keşide eden karşılığı olmadığını bildiğine göre ………
Ayıp bu. Koca adamlarsınız. Yüksek bir mahkemenin üyelerisiniz. Her çek keşide eden çekini vadesi gelince ödeyemeyeceğini nerden bilecek? Sırf minareyi kılıfına uydurmak için vadeli çekleri görmemezlikten gelmek yakışık alır mı? Pes derim…
Siz kanun koyucular, siz hükümet üyeleri, çek kanununa ekleyeceğiniz bir kelime ile bu haksızlığa bu zulme son verebilirsiniz. Gene bu blogda yazdım. Kanuna “kasten” kelimesini ilave edin bitsin bu zulüm. Kanun bu şekli ile kötü niyetli ile iyi niyetliyi ayırt etmiş olacak.

Bu nasıl bir ülke ki, hakimleri, avukatları yetiştiren hukuk fakültesinin dekanı bu ülkenin parlamentosunda bir açıklama yapıyor ve diyor ki;
31.12.2008 tarihine kadar çıkması gereken uyum yasası çıkmadığı için karşılıksız çekten hapiste olanlar artık tahliye olacak, devam eden davalar düşecek. Ve bu ülkenin parlamentosunun Adalet komisyonu başkanı bu açıklamayı doğruluyor. Ama gelin görün ki hiçbir şey değişmiyor o ülkede. İnsanlar hala hapiste, karşılıksız çek davaları devam ediyor. Bu nasıl bir ülke ki hakimler hocalarını dediklerine aldırmıyor. Ne diyelim? Hocalar hatalı ise bu hakimlerden nerden öğrendi bu hukuku. Hocalar mı öğretemedi, onlar mı öğrenemedi? Bu neme nem bir iş ki bu ülkede aynı konuda aynı adliyede farklı farklı kararlar çıkıyor. Efendiler bir yerlerde bir yanlış olduğunu hala anlamıyor musunuz, yoksa anlamak işinize mi gelmiyor? Dileğim anlayın artık, sonra geç olabilir..

Kaynak :    http://rahmiofluoglu.wordpress.com
[112]Karşılıksız Çeke Hapis ve Adil Yargılanma Hakkı

2 Mayıs 2009    Av. Rahmi Ofluoğlu   
Karşılıksız çeke hapis cezası Anayasa’nın 38. Maddesine, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na, İnsan hakları Sözleşmesinin 6. Maddesine ve ek 4 nolu protokolün 1. Maddesine aykırıdır.
5237 sayılı yasanın 21. Maddesi suçun oluşması için kastı kaçınılmaz görmektedir. Bu düzenleme çok açık ve nettir. Oysa, 3167 sayılı yasanın 16. Maddesi ise, suçta kasıt aramamaktadır. 5237 sayılı yasanın 21. maddesi şöyledir:
Kast
Madde 21. - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
Türk Ceza Kanunu 5. madde, özel kanunların ceza içeren suçlarında TCK’nun hükümleri uygulanır demektedir. 5237 sayılı yasanın 5. Maddesi şöyledir:
Özel kanunlarla ilişki
Madde 5. - (1) Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.
Çeke hapis cezası verildiğine göre, demek ki, TCK’nun 5.maddesine göre çek davalarında TCK uygulanacaktır. Bu durumda 3167’nin çek keşide etme suçunda kasıt aramayan hükümleri TCK’nun 21. maddesi ile çelişmektedir.
Sadece borçlu olmanın neresinde kasıt olabilir ki. Ticaret adamları ekonomik krizler v.b sebeplerden zor duruma düşebilirler. Çeklerini ödeyemeyebilirler. Burada kasıt olmayabilir. Kasıt olmayan olayda ise, suç oluşmaz. Kasıt olup olmadığının adil yargılama ile araştırılması bir zorunluluktur.
Borç İçin Hapis Yasağı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 4 nolu protokol 1. maddesi sadece borç için hapis yasağı verilemez demektedir.
- - - - - - - -- - - - - - - -- - - - - - - -- - - - - - - -- - - - - - - -- -
Article 1 - Prohibition of imprisonment for debt
No one shall be deprived of his liberty merely on the ground of inability to fulfil a contractual obligation.
Türkçesi:
Borç İçin Hapis Yasağı
Hiç kimse sadece bir sözleşme yükümlülüğünü yerine getiremediği için özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.
- - - - - - - -- - - - - - - -- - - - - - - -- - - - - - - -- - - - - - - -- -
Prof. Dr. Tekin Akıllıoğlu “inabilty” sözcüğü üzerinde durarak, ödemeyenler değil ödeyemeyenler şeklinde bir ayırım yapmakta ve ödemeyenlerin koruma kapsamında olmadığı sonucuna varmaktadır. Akıllıoğlu, 2001 yılında bir toplantıda sunduğu bildiride şöyle demektedir:
Birinci madde “yerine getirememe” 'den (inability) söz etmektedir. Dolayısıyla borçlu ödeyebilecek durumda olup da ödemeyi reddediyorsa koruma kapsamına girmez.
Ayrıca maddede “yalnızca” (merely) kelimesi de kullanılmıştır. Borçlu hile ile ya da kötü niyetle hareket etmişse 1.madde hapsine engel değildir. Sonradan ödemezlik durumunda olduğu anlaşılsa bile durum değişmez.
Gerçekten 1. madde iradi olmayan ödeyememe durumuna ilişkindir. Maddede geçen “yerine getirememe” (n’est pas en mesure d’exécuter/on the ground of inability) deyiminin “istese bile ödeyemeyecek” olan bir kimsenin durumunu anlattığı açıktır.
Bizde yeni çek tasarısına “ kasten” sözcüğünü ekleyerek bu ayırımın sağlanabileceğini savunmaktayız. Borcunu ödeyemeyenle, ödemeyeni, iyi niyetli ile kötü niyetliyi ayırabilir ve yasanın neden olduğu adaletsizliğe son verebiliriz.
Adil Yargılanma Hakkı (right to a fair trial)
Elbette, gerçekten ödeyemeyen ile ödemeyeni ayırt etmek için adil yargılama gerekmektedir. Türkiye’deki karşılıksız çek yargılamalarındaki durum, bırakın adil yargılamayı, yargılamadan yokluğunda hapis cezasını vermek üzerine kurulmuştur.
Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 6. Maddesi adil yargılanma hakkını düzenlemektedir:
Madde 6
3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek
Mevcut yasa (3167) ve TBMM deki yeni çek kanunu tasarısı, sözleşmenin adil yargılama hükümlerini hiçe sayan düzenlemelerdir. 3167 sayılı yasanın 16 maddesi ve tasarının 5. maddesi hızlı bir yargılama usulü ile sanığa yeterli savunma hakkını vermeden, savunma hakkını hiçe sayan düzenlemeler içermektedir. Her ikisinin de (kanun ve kanun tasarısının) yargılama usulü şöyledir: […]
Sanığın bankada mevcut adresine tebligat yapılmaktadır. Tebligatın iadesi halinde tebligat kanunu 35’e göre tebligat yapılmakta ve sanık duruşmaya gelmese bile gıyapta mahkum edilmektedir.
5237 sayılı Türk ceza kanununun ilgili maddelerine göre savunmasız, sorgusuz ceza verilmesi mümkün değildir.
Sözleşmenin (AiHS) yukarıda aktarılan sanığın asgari haklarını düzenleyen 6.maddenin 3. Fıkrası savunmayı zorunlu ve kaçınılmaz saymaktadır. Sözleşme bırakınız savunmasız ceza vermeyi, parasal durumu iyi olmayanlara avukat tayinini, adil yargılamanın asgari sanık haklarından saymaktadır.
3167 sayılı kanun ve aynı doğrultuda düzenleme yapan kanun tasarısı ise üstünkörü bir tebligatla sanığı sorgusuz, savunmasız mahkum etmektedir. Bu yargılama yöntemi son derece adaletsiz olduğu gibi sanık bile olmaması gereken suçsuz insanların mahkum olmasına neden olmaktadır. 3167 sayılı yasanın ve gündemdeki çek yasasının bu mantığını anlamakta güçlük çekiyoruz.
Savunma hakkını böylesine yok sayan bir yasanın adil olmasından, çağdaş olmasından söz etmek mümkün mü? Çek keşidecisi saat farkı ile bankada adres güncellemede gecikse, banka savcılık yazısını postaya verdikten 5 dakika sonra gelecek güncelleme sanığın gıyapta yargılanıp mahkum olmasına neden olacaktır. 
5490 sayılı nüfus hizmetleri kanunu ve hükümet kararları ile yürürlüğe giren adrese dayalı nüfus kayıt sisteminin yürürlükte olduğu günümüzde yasa tasarısının hala bankanın kayıtlarını esas alması bir başka garipliktir. Yürütme kendi kayıtlarına değil, özel bir kurumun kayıtlarına itibar etmektedir. Kendini inkar eden, kendine güven ve saygı duymayan bu yönetim anlayışını anlayamıyoruz. […]
Göstermelik bir tebligatla, avukatsız savunmasız, savunma için yeterli zaman tanımadan, alelacele mahkumiyet kararı verilmesinde ne gibi yüce bir gaye vardır anlayan beri gelsin.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ne diyor? Savunma için yeterli zaman,  ekonomik durumu iyi olmayana parasız avukat tayini. Bu anlayış ile çek yasasının anlayışını bağdaştırmak mümkün mü?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ve Adil Yargılanma Hakkı, Borçtan Hapis Yasağı
AiHM’ sinin adil yargılanma ile ilgili birçok kararı olmasına rağmen, ek 4 nolu protokol madde 1 ile ilgili, ‘borçtan hapis Yasağı’na ilişkin uygulaması olmadığını biliyoruz. Adil yargılama ile ilgili Türkiye aleyhine verilmiş kararlar mevcuttur. Kitabın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AiHM) Kararları ve İlgili Hükümler bölümlerinde AiHM’nin kararlarını bulabilirsiniz.
Bizce, ek 4 nolu protokol madde 1 ile ilgili uygulama olmayışı sözleşmeye taraf ülkelerde Türkiye hariç bu maddenin ihlali olmamasındandır.. Türkiye’den bu maddeye ilişkin AiHM’ ne dava gitmeyişi ise, bizce bu maddenin Türkiye’de ihlal edilmeyişinden değil, Türkiye’de mağdurların haklarını savunacak sivil, özel, resmi organizasyonların olmayışındandır. Banka ve faktorink lobileri bu konuda son derece etkili ve örgütlüdürler. Borcunu ödeyemeyip hapse düşen insanlara kim sahip çıkacak? Banka ve faktorink avukatları mı? Bu olamaz tabii ki.
Ancak bugünden sonra, parlamento veya yargı bu soruna bir çözüm üretemez ise AiHM’ne başvuruların olacağına kesin gözü ile bakıyoruz. Çünkü sorun sosyal bir yaraya belki daha öteye gitmeye adaydır. Biz sağduyunun hakim olacağını ve alacaklılar adına bir zulüm mekanizmasına dönüşen bu çağdışı uygulamanın biteceğini umuyoruz.
[118]Röportaj
Av. Rahmi OFLUOĞLU ile
karsılıksızcek.wordpress.com ‘da
27 Eylül 2009

— Vadeli Çek Ekonomi İçin Gerekli Bir Enstruman mıdır?
Çek elbette ticari yaşamın bono, poliçe gibi TTK’nda düzenlenmiş bir enstrumanıdır. Benim itiraz ettiğim, çeki güvenilir hale getirmek için temel insan haklarını, uluslararası sözleşmeleri, anayasayı hiçe saymaları. Türkiye’de bir çek fetişizmi yaşanıyor, çek putlaştırılıyor, bu durum sadece Türkiye’ye özgü bir durum, çekin uygar ülkelerde, hatta dünyanın bir başka ülkesinde buna benzer bir uygulaması yoktur. Bu Türkiye’ye özgü bir durumdur. Çek evrensel geçmişinde de buna benzer anlama ve uygulamaya sahip değildir.
Ben çek konusunda Seçkin Yayınlarından çıkan Yrd. Doç. Dr. Sesim Soyer’in “Borç İçin Hapis Yasağı ve Karşılıksız Çek Keşide Etme Suçu” kitabını öneriyorum. Bu kitapta çekin tarihi, mukayeseli hukuktaki yeri ve bizim hukukumuzdaki yeri anlatılmaktadır. Kitap bir bilimsel kurul tarafından doktora tezi olarak onaylanmıştır.
— Vadeli çek yasaklansa ne kaybederiz?
Bu sorunun cevabı kısaca yukarıda var. Vadeli çeke dünyada tanınan yer vadesinden önce ibrazında geçerli değildir, vadesinden önce ibraz bir hukuki sonuç doğurmaz, batıda zaten bizdeki gibi saçma bir ceza uygulaması vadeli çekte de yok vadesizde de. Bu konuda benim blogda 2008 yılında veya 2009 ilk yıllarında yazılmış yazılar var. Çek olmalı, tıpkı bono ve poliçe gibi, ayrıca çek ayrıcalıklı da olmalı, örneğin karşılıksız çeke belirli koşullar oluştuğunda kast unsuru aranarak, belirli oranda çek tazminatı ya da kademeli idari para cezaları verilebilir. Bizdeki karşılıksız çeke ceza uygulaması hem adil olmayan saçma sapan bir yargılama ile ve modern hukukun ceza prensiplerine uymayan bir ceza anlayışı ile verilen ceza bir hukuk ayıbı, bir insanlık ayıbıdır.
—Vadeli çek terimi yanlış mıdır? Doğru terim, açığa çek kesmek olabilir mi?
TTK ya göre çekte vade olmaz, ancak TTK yanlış bir çeviri ile mehaz kanunda olmayan bir ilkeyi benimsemiştir, gerçi kanun lafzı ve ruhi ile güncel Türkçe ile ifade edersek, özü ve sözü ile birlikte yorumlandığında, bu sonuç çıkmayabilir, vadesinden önce ibraz edilen çek ödenebilir yerine ödenir denmiştir. Çekte vade olmamalı, olacaksa da, vadesinden önce ibraz edilen çekler batıda olduğu gibi ödeme zorunluluğu yerine ödenebilir olmalıdır. Ayrıca karşılıksız kaydı geçersiz olmalıdır. Vadeli çek yerine piyasa bonoya yönlendirilmeli, çek daha anlamlı bir uygulama alanında bırakılmalı, doğru olan ve batıdaki uygulama budur.
—Karşılıksız çeke ceza bir politik görüşün sonucu mudur? Yoksa sadece bir alışkanlık mıdır?
Bence her ikisidir, yani hem bir politik düşüncenin ürünüdür, hem de bir alışkanlık var. Politik görüşü “cezacı” 'dır, ama cezanın işe yaramadığını bir görse bu cezadan vazgeçecektir. Karşılıksız çeke verilen cezalar çek kanununda yapılan her değişiklikte artırılmaktadır. Mecliste bekleyen tasarıda da ceza 3167 ye göre katlanmaktadır, ama bu tasarının gerekçesinde ağır cezaların işe yaramadığı yazılmaktadır. Peki, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Alışkanlık efendim, alışkanlık; bütün çek yasası değişikliklerinde bakınız aynı ifade var, ceza işe yaramadı deniyor ama ne hikmet ise her değişiklikte ceza artırılıyor.
—Çekini ödeyemeyen tacirin ilk kaybı ne olur? Ticari itibarı mı özgürlüğü mü?
Bana göre piyasada araştırma yapılsa ve sorulsa çeklerinizi neden ödüyorsunuz, cevap şu olacaktır:
Ticari itibarımızı, piyasadaki kredibilitemizi korumak için çeklerimizi ödüyoruz.
“Ceza” ödeme imkansızlığından sonra gündeme gelen bir durumdur. Bence biz hükümete böyle bir anket yapmasını önerebiliriz.
Kötü niyetli ödememezlik için “ceza fassa fiso”. Zaten kötü niyetli karşılıksız çek mağduru yoktur. Kötü niyetliler piyasayı dolandırıyor ve ceza kesinleşinceye kadar üç, dört yıl parayı kullanıp, sonra anapara kadar bir ödemeyi bazen daha azını ödeyerek kurtuluyor veya başkaları üzerine bu işleri yaparak hiç ödemiyor. Hapse girenler iyi niyetliler, düzenin anlayışına göre enayiler. Karşılıksız çeke ceza kötü niyetlilere verilmiş bir ödüldür bence. Çeki ceza ile cazip hale getiriyorsunuz ve dolandırıcıların işini kolaylaştırıyorsunuz, “enayiler” de bu arada yanıyor. Karşılıksız çeke ceza kalpazanlığı teşvik ediyor.


Kaynak : http://karsiliksizcek.wordpress.com


[122]Çek Kanunu Tasarısı ve Gerekçesi
29 Nisan 2009
Av. Rahmi Ofluoğlu

Çek Kanunu Tasarısı Değişiklik Önerileri

Ceza sorumluluğu, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı
MADDE 5­
(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanuni ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına kasten sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikayeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adli para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması halinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı şubenin bulunduğu yer ya da hesap sahibinin veya müştekinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.
Yukarıdaki fıkraya sadece kasten sözcüğü eklenmiş ve kalın olarak gösterilmiştir. Bu değişiklik aşağıda gerekçede açıklanmıştır.



http://rahmiofluoglu.wordpress.com/2009/04/29/cek-kanunu-tasarisi-degisiklik-onerileri/ MADDE 5­ (Tasarıdaki Hali)
(5) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı ile ilgili olarak, herhangi bir adres değişikliği bildiriminde bulunulmadığı sürece ilgilinin çek hesabı açtırırken bildirdiği adrese 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35 inci maddesine göre derhal tebligat çıkarılır. Adresin bankaya yanlış bildirilmesi veya fiilen terkedilmiş olması halinde de, tebligat yapılmış sayılır.

MADDE 5­ (Önerilen değişiklik alternatif 1)
(5) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı ile ilgili olarak, bankaya bildirilen adrese tebligat yapılır. Tebligatın iadesi halinde, adrese dayalı nufus kayıt sistemindeki güncel adrese tebligat tekrarlanır. Tebligatın yapılamaması halinde 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35 inci maddesine göre derhal tebligat çıkarılır. Adresin bankaya yanlış bildirilmesi ve adresin nufus kayıt sisteminde güncellenmemiş olması veya fiilen terkedilmiş olması halinde de, tebligat yapılmış sayılır.

MADDE 5­ (Önerilen değişiklik alternatif 2)
(5) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı ile ilgili olarak, adrese dayalı nufus kayıt sistemindeki adrese tebligat yapılır. Tebligatın yapılamaması halinde 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35 inci maddesine göre derhal tebligat çıkarılır. Adrese dayalı nufus kayıt sistemindeki adresin güncel olmaması veya fiilen terkedilmiş olması halinde de, tebligat yapılmış sayılır.
http://rahmiofluoglu.wordpress.com/2009/04/29/cek-kanunu-tasarisi-degisiklik-onerileri/ Değişikliklerin Gerekçesi :
Madde 5 (1) için Gerekçe (Kasten) :
3167 sayılı yasanın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile uyumu sağlanmalıdır. TCK 5237 sayılı kanunun 21. Maddesi suçun oluşmasını kasta bağlamaktadır.
TCK 5237 MADDE 21. - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.
5237 sayılı yasa AB uyum yasası olarak yasallaştı. AB ülkelerinin hiçbirinde dolandırma kastı olmaksızın oluşan bir çek suçu yoktur.
Çek tasarısı mevcut hali ile yasallaşır ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 4 nolu protokol 1.maddeye aykırı ve TCK'nun 21. Maddesi ile çelişiyor olacaktır.
TCK'nun 5. Maddesi, kanunun özel kanunlarını da kapsadığını söylemektedir. Şöyle ki:
TCK 5237 MADDE 5 (1) Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.
TCK nun genel hükümleri özel kanunları da kapsadığına göre, çek yasasını 5/1 maddesini TCK madde 21 ile uyumlu hale getirilmesi bir zorunluluktur.

Madde 5 (5) için Gerekçe:
(Tebligat İle İlgili Değişiklik Önerisinin Gerekçesi)
AKP iktidarı 2006 yılında çıkardığı nüfus hizmetleri kanunu, konu ile ilgili bakanlar kurulu kararı ve diğer değişiklikler ile nüfus kayıtları ve ikametgah konusunda çağdaş bir adım atmıştır. Oysa yeni çek kanunu tasarısı bu gelişmelerin gerisinde kalmakta ve hala bankalara bildirilen adresleri geçerli kayıtlar olarak görmektedir. Bankaların kayıtlarını doğru kabul etmek, kanunla düzenlenen adrese dayalı nüfus kayıtlarına itibar etmemek, özel bir kurumun kayıtlarını öne çıkarmak doğru olmasa gerek.
Adrese dayalı nüfus kayıt sistemindeki adresleri doğru kabul etmek ve adreslerini güncellemeyenlere tebligat kanunu 35 e göre tebligat yapmak hem kanunlara uygun davranmaktır, hem de devletin kurumlarının itibarını özel kurumlara tercih etmektir.
Ayrıca kanunlar nezdinde adres değişikliklerini resmi makamlara bildirmek kanuni bir zorunluluktur ve bildirmeyenler 35 tebliği yapmak kanunidir.
Dayanak Olan Kanun ve Mevzuat:
1
İLGİLİ MEVZUAT    :     NÜFUS HİZMETLERİ KANUNU,
KANUN NUMARASI   :     5490
KABUL TARİHİ         :    25.04.2006   
2
Bakanlar Kurulu Kararı: 
Karar Sayısı: 2006/11021 ve 2006/11036
3
Adrese Dayalı Nufus Kayıt Sistemi Resmi Web Sitesi
http://tuik.gov.tr/jsp/duyuru/adnks/adnksIndex.html

Çek Kanunu Tasarısı’nın tümünü indirmek için tıklayınız!
haberturkon.com/download/hukuk/CekKanunTsr2009.doc
Kasten kelimesinin 3167 5(1) maddesine eklenmesi ile ilgili 29 Nisan 2009 tarihli 3167 ile ilgili Çek Kanunu Tasarısı önerimiz, 5 ay sonra Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından da aynen alınıp, T.C. Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı'na önerilmiştir.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası

01 Ekim 2009
Konu       :     3167 sayılı Kanun hak.                                                                          
Takas işl. Md    :    /3451/ 58164
İlgi     :     T.C. Devlet Bakanlığı ve Başbakan
        Yardımcılığı'na
Muhatap     :    14.09.2009 tarihli dilekçeniz.

Sayın: ......
İlgide kayıtlı dilekçeniz konusu: 3167 sayılı kanun.
Çekle ödemelerin düzenlenmesi ve çek hamillerinin korunması hakkında kanunun ceza hükümlerinin uygulanmasına ilişkin yapılan başvurunuz incelenmiştir.
Bilindiği gibi, 3167 sayılı çekle ödemelerin düzenlenmesi ve çek hamillerinin korunması hakkında kanunu yürürlükten kaldıran ve Adalet bakanlığının koordinasyonunda çeşitli kurumların katkısıyla hazırlanıp 8.5.2009 tarihinde TBMM Başkanlığına sevk edilen 1/710 Esas numaralı Çek Kanunu Tasarısı, Adalet Komisyonunda görüşülmüş ve ayrıntılı biçimde incelenmesi amacıyla Alt Komisyona sevk edilmiştir. Tasarıya ilişkin olarak 8–9 Haziran 2009 tarihlerinde yapılan toplantıda oluşturulan Alt Komisyon Kurumumuzdan görüş istemiş ve ilgi görüş kurumumuzca Alt komisyona iletilmiştir, Alt Komisyon raporu hazırlanarak Adalet Komisyonu Başkanlığına sevk edilmiş ve çalışmalar bu aşamada kalmıştır.
Buna göre yeni Çek Kanunu Tasarısı ile çekin üzerinde yazılı bulunan düzenlenme tarihine göre kanuni ibraz süresi içinde çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına "kasten" sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikayeti üzerine, sulh mahkemesince adli para cezasına hükmedileceği düzenlenmiştir. Böylece Tasarı mevcut yasanın aksine, suçu "objektif sorumluluğu" gerektirmeyen "kasta" dayalı kusurluluğu gerektiren bir suç olarak nitelendirmiş ve adli para cezası sistemi getirmiştir.
Bilgi edinilmesini rica ederiz.


TÜRKİYE CUMHURİYETİ MERKEZ BANKASI
İdare Merkezi

Dr. Çiğdem Koğar                              Aydın Altınok

Doç. Dr.Mehmet Yörükoğlu
Başkan Yardımcısı







http://cek-magdurlari.blogspot.com/2009/10/cek-yasa-taslagnda-kast-araniyor.htmlBölüm 2
Adil Yargılanma Hakkı ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi


Sanığın savunması alınmadan, yokluğunda karar verilmesi adil yargılanma hakkının açıkça ihlalidir.

Türkiye’de 3167 sayılı çek kanunu ile yargılanan sanıkların savunması alınmadan, yokluğunda karar verilebilmektedir. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ihlalidir.
Türkiye’de 3167 sayılı çek kanunu ile sanığa savunma hakkı verilme zorunluluğu yoktur ve uygulamada karşılıksız çek davasından yargılanıp, savunması alınmadan mahkum olan binlerce mağdur vardır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yüzlerce kararı gözden geçirildiğinde, sanığa savunma hakkını “hiç vermeme” durumu olan dava yok denecek kadar azdır. AiHM’nin adil yargılamaya ilişkin kararlarında, değil sanığa hiç savunma imkanı vermemek, savunma hakkına getirilen çok küçük sınırlamalar bile adil yargılanma hakkının ihlali olarak görülmektedir. AiHM’ne intikal eden davalarda genelde avukat, çevirmen ya da sanığın avukatı ile iletişimi gibi ince detaylar vardır. Bu kadar açıkça hiç savunma hakkı verilmeyen bir kişinin AiHM’ne başvurusuna az rastlanmaktadır.
Türkiye’de adil yargılanma hakkı ihlali 3167 sayılı özel kanunla düzenlenmiş olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani sanığın savunmasını almadan, sanığın suçlamadan haberi bile olmadan, yargılanıp mahkum olması ülkemize özel bir olay olsa gerek. Ve ne yazık ki, şu ana kadar karşılıksız çek davaları ile ilgili AiHM’ne Türkiye’den başvuru yapılmamıştır. En azından bizim bildiğimiz bir başvuru yoktur. Ancak artan karşılıksız çek davaları ile yakın zamanda Türkiye’nin AiHM’nde yüzlerce, belki binlerce davasının olmasını beklemek şaşırtıcı olmasa gerek!
Yargılama Adaleti Ve Savunma Seçenekleri:
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma güvenceleri, uyuşmazlıkların türlerine göre farklılıklar göstermektedir. Birinci bentte hukuk ve ceza davaları birlikte ele alınmıştır. “Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklar” tanımı içinde değerlendirilen hukuk davalarında, davacı ya da davalı konumunda bulunmalarına bakılmaksızın uyuşmazlığın yanları, öngörülen yargılama güvencelerinden yararlandırılmaktadırlar.
Ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler ise, oldukça farklıdır. Sözleşme’nin ön gördüğü koruma yöntemleri, “bir suç isnadı altında bulunan kişilere”, yani sanıklara yöneliktir. Ceza soruşturma ve davalarında, davacılar ve davaya katılanlar, salt sanıklara özgü güvencelerin dışında bırakılmışlardır.
Sözleşme’nin tümüne egemen olan bu anlayış zaman zaman eleştirilmekte, insan hakları yöntem ve kurumlarının suç işleyenleri koruyarak toplumsal güvenliği sarstığı ileri sürülebilmektedir. Gerçekten Sözleşme, kamu gücüne karşı bireylerin korunmasını amaçlıyor. İnsanlık tarihinin geçirdiği evrelerin de ortaya koyduğu gibi kişi güvenliğinin sağlanması, demokratik toplumların başlıca varlık nedenidir. “Sözleşme açısından demokratik toplumlarda adaletin hakkaniyete uygun olarak yerine getirilmesi yükümlülüğünün son derece belirleyici bir yeri bulunmaktadır. Bu önemi nedeniyle, 6.maddenin 1. bendinin kısıtlayıcı bir biçimde yorumlanması, Sözleşme’nin amaç ve ilkelerine uygun düşmeyecektir.”
(Delcourt/Belçika, 1970)
Ülkelerin yönetim erklerinin çok uluslu ekonomik kuruluşların denetimine girdiği küreselleşme sürecinde, kamu gücünün adalet ölçütlerine uygun kullanımı daha bir güçleşmektedir.
Gecikmeli de olsa Türkiye’nin de aralarına katıldığı hukuk devleti ölçütlerinde ileri aşamalara yönelen ülkelerde, kişi güvenliği açısından önemli kazanımlar sağlanmaktadır. Ancak bütün bu gelişmeler, kişi varlığının yeterince korunduğu anlamına gelmiyor. Hukuksal yapıdaki yetersizlikler, hiç beklenilmeyen bir zamanda bireyleri, üstesinden gelemeyecekleri suçlamaların odağında bırakabiliyor.
Savunma hakkı, toplumsal konumları, ekonomik düzeyleri ne olursa olsun, herkes için çok büyük önem taşıyor.
Sözleşme’ye göre, kendisine bir suçlama yöneltilen kişi:
“Kendi kendisini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafiin veya eğer bir müdafi tayin için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani yardımından istifade etmek hakkına sahiptir.”
“Sanık” sözcüğü, yalnız ceza mahkemelerinde yargılananlarla sınırlı tutulmuyor. Kişinin bir suç isnadı altında bulunması, sorgulanmaya çağrılması, gözaltına alınması, tutuklanması, savunma olanaklarından yararlandırılmasını gerektiren nedenler olarak benimseniyor. Kısaca diyebiliriz ki Sözleşme, savunmanın suçlama ile birlikte başlatılmasını öngörüyor.
AİHS’nin 6.maddesi çok geniş bir uygulama alanı buldu. Maddede geçen her sözcük, her kavram, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok sayıdaki ilksel kararlarına dayanak oluşturdu. Mahkeme, ulusal uygulamaları değerlendirirken, özel hukuk alanındaki düzenlemelerde, üye devletlere daha geniş bir takdir hakkı tanımaktadır.
Suçlama altındaki kişilerin savunma olanakları konusunda ise, uluslar üstü koruma daha katı bir denetim sergilemektedir.

Kişinin Kendisini Doğrudan Savunması:
Savunma hakkının öznesi, suçlanan kişidir. Sanığın, savunman yardımına gerek duymaksızın doğrudan doğruya kendisini savunabilmesi, onun en doğal hakkıdır.
Kişinin, savunma seçeneklerini değerlendirebilmesi için, öncelikle kendisine yönelik suçlamanın varlığını, hakkında bir ceza davası açıldığını bilmesi gerekir. Sanığın, yargılamanın içeriği ve duruşma günü konularında bilgilendirilmesi, davayı görecek olan mahkemenin sorumluluğu altındadır.
AiHM, savunma hakkının yerel mahkemelerce etkili bir biçimde kullandırılıp kullandırılmadığını denetlemektedir.
AiHM Dava - 1
İtalya’da tutuklu olarak yargılanan bir sanık, kanıt yetersizliği gerekçesiyle yerel mahkemece aklanıp salıverilmişti. Yargıtay bu kararı bozdu. Yeniden başlayan yargılamaya sanığın katılmadığı görüldü. Duruşmaya gelen avukatı, sanığın Hollanda’da işlediği başka bir suç nedeniyle tutuklandığı için, İtalya’daki davada bulunamadığını bildirdi. Avukatının katıldığı dava, özrünü belgeleyemeyen sanığın yokluğunda 24 yıl hapis cezasına mahkumiyeti ile sonuçlandı. Avukat, sanığın Hollanda’da olduğuna ilişkin belgeyi, ancak davanın karara bağlanmasından kısa bir süre sonra mahkemeye verebildi.
AiHM, başvurucunun yokluğunda yargılanıp mahkum edildiği bu olayda, İtalyan Mahkemesi’nin tutumunun, adil yargılanma hakkının demokratik bir toplumdaki önemiyle açıkça çeliştiği ve orantısız olduğu görüşüne vardı.
Sözleşme’nin 6. maddesiyle güvence altına alınan hakları etkili bir biçimde kullandırmakla yükümlü bulunan devletin, mahkemeye gelmeme nedenini belgeyle kanıtlayamayan davacıyı yokluğunda yargılayıp mahkum etmesi, kendisinden beklenen özenle bağdaşır nitelikte bulunmadı, “Sanığın bizzat savunma olanağından yoksun bırakılması” nedeniyle Sözleşme’nin ihlal edildiğine karar verdi. (F.C.B./ İtalya, 1991)
Tanıkların, tarafların dinlendiği, nesnel kanıtların tartışıldığı duruşmalara sanık katılımı önem taşımaktadır. Duygu ve tepkilerin hakimlerce ölçülebilmesi açısından, sanık, etkili bir biçimde bu süreç içerisinde yer alabilmelidir. Sanığa, kendini doğrudan savunma olanağı sağlanmaması, Sözleşme ihlali olarak değerlendirilmektedir.
Sanık, duruşmaya katılmak için üzerine düşenleri yerine getirmeyerek bu hakkından vazgeçebilir. Ancak davayı gören Mahkeme, sanığın gerçek arzusunu ve duruşmalarda bulunmama kararlılığını araştırıp kesin bir biçimde saptamalıdır. Vazgeçmenin kuşkuya yer vermeyecek kadar kesin ve açık olması, kamu yararına aykırı düşmemesi gerekir. (Colozza / İtalya, 1986)
Yalnız hukuksal konuların ve sonuçlarının tartışıldığı üst mahkemelerdeki duruşmalara sanığın katılımı zorunluluk taşımamaktadır.
AiHM’nin üstteki kararında olduğu gibi, bir sanığın hiç savunmasının alınmamasından dolayı AiHM’ne başvuru durumu az rastlanır bir durum olduğundan, bu konu ile ilgili sadece üstteki kararı bulabildik. Bundan sonraki sayfalarda bulunan AiHM kararlarını ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, savunmaya ne kadar çok önem verdiğini göstermek ve bu konuyu ne kadar ince eleyip sık dokuduğunu görmek açısından yayınlıyoruz.
(Av. Rahmi Ofluoğlu)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İlgili Öbür Kararlar

8 Mayıs 2008    Av. Güney Dinç   

Sanığın, Kendi Seçtiği Avukat Eliyle Savunmasını Yürütmesi:
Ceza yargılaması, birbirini bütünleyen başlıca iki işlevden oluşmaktadır. Birinci aşama olan nesnel çözümde, suçlama konusu olayların ve kişilerin bu olaylar içerisindeki konumlarının aydınlatılması gerekmektedir. Suç, nesnel ve toplumsal bir olaydır. Sanığın suç olgusuna yaklaşımı ise özneldir.
Yargılamanın ikinci aşaması, gerçekleştiği benimsenen olayların hukuksal sonuçlarının değerlendirilmesidir. Bu aşamada hukuk bilgi ve deneyimi öne çıkmaktadır.
Temel amaç, kişinin savunmasız bırakılmamasıdır.
AiHM Dava - 2
İtalya’da görülen bir ceza davasının sanığı, üst mahkemedeki duruşma öncesinde bir başka suçtan tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Tutuklu sanığa ve avukatına mahkemece duruşma günü bildirilmedi.
Sanığın cezaevinde tutuklu bulunduğunu bilmeyen üst mahkeme, yargılamanın sanığın ve avukatının yokluğunda sürdürülmesinin hukuka aykırı olacağını düşündü. Bu sakıncanın giderilmesi amacıyla, üst mahkeme duruşma öncesinde hemen sanığa bir avukat atadı. Yeni avukatın katılımıyla gerçekleşen duruşmadan sonra üst mahkeme sanığın cezasını ağırlaştıran bir karar verdi.
AiHM bu olayda, sanığın seçtiği avukatına duruşma gününün bildirilmemesini ve etkili bir savunma yapmayan yeni avukatla yargılamanın sonuçlandırılmasını “avukatla savunma hakkının ihlali” olarak niteledi. (Goddi – İtalya, 1984)
AiHM Dava - 3
Hollanda’da suç işleme kastı olmaksızın eroin satmaktan yargılanıp mahkum edilen Moritanya’lı sanık, cezası kesinleşmeden sınır dışı edilince, üst mahkemedeki duruşmalara katılamadı. Sanık adına gelen avukatın, müvekkilinin gelememe nedenini açıklayıp savunma yapmak istediğini bildirmesine karşın, kendisine bu olanak tanınmadı. Mahkeme izin vermediği için sanık avukatı tanıklara soru soramadı, savunma yapamadı. Karar sanık aleyhine bozuldu. İkinci kez yinelenen yargılamada, avukata vekaletnamesi olmadığı için söz hakkı tanınmadı. Sonuçta cezası arttırılan sanık, ülkeye kasten uyuşturucu sokmaktan mahkum edildi.
AiHM bu olayda da Lala/Hollanda davasındaki gerekçelerle avukatla savunma hakkı bakımından adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
(Pelladoah / Hollanda, 1994)
AiHM Dava - 4
Yargıca hakaret ettiği suçlaması ile ceza mahkemesinde yedi yıl dört ay yargılandıktan sonra suçsuz olduğu anlaşılıp aklanan sanığın başvurusu nedeniyle AiHM, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini kararlaştırdı. Bu kararda ayrıca davanın Yargıtay’da görülmesi sırasında avukatla temsil edilme hakkının tanınmış olmasına karşın başvurucuya bu hakkın kullandırılmaması avukatla savunma hakkının ihlali olarak değerlendirildi.
(Alimana / İtalya, 1991)
Sanığa Devlet Eliyle Avukat Atanması:
Sözleşme’nin 6. maddesinin 3 (c) bendinde düzenlenen bir diğer olasılık ise, akçalı olanakları avukat edinmeye elvermeyen sanığın, “..adaletin selameti gerektiriyor ise, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani (ücretsiz) yardımından..” yararlandırılmasıdır.
Sözcüklerin açılımına göre, sanığın bu haktan yararlandırılması için, birbirini bütünleyen üç koşulun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Sanığın, kendi atadığı bir avukatı olmayacaktır.
Avukat edinmek için ödemesi gereken akçalı olanaklardan yoksun bulunacaktır.
Yargılama adaletinin gerçekleşmesi için, sanığın bir avukatın ücretsiz yardımından yararlandırılması gerekecektir.
Zaman içerisinde gelişen uygulamalarda, AiHM’nin özellikle üçüncü koşulu öne çıkardığını görmekteyiz. Kişinin ücretini ödeyerek avukat edindiği durumlarda bile, olayın koşullarına göre yeni avukat atanması istemi haklı görülebilmektedir. Sanığın akçalı olanaklarının yetersizliği, mutlak yoksulluk olarak algılanmamaktadır. Yargılandığı dava için geçerli olan avukatlık ücretinin ödenmesi kendisinin ve ailesinin yaşam koşullarında önemli gerilemelere neden olacaksa, bu durum ekonomik yetersizlik olarak değerlendirilebilmektedir.
Sanığın akçalı olanakları konusunda çok ayrıntılı incelemeye girmeyen mahkeme, avukat eliyle yürütülen savunmanın önemi üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Maddede geçen “adaletin selameti ”sözcükleri, doğru ve dürüst yargılama anlamına gelmektedir. Yargılamanın ulusal ve uluslar üstü ölçütlere uygun yürütülmesi, sonuçta dengeli bir karar verilmesi, sanığın avukat eliyle savunma olanağından yoksun bırakılmasına haklılık kazandırmayacaktır. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak avukatın etkin katılımı ile sağlanabilir. Konuya bu açıdan yaklaşan Mahkeme, avukatla savunma hakkından açık ve kesin olarak feragat etmeyen sanığa, doğru yargılamanın gereği olarak, ücreti kamu tarafından ödenen bir avukatın atanmasını zorunlu görmektedir. Bütün bu koşulları bir araya getirdiğimiz zaman, Sözleşme’nin 6–3 (c) maddesindeki düzenlemeyi, “sanığı avukatsız bırakmama yükümlülüğü” olarak da adlandırmak olanaklıdır.
Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerde, karakol mahkemeleri, yerel mahkemeler, birinci derece mahkemeler, üst mahkemeler (istinaf), Yargıtay gibi yargı birimlerinin aşamalandırılmaları farklılıklar gösterebilmektedir. Disiplin kurulları, şartla tahliye komisyonları gibi, yargısal içerikli kararlar veren kurum ve kuruluşlar bulunmaktadır. Sözleşme’nin “Mahkeme” tanımına giren bütün bu birimlerde, davanın kanıtlarının sunulduğu, tanıkların dinlendiği veya elde edilen nesnel bulguların hukuksal sonuçlarının tartışıldığı yüz yüze yargılamanın her aşamasında, avukatla savunulma hakkının kullandırılması gerekmektedir. Devletlerin bu yükümlülüğü, adil yargılanma hakkının zorunlu bir koşuludur.
(Champbellve Fell / İngiltere, 1984)
Devlet adına avukat görevlendirme yükümlülüğü, Türkiye ’de de olduğu gibi, genellikle barolar eliyle yürütülmektedir. Mahkeme önünde sanığın avukatla savunma hakkının gerçekleştirilmesi ise, Sözleşme’ye göre davaya bakan mahkemenin sorumluluğu altındadır.
AiHM Dava - 5
Bir tesisatçının yanında çalışırken uyuşturucu madde kullanmaktan yargılanan sanığın birinci derece mahkemesinde ve Yargıtay’daki yargılanması sırasında kendisine ücreti devletçe ödenecek bir avukatın atanması istemi her iki aşamada da reddedilmiştir. Yargılama sonucunda altı ay hapis cezasına mahkum edilen sanığın cezası ertelenmiştir. Yargıtay kararı onamıştır.
AiHM’ne göre,“..ceza mahkemesinde yargılanan sanığın bazı koşullarda ücretsiz hukuk yardımı alması, adil yargılanma kavramının bir gereğidir. (c) bendindeki ücretsiz hukuk yardımından yararlanmanın birinci koşulu, sanığın avukata ödeme yapma olanağının bulunmaması, ikincisi, adaletin yararının avukatla savunmayı gerektirmesidir. Olayda, başvurucunun avukata ödeme yapacak ekonomik koşullardan yoksun bulunduğuna itiraz edilmemiştir.
Konunun, adaletin yararı açısından değerlendirilmesinde ise, öncelikle sanığa atılı suçun önemi ve alabileceği cezanın ağırlığı, ikinci olarak davanın hukuksal açıdan karmaşıklığı, üçüncü etken olarak da sanığın kişisel durumu ele alınmalıdır.
Olayda uyuşturucu kaçakçılığı suçlaması altında bulundurulan sanığa üç yıla kadar hapis cezası verilme olasılığının bulunması, ücretsiz hukuk yardımından yararlandırılmasını gerektirmektedir. Davadaki olaylar açısından özel zorluklar bulunmamakla birlikte, daha önce benzer suçlardan mahkum edilen sanığın deneme süresi içerisinde yeni bir suç işlemesi nedeniyle farklı yaptırım ve önlemlerle karşılaşma olasılığının bulunması, avukat eliyle savunmanın önemini arttırmaktadır. Başvurucunun yabancı kökenli oluşu, yoksul bir çevreden gelmesi, ciddi bir mesleki eğitim almaması, çok kabarık bir suç dosyasının bulunması, 1975 – 1983 yılları arasında her gün uyuşturucu kullanması gibi kişisel özellikleri nedeniyle, yargılama aşamalarında kendisini savunabilecek durumda bulunmamaktadır. Bu koşullarda sanığın önce sorgu yargıcı, ardından ceza mahkemesi önünde avukatsız bırakılması nedeniyle oluşan sözleşme ihlali, bu aşamaları izleyen Yargıtay ve Federal Mahkeme önünde de giderilememiştir. Böylece ücretsiz avukat yardımı sağlanmaması nedeniyle, sanığın savunma hakkı ihlal edilmiş olmaktadır.”
(Quaranta /İsviçre, 1991)
Sanığın ilk derece mahkemesinde avukat eliyle savunulması, yargılamanın sonraki aşamalarında avukatsız bırakılmasına haklılık kazandırmayacaktır.
AiHM Dava - 6
Federal Almanya’da yaşadığı sırada ikinci kez narkotik suçu işlemekten yargılanan T.C. uyruklu Lütfi Pakelli’ye savunmasını yürütmek amacıyla yerel ceza mahkemesince bir avukat atanmıştı. İki yıl üç ay hapis cezasına mahkum edilen Pakelli, salıverildikten sonra Türkiye’ye dönmüştü. Kararı temyiz eden sanık avukatı, ücretsiz yardım olanağının Yargıtay aşamasında da sürdürülmesini istedi. Sırasıyla Federal Savcılık, Yargıtay 1.Ceza Dairesi Başkanı ve Alman Anayasa Mahkemesi “.. Tutuksuz sanığa Yargıtay’daki duruşması sırasında avukat görevlendirme zorunluluğu bulunmaması, sanığın duruşmaya katılmasına bir engel olmadığı gibi, isterse kendisini, ücretini ödeyeceği bir avukat eliyle temsil ettirebileceği, Türkiye’de yaşamakta oluşunun yasal koşulları değiştirmediği..” gerekçeleriyle ücretsiz avukat istemini reddettiler. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, sanığın ve avukatının yokluğunda gerçekleşen duruşma sonucunda, Başsavcılık talepleri doğrultusunda Pakelli’nin mahkumiyet kararını onadı.
AiHM’ne göre, “…bu dava, Federal Mahkeme’nin duruşma açılmasına gereksinim duyduğu ender uyuşmazlıklardan birisidir. Temyiz edilen ceza davalarının ancak yüzde onunda duruşma açılmaktadır. Pakelli’nin temyiz nedenlerinin önemi, Federal Mahkeme’yi sözel yargılama yöntemini benimsemeye zorlamıştır. Nitekim Federal Savcılık sanığın temyiz dilekçesinde ileri sürülen savları daha başlangıçta hukuksal dayanaktan yoksun görmemiş, araştırmaya değer bulmuştur. Bu durum dava konusu, olayda duruşmanın önem taşıdığını ortaya koymaktadır.
Adaletli bir yargılamanın gerçekleştirilebilmesi için, duruşma sırasında suçlama ile savunmanın eşit koşullarda ve birlikte temsil edilmeleri gerekmektedir.
Sanık, ondokuz noktada topladığı temyiz itirazlarının tümünü yöntemsel yanlışlıklara dayandırmıştır. Federal Mahkeme sanığın savunmalarını birer birer incelemiş ve yerinde görmediği eleştirileri gerekçelerini de açıklayarak reddetmiştir. Ancak bu duruşmada sanık avukatı da yer alıp tartışma açılabilse idi, dilekçesinde ileri sürdüğü savları geliştirip ayrıntılara inerek başvurusunun gerekçelerini sözlü olarak açıklama olanağına kavuşabilecekti. Örneğin raportör yargıcın değerlendirmeleri hakkındaki yorum ve yanıtlarını sunabilecekti..”
AiHM, sanığın temyiz gerekçelerinin özellikle yöntemsel konularda yoğunlaştığını gözeterek, hukuk tekniğinin ayrıntılarına inilmesini gerektiren böyle bir savunmanın ancak uzmanlar eliyle yürütülebileceğini belirttikten sonra, “sanığın duruşmada hazır olmasının, avukatının yokluğu ile oluşan boşlukları kapatmaya yeterli gelmeyeceğini..” vurguladı.
Avukatla temsil olanağını silahların eşitliği ilkesi açısından da değerlendiren Mahkeme, “Federal Mahkeme’nin duruşma açmasına karşın sanığa savunma avukatı atanmamasını davanın sonucunu etkileyen önemli bir eksiklik..” olarak niteledi ve olayda, Sözleşme’nin 6.3 (c) maddesinin ihlal edildiğine karar verdi. (Pakelli / Almanya, 1983)
Görülüyor ki, AiHM, ön süzgeçten geçirilen ve olumsuz sonuçlanacağı görüşü ağırlık kazanan olaylarda da, üst mahkemeye yapılacak başvurularda hukuksal yardım verilmeyerek sanıkların yalnız bırakılmalarını Sözleşme’ye aykırı bulmaktadır.
Yargılama sürecinde sanığa sağlanan çevirmen ve avukat yardımları nedeniyle devletçe yapılan ödemelerin, daha sonra suçlu bulunup cezası kesinleşen hükümlüden diğer yargılama giderleri ile birlikte geri alınıp alınmayacağı konusu, AİHS’ni uzun yıllar uğraştırmıştır.
Sözleşme’nin 6.maddesinin 3/e bendine göre,
“Her sanık … Duruşmada kullanılan dili anlamadığı takdirde, bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak hakkına sahiptir.”
Bu tür uyuşmazlıklar, özellikle çok sayıda yabancı işçi çalıştıran F.Almanya’da yoğunlaşmıştı. Tek bir dava için önemsiz gibi görünen çevirmen giderleri, hukuk yardımı sigortası sağlayan şirketler için büyük ödemelere neden olduğundan konu AiHM’ne kadar götürülmüştü.
Sigorta şirketlerinin görüşlerine koşut olarak Alman mahkemeleri de Sözleşme’nin 6/3 (e) bendinin, sanıkların çevirmen ücretini peşin ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırdığı, sonradan suçlu bulunanların yargılama giderleri arasında yer alan çevirmen ücretlerini ödemeleri gerektiği yolunda kararlar veriyorlardı.
AiHM Dava - 7
AiHM, (Luedicke, Belkacem ve Koç / Almanya, 1980 ve Öztürk / Almanya, 1984) davaları sonucunda, yargılama sırasında veya mahkumiyet kararının kesinleşmesi nedeniyle, çevirmen giderlerinin hiçbir koşulda sanıklardan alınamayacağını kararlaştırdı. Aksi yöndeki uygulamaların, adil yargılanma güvenceleri ile birlikte, Sözleşme’nin 14. maddesindeki “eşitlik” ilkesine de aykırı düştüğünü vurguladı.
AiHM Dava - 8
Ücretsiz hukuk yardımı konusunda ise, Mahkeme, farklı bir yorum geliştirdi. Kızıl Tugaylar adlı terör örgütü üyelerinin savunmanlığını yürütürken, örgütsel suçlara da karıştığı ileri sürülen sanık, ücretleri devletçe ödenen üç avukat tarafından savunuldu. Yargılama sonucunda iki buçuk yıl hapis ve dört yıl avukatlıktan men cezalarına çarptırılan sanığın, mahkemece atanan avukatların ücretlerini de geri ödemesi kararlaştırıldı.
Bu konuda AiHM, 6.maddenin 3.fıkrasının (c) bendindeki ücretsiz hukuk yardımının yalnız sanığın avukata ödeme yapabilecek yeterli olanaklarının bulunmadığı koşullarda uygulanabileceğini, Alman hukuku açısından yargılama sırasında böyle bir sorun çıkmadığına göre, sanığın mahkum edilmesinden sonra yargılama giderleri arasında hukuk yardımı vermek amacıyla görevlendirilen avukatların ücretleri ile de yükümlü kılınmasının Sözleşme’ye aykırılık oluşturmadığına karar verdi.
(Croissant / Almanya,1992)

Savunman Sorumluluğunun Kamusal Denetimi:
Sanığın avukatsız bırakılmaması temel ilke olarak benimsenince, uygulamada bu işlevin ne oranda gerçekleştiği de önem kazanmaktadır. Sanığın avukat gereksinimini, soruşturma ve yargılama süreçlerinin bütünlüğü içerisinde değerlendirmek gerekiyor. “Adil yargılanma ilkeleri başlangıçtaki yanlış uygulamalar nedeniyle ciddi biçimde göz ardı edilmişse, yargılama öncesi evreler de Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında değerlendirilecektir. (Imbrioscia / İsviçre, 1993 )
Mahkemeler ulusal yasalarla ayrıca ilişkilendirilmemişlerse, bir sanığın avukat gereksinimini, ancak dava önlerine geldiği zaman öğrenebilirler. Yargılama öncesi aşamalarda sanığın işkence görmesi, haksız yakalanıp gözaltına alınması gibi, avukatsız bırakılması da davanın bütününü Sözleşme’ye aykırı duruma düşürebilmektedir. Bu nedenle devletler, sanığa ilk suçlamanın yöneltildiği aşamadan başlayarak avukat görevlendirme yöntemlerini oluşturmakla yükümlüdürler.
Savunmasız sanığa bir avukat atanması ile sorun çözülmüş olmamaktadır. Avukatın görevini etkili bir biçimde yürütüp yürütmediğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
AiHM Dava - 9
İtalya’da, dolandırıcılık ve karşılıksız çek suçlarından yargılanan sanık, mahkemede kendi seçtiği avukatı eliyle temsil edilmişti. Mahkeme, sanığı suçlu buldu ve cezalandırılmasına karar verdi. Kararı temyiz eden sanık, kendisine ücretsiz hukuk yardımı sağlanmasını istedi. Yargıtay Ceza Dairesi Başkanı tarafından görevlendirilen avukat sanıkla görüşmeye gitmediği gibi, tatil dönüşü öğrendiği bu atamayı işlerinin çokluğu nedeniyle kabul edemeyeceğini bir mektupla bildirdi. Sanığın uyarısı üzerine avukat, Yargıtay Ceza Dairesi Başkanı’na da dilekçe vererek, sağlık koşullarının elverişsizliği nedeniyle, sanığın savunmasını üstlenemeyeceğini duyurdu.
Sanık, Yargıtay’a yaptığı çeşitli başvurularda görevi kabul etmeyen avukat hakkında ceza ve disiplin soruşturmaları açılmasıyla birlikte kendisine başka bir savunman verilmesini istemesine karşın, olumlu bir sonuç alamadı.
Yargıtay Ceza Dairesi Başkanı’na göre, görevlendirdiği avukat Yargıtay’daki duruşmaya girmek zorunda idi. Bu konuda yapabileceği başkaca bir işlem yoktu. Ulusal yasalara göre atanan avukat görevini yapmazsa, sanık, tazminat davası açabilir, hatta soruşturma talebinde de bulunabilirdi. Böylesine sonuçsuz yazışmaların ardından gelen duruşmaya, atanan avukat katılmadı. Yargıtay, bazı suçların zaman aşımı nedeniyle düşmesini kararlaştırdığı duruşmada, sanığın diğer bütün temyiz itirazlarını reddetti.
AiHM’ne “.. göre, Sözleşme, hakları teorik veya hayali olarak değil, fakat pratik ve etkili bir biçimde güvence altına almayı amaçlamıştır. Bu durum, demokratik bir toplumda öncelikli olarak yer verilen adil yargılanma hakkının kapsamındaki savunma hakları bakımından özellikle geçerlidir… Sözleşme’nin 6/3, (c) bendi ‘atama’ dan değil, ‘yardım’ dan söz etmektedir. Yalnızca avukat atanması yardımı etkili kılmaya yeterli değildir. Adli yardım amacıyla atanan avukat ölebilir veya ağır hastalanabilir, bu süre içerisinde görev yapması yasaklanabilir veya kendisi görevden kaçınabilir. Kamu organlarına bilgi verilmesi durumunda bu kurumlar ya avukatı değiştirmeli ya da görevini yerine getirmeye zorlamalıdır… Olayda başvurucu hiç bir koşulda atanan avukatın yardımından yararlanamamıştır. Daha işin başında, avukat, başvurucu için çalışmayacağını bildirmiştir… Mahkeme’ye göre başvurucu Yargıtay önünde etkili bir hukuk yardımı alamamış, Yargıtay Daire Başkanı’nın avukat görevlendirme işlemi, ölü bir karar olarak kalmıştır.”
AiHM, davalı Hükümet’in savunma gerekçeleri arasında yer alan sanığın temyiz nedenlerinin tutarsızlıklarla yüklü olduğu, Yargıtay’ın dosyayı özenle incelediği, atanan avukatın görevini eksiksiz olarak yerine getirseydi bile sonucun değişmeyeceği bu nedenlerle sanığın avukatsız kalmaktan doğan bir zararının olmadığı yolundaki savunmalarını değerlendirdikten sonra, olayda bir zararın varlığının kanıtlanması gerekmediğini vurguladı.
“Mahkeme’ye göre başvurucu durumu düzeltmek için ısrarla uğraşmıştır. Yakınmalarını ve atanmış avukatın ilgisizliğini, kendisini savunmamaktaki kararlılığını Yargıtay ’a bildirmiştir. Kabul edilmelidir ki, hukuk yardımından atanmış avukatın her tür kusuru için devlet sorumlu görülemez. Ancak olayın özel koşulları içinde başvurucunun bu hakkını etkili bir biçimde kullanması için gereken önlemleri almak yetkili İtalyan organlarına düşen bir görevdir.” (Artico / İtalya, 1980)
Mahkeme, her olayı kendi özel koşulları içerisinde değerlendirmektedir. Adil yargılanmanın bir bütünlük içerisinde gerçekleşmesi için, sanığın avukatların ve ilgili devletlerin üzerlerine düşen yükümlülüklerini yerine getirmelerini beklemektedir.
AiHM, benzer olaylar üzerine verdiği diğer kararlarında da “..hukuksal yardım amacıyla bir avukatın atanmasının yeterli olmadığını..” belirtmekle birlikte, bu avukatın görevini savsaklaması durumunda, yetkili kamu birimlerinin uygun biçimde bilgilendirilip bilgilendirmediğini araştırmaktadır.
“Avukatlık mesleğinin bağımsızlığı nedeniyle devletin müdahalesi, ancak atanmış avukatın müvekkilini etkili bir biçimde temsil etmediğinin görülmesi veya bu durumun yeterince yetkililerin bilgisine sunulması durumunda olanaklıdır.” (Kamasinski / Avusturya, 1989)
Sözleşme’nin 6/3 (c) bendinde yer alan avukat aracılığıyla savunma hakkının uygulamadaki ayrıntıları ve kullanım biçimleri Sözleşme’de belirtilmediğinden, bu konu ilgili devletlere bırakılmıştır.“.. Başvurucu başlangıçta gerekli hukuksal yardımı almamış olsa bile, devletler, adli yardımdan atanan ya da sanıkların seçtiği avukatlarla aralarında çıkabilecek her türlü sorundan doğrudan sorumlu tutulamayacağı gibi, avukatlık mesleğinin bağımsızlığı gereği savunmanın tutumu öncelikle başvurucu ile avukatı arasındaki bir konu olmaktadır… Sözleşmeci devletin, atanan avukatın etkili bir savunma yapmadığının açıkça görülmemesi durumunda olaya müdahalesi beklenemeyeceğinden çok kısa süren ilk dönemde avukat B.G.’nin hareketsiz kalışından başvurucunun şikayette bulunmaması nedeniyle olaya kamusal organların katılamaması doğal karşılanmalıdır. Avukat B.G.’nin istifa etmesi üzerine hemen yeni bir avukat atanması, yeni avukatın dosyayı inceleyip sanıkla görüşmesinden sonra önceki sorgulama nedeniyle savcıya itiraz etmemesi ve bu aşamada gerçekleştirilen üç sorgulamanın ilk ikisine yeni avukatın da katılmaması karşısında, avukatla savunma hakkı yönünden adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verildi. (Imbrioscia / İsviçre, 1993)
AiHM, yargılamanın akışından kaynaklanmayan ancak önceden görülebilen engellerin aşılabilmesi için tarafların üzerlerine düşen önlemleri almalarını istemektedir. Örneğin, duruşmanın yapılacağı günü çok önce öğrenen avukatın, kişisel özrünün çıkması durumunda, yargılamanın ertelenmesini istemek yerine davanın sürekliliğini etkilemeyecek yasal seçenekleri uygulamaya koyması beklenmektedir. Sanık ve avukatının kendi kusurlu davranışlarından ileri gelen olumsuzluklar nedeniyle, devletler sorumlu tutulmamaktadır.
AiHM Dava – 10
Çok sayıda şiddete dayalı cinsel suç işlediği savı ile jürili ilk derece mahkemesi önünde yargılanan tutuklu sanık, altı gün süren duruşmalar boyunca bir cam bölme içerisinde bulunduruldu. Sanığın savunmasını ceza davalarında deneyimli on yıllık bir avukat yürütüyordu.
Duruşmada henüz onbeş yaşındaki suç mağduru bayanın dinlenmesi sırasında yargıç, söylediklerini daha iyi duymak için, kendisine ve jüriye yaklaşmasını istedi.
Sanık, atılı suçu işlediği yargısıyla mahkum olunca, tek yargıçlı üst mahkemeye itiraz etti. Gerekçe olarak ilk derece mahkemede yargılandığı salonun akustiğinin bozuk olduğunu, cam bölme içerisinde söylenenleri duymadığını ileri sürdü.
Sanığın tanık gösterdiği koruma görevlisi de, sanığın kendisi aracılığı ile en az üç kez avukatını yanına çağırdığını ve konuşulanları duymadığını ona bildirdiğini söyledi. Sanık, üzerine söylenenleri duymadığını yazıp camın arkasından koruma görevlisine gösterdiği bir kağıdı da kanıt olarak dosyaya sundu.
Bu savlar, ulusal mahkemelerce kabul edilmedi. Sanığa verilen ceza kesinleşti.
AiHM adil yargılanmanın bir gereği olarak sanığın kendisiyle ilgili dava içerisinde söylenenleri işitip anlamasının, onun en doğal hakkı olduğunu belirtti. Ancak bu olayda başvurucu ve onu temsil eden avukatı, dava mahkemesi önünde 6 gün süren duruşmalar boyunca duyma sorununu yargıca iletmediler. Sanığın koruma memuruna yönelttiği yakınmalar, anılan kişinin yargılama sürecinde görevinin olmaması nedeniyle bir anlam taşımıyordu. Sanık avukatı ise, yargılamayla ilgili bir taktik izlediği için bu konuda susmayı yeğlemişti. Sanığın da, avukatının tutumuna katılmadığı konusunda herhangi bir belirti yoktu.
Mahkeme, avukatlığın bağımsızlığı açısından değerlendirdiği olayda, sanığın avukatına yönelik açık bir suçlaması yoksa devletlerin bu konuya karışamayacaklarını vurguladı. Eğer sanık doğrudan veya avukatı aracılığı ile yerel mahkemeye duyma sorununu iletse idi, mahkemenin buna bir çözüm getirmesi gerekirdi. Avukatının da bu konuda susarak olaya bir taktik sorunu açısından yaklaşması nedeniyle, sanıkla avukatı arasındaki ilişkilerden devletlerin sorumlu tutulamayacağı görüşüyle adil yargılanma açısından Sözleşme’nin ihlal edilmediğine karar verildi. (Stanford / İngiltere, 1994)
AiHM, karşılıksız hukuksal yardımın gereği olarak kamu adına atanan avukatların bu görevlerini ne oranda gerçekleştirdiklerinin davayı yürüten mahkemelerce izlenmesini öngörmektedir. Yerine göre bu avukatların savunmalarını “yetersiz”, “deneyimsiz”, “etkisiz” sözcükleriyle de nitelemektedir. Mahkeme’nin bu tutumunun nedeni, Sözleşme’nin adil yargılanmanın gerçekleşmesi için zorunlu saydığı koşulların üye ülkelerce eksiksiz yerine getirilmesidir. Korumanın tam olması için, adli yardım amacıyla görevlendirilen avukatların nitelikleri, mesleki deneyimleri, objektif ölçütlere göre olabildiğince doğru belirlenmelidir.
Sanıkların kendi istemleri doğrultusunda seçtikleri avukatları hakkında ise, daha gevşek bir denetim izlemektedir. Çok kısa özetlerini sunmakla yetindiğimiz yukarıdaki kararlarda görüldüğü gibi, sanığın, ulusal organlar önünde, kendi seçtiği avukatına yönelik suçlama ve yakınmaları olmamışsa, ilgili devletleri sorumlu tutmama eğilimini açıkça ortaya koymaktadır. Bu tutum, Sözleşme’nin amaç ve yöntemlerine de uygun düşmektedir. Kişilerin kendi seçtikleri avukatları ile bir sorunları olursa, yakınmalarını öncelikle ulusal yapılanmaların ön gördüğü süreçlerden geçirmelidirler.
Mahkeme’nin bu yaklaşımının bir başka nedeni de, avukatlık mesleğinin bağımsızlığını korumak, zorunlu olmadıkça devletlerin bu alana el atmasını önlemektir.

Savunman Yetki Ve Güvencelerinin Sözleşme’yle Korunması:
Bazı hak ve yetkiler vardır ki, bunlar, temsil ettikleri kişilerle ilişkilendirilmeleri gerekmeksizin, avukatlık mesleğinin olmazsa olmaz koşulları arasında yer almışlardır. Örneğin 6.maddenin 1.bendindeki “hakkaniyet” sözcüğünden üretilen “silahların eşitliği” kuramı, 3. bentteki, “suçlamanın niteliği ve nedenlerinden en kısa zamanda bilgilendirilmek”, “savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak”, “iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek”, “savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek”, bu yetkilerden başlıcalarıdır. Konunun bu yönünü özellikle vurgulamakla birlikte, AiHM’nin avukatlık uygulamalarını doğrudan kapsayan kararları üzerinde duracağız.
Kararların önemli bir bölümü savunma hakkı ile bağlantı kurularak Sözleşme’nin 8. maddesini de yorumlamaktadır.
AİHS’nin 8. maddesinin birinci bendine göre:
“Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
Aynı maddenin 2. bendinde sayılan bazı durumlarda “…demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla..” bir takım kısıtlamalar konulabileceği belirtilmektedir.
Avukatla sanık arasındaki ilişki özel yaşam konularından kaynaklansa bile, savunma hakkının toplumsal önemi nedeniyle 8. maddenin kapsamından taşmaktadır.
Avukatlık bürosu, hiç kuşkusuz özel bir alandır, ancak, avukatın temsil ettiği kişilerin, olay tanıklarının da özel yaşamlarının özgürce sergilenebildiği, kamunun el atmaması gereken bir kamusal alandır.
Avukatla sanığın iletişimi, aralarındaki ilişkinin kurulup geliştirilmesi için son derece önemlidir. Tutuklu sanıkla avukatının baş başa görüşmeleri, savunmaları için gerekli bilgi ve belgeleri birbirlerine iletmeleri, yargılama sürecindeki konumlarının zorunlu bir gereğidir. Çalışmamızın aşağıdaki bölümlerinde, AiHM’nin bu konulardaki kararlarını özetlemeye çalışacağız.
Avukatla Sanığın Yazışmaları:
İletişim özgürlüğü konusunda bilinen en eski yöntem kişilerin mektuplaşmalarıdır. Tutuklu sanıkla avukatının yazışmaları, konumuz açısından özellikle önem taşımaktadır. Devletler, çeşitli gerekçeler öne sürerek bu yazışmaları denetim altında tutmak istemişlerdir. En önemli gerekçeleri de, soruşturma konusu suçla ilgili kanıtlara ulaşmak olmuştur. Ancak konu her zaman bu kadar açık bir görünüm vermemektedir. Savcıların soruşturmaları kendi beklentileri doğrultusunda yönlendirmek amacıyla, cezaevi yöneticilerinin tutuklu ve hükümlülere yönelik yasadışı uygulamalarını gizlemek için yazışmalara el koydukları çok sık görülen olaylardır.
AiHM Dava – 11
AiHM’nin bu konudaki ilk değerlendirmeleri, İngiltere cezaevinde yatmakta olan bir hükümlünün başvurusu ile ilgilidir. Başvurucu, cezaevinde çıkan olaylara karıştığı yolunda gerçek dışı ifade verip kendisine iftira eden gardiyan hakkında hukuk davası açmak, böylece yanlış ifadenin dosyasından çıkarılmasını sağlamak istemiştir. Başvurucu, bu amaçla bir avukatla görüşüp dava açmak üzere yürürlükteki Cezaevleri Yönetmeliği çerçevesinde Bakanlık’tan izin talebinde bulunmuştur. Ancak Bakanlık, böyle bir dava açılmasına gerek olmadığı düşüncesi ile hükümlünün avukatla görüşmesine izin vermemiştir.
AiHM’ne göre, “İçişleri Bakanlığı’nın Golder’in dilekçesini reddetmesi, öncelikle bir avukatla iletişim kurmasını engellemiştir. Bu olay mahkemeye başvurma hakkı ile ilişkilendirilmeksizin, yalnızca haberleşme özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Golder’e bir avukata danışması için izin verilseydi, yakındığı gardiyana karşı dava açma kararlılığını sürdürüp sürdürmeyeceği bilinemezdi… Ancak bütün bunlara karşın, başvurucunun açıkça ortaya koyduğu ‘iftira nedeniyle dava açma’ istemi gerçekleşememiştir… İçişleri Bakanlığı avukatla ilişki kurulmasını yasaklamakla, açılması düşünülen dava için harekete geçilmesini engellemiş olmaktadır… Hukuksal engellemeler gibi, fiili engellemelerde hukuka aykırı düşebilir.
…Başvurucu, gardiyana karşı dava açmakla, kendisine karşı yapılan ve hakkında olumsuz sonuçlar doğuran suçlamalardan kurtulmak istemektedir. Açılması tasarlanan dava, cezaevinde bulunduğu sırada meydana gelen ve cezaevi yaşamıyla bağlantılı bir olayla ilgilidir. Sonuçta bu dava İçişleri Bakanlığı’na bağlı ve görevi sırasında suçlamalarda bulunan bir cezaevi çalışanına karşı yöneltilecektir. Bu koşullarda Golder, haklı olarak dava açmak üzere bir avukata danışmak istemiştir. Tasarlanan davanın sonuçlarına ilişkin olasılıkları değerlendirmek İçişleri Bakanlığı’nın görevi değildir. İleri sürülebilecek savlar hakkında karar vermek, bağımsız ve yansız mahkemelerin görevidir. İçişleri Bakanlığı, Golder’in istediği izni vermemekle, Sözleşme’nin 6/ (1) fıkrasında güvence altına alınan mahkemeye gidebilme hakkına saygı göstermemiştir.”
AiHM, başvuru konusu olayları bir kez de Sözleşme’nin 8.maddesi kapsamında değerlendirdi.
“Mahkeme, bir hükümlünün haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına müdahalenin‘ gerekliliğini’ cezaevinde bulunmanın olağan ve makul koşullarının göz önünde tutularak değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindedir. örneğin‘ düzensizliğin veya suçun önlenmesi’ bir hükümlüye, özgür bir kişiden daha geniş müdahale önlemlerinin uygulanmasını haklı kılabilir… Hükümet, Golder’in yakındığı müdahalenin ‘gerekli’ olduğunu kanıtlamak için, düzensizliğin ve suçun önlenmesini ve bir ölçüde de kamu güvenliği ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasını gerekçe olarak ileri sürmüştür. Mahkeme, Sözleşmeci devletlere tanınan takdir yetkisini dikkate almakla birlikte, ‘demokratik bir toplum’da bu müdahalenin nasıl olup ta, Golder’in kendisine iftirada bulunan gardiyana karşı dava açmak amacıyla bir avukatla iletişim kurmasının engellenmesini haklı kıldığını anlayamamıştır. Mahkeme, Golder’in cezaevi görevlisinin kendisine karşı yaptığı suçlamadan temize çıkmak istediğini bir kez daha vurgulamaktadır. Bu koşullarda Golder, haklı olarak bir avukata yazmak isteyecektir. Açılması düşünülen dava sonuçlarını değerlendirme görevi, İçişleri Bakanlığı’nın işi değildir. Başvurucuya hakları konusunda yol göstermek, önerilerde bulunmak bir avukatın, önüne getirilen dava konusunda karar vermek ise bir mahkemenin görevidir.
Başvurucunun avukatla haberleşmesi kişisel bir dava açılmasına ve sonuç olarak Sözleşme’nin başka bir maddesinde, yani 6.maddede var olan bir hakkın kullanılması için hazırlık aşaması olacağından, İçişleri Bakanlığı kararının ‘demokratik bir toplumda’ gerekli olduğu kanıtlanamamıştır.
Böylece Mahkeme, olayda 8.maddeye aykırılık olduğu sonucuna varmıştır.” (Golder / İngiltere, 1979)
Kararda eleştiri konusu yapılan uygulamalar, olayın geçtiği yıllarda yürürlükte olan Cezaevleri Yönetmeliği çerçevesinde yürütülen işlemlerdi. Golder’in dava açmayı düşündüğü infaz koruma görevlisinin tutumu bir yana bırakılırsa, AiHM İngiltere’deki katı ve insan hakları ile bağdaşmayan cezaevi kurallarını mahkum etmiş bulunuyordu. Nitekim İngiltere Hükümeti de bu dava nedeniyle gelişen hukuksal tartışmaları göz önünde bulundurularak, Golder Davası henüz sonuçlanmadan Cezaevleri Yönetmeliği’ni değiştirmiş, tutuklu ve hükümlülerin hukuk davası açmak üzere bir avukata danışmak istemeleri durumunda İçişleri Bakanı’ndan izin almaları koşulunu kaldırmıştı. Bu değişiklik, cezaevleri müdürleri eliyle bütün tutuklu ve hükümlülere bildirilmişti.
Cezaevleri kurallarında yapılan iyileştirmeler, İngiltere’nin benzer konulardaki davalar nedeniyle tekrar AiHM’nde yargılanmasını önleyemedi. Çeşitli cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü konumunda bulunurlarken değişik amaçlarla farklı yerlere gönderdikleri mektupları, alıcılarına ulaşmayan 7 başvurucunun AiHM’nde görülen davaları 1983 yılında sonuçlandı. Davacılardan Silver’in koşulları konumuzu doğrudan ilgilendirmektedir. Başvurucu, cezaevindeki yetersizlikler ve bu arada sağlık sorunları ile diş tedavisindeki şikayetleri nedeniyle dava açmak üzere Bakanlık’tan izin istemiş, ancak kendisine olumlu yanıt verilmemiştir.
İngiltere cezaevlerindeki haberleşme ve yazışma koşullarının ayrıntılı olarak incelenip tartışıldığı AiHM kararında, diğer 6 başvurucu hakkında Sözleşme’nin 8. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğine karar verilirken, hukuksal yardım alarak cezaevi yönetimiyle ilgili hukuk davası açma girişiminin önlenmesi nedeniyle, Silver yönünden ayrıca Sözleşme’nin 6/1. maddesinin de ihlal edildiğine karar verildi. (Silver ve Diğerleri / İngiltere, 1983)
Tutukluların yazışmalarının 8. maddenin korunması altında bulunması, hiç kuşku yok ki, koşulları oluştuğunda aynı maddenin 2. bendindeki kısıtlayıcı önlemlerin de uygulanabileceği anlamını içeriyor. “Hükümlünün haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına müdahale gereği, cezaevinde bulundurulma durumunun olağan ve anlaşılabilir gereklerine göre değerlendirilecektir.” (Golder / İngiltere, 1979)
Tutuklu veya hükümlü ile avukatı arasındaki yazışmalar, Chambell ve Fell davasında kapsamlı bir incelemeden geçirildi. Başvurucunun avukatıyla ve AiHK’yla yaptığı yazışmaların cezaevi görevlilerince açılıp okunduğuna ilişkin yakınmaları, bu gibi durumlarda izlenmesi gereken yöntem ve ölçütlerin belirlenmesine katkıda bulundu.
Mahkemeye göre, “.. Bir tutuklu veya avukatı arasındaki yazışmalara sağlanan özel koruma nedeniyle, avukatın tutukluya yazdığı mektubun cezaevi yetkililerince açılabilmesi, ancak içinde olağan denetim yöntemleriyle ortaya çıkmayacak yasa dışı bir şeylerin bulunduğu konusunda benimsenebilir bir kuşkunun varlığı durumunda olanaklıdır.” Bu durumda bile mektup, gönderildiği kişinin önünde açılmalı, içerisinde sakıncalı bir nesne saptanmayınca, yöneticilerce okunmadan ilgilisine verilmelidir.
Mahkeme, ancak çok özel durumlarda tutuklunun avukatı ile yaptığı yazışmanın okunabileceğini belirtmektedir. “Mektubun içeriğinin cezaevinin veya başkalarının güvenliğini tehlikeye atması veya başlı başına bir suç oluşturması, gizliliğin kötüye kullanıldığına ilişkin çok somut gerekçelerin var olması durumunda,” bu yola gidilebilecektir.
Davalı Hükümet’in, tutuklu ile avukatı arasındaki yazışmalara özel bir korunma sağlanmasının, bu işleyişin kötüye kullanılma olasılığını taşıdığı yolundaki savunması, Mahkeme’ce, “Avukat müvekkil ilişkisinin gerektirdiği gizliliğe saygı gösterme gereksiniminin, bu hakkın kötüye kullanılabilme olasılığından çok daha önemli olduğu..” görüşüyle yerinde bulunmadı.
Savunma hakkına ilişkin birden fazla konunun tartışıldığı dava sonucunda, sanıkla avukatı arasındaki yazışmaların engellenmesi Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlali olarak nitelendi. (Champbell ve Fell / İngiltere, 1984)
Adli sabıka sicili bir hayli kabarık olan ve cezaevi kurallarına aykırı davranmayı alışkanlık edindiği için hakkında ek yaptırımlar uygulanan başka bir hükümlünün, infaz indirimlerinin bir bölümünün kaldırılması nedeniyle avukatına yazdığı mektuplardan birisi hiç gönderilmemiş, diğer ikisi ise, geç ulaşmıştı.
Hükümlünün bir milletvekiline ve öğretim üyesine yazdığı yakınma mektupları da cezaevi idaresince gönderilmemişti.
AiHM bu olayda da “başvurucunun gönderilmeyen mektupları bakımından haberleşmeye saygı hakkının ihlal edildiğine..” karar verdi.
(Mc Callum / İngiltere, 1990)
AiHM Dava – 12
Tutuklu sanığa savunmasını üstlenecek avukatın mektubunun verilmemesi yoluyla iletişim özgürlüğünün çiğnenmesine ilişkin en çarpıcı örnek, Mehmet Durmaz ile Avukat Schönenberger’in birlikte yaptıkları başvuru sonucunda verilen karar oldu.
İsviçre’nin Zürih kantonunda yaşayan M. Durmaz, bazı suçlara karışmış olabileceği kuşkusuyla 16 Şubat 1984’te tutuklanmış. Eşinin bulduğu Avukat Schönenberger, cezaevindeki sanığa bir mektup göndererek, kendisi de uygun görürse savunmasını üstlenebileceğini bildirmiş. Mektupta soruşturmayla ilgili bazı uyarılarda bulunmuş. “…Sorgunuz sırasında yanıt vermeme hakkınızın bulunduğunu anımsatmak görevimdir. Ağzınızdan çıkacak her söz, size karşı kanıt olarak kullanılabilir. Susmayı yeğlerseniz, savcılık, kanıt bulup suçluluğunuzu ispat etmek zorunda kalacaktır. Siz açıklama yapmamakta direnince, olabilir ki savcı, tartışma çıkarıp, tanıkları dinlemek, başka kanıt toplamak ya da yeni bir soruşturma başlatmak gibi nedenlerle tutukluluğunuzu uzatacağını söyleyerek baskı kurmayı deneyebilir. Böyle şeyler olursa aldırmayın. Haklarınızı bilip herhangi bir açıklama yapmamak yararınızadır…” demiş. Avukat ayrıca, göreve başlayabilmek için, iki örneğini eklediği vekaletnameleri imzalayıp, birini savcılığa, ötekini kendisine göndermesini istemiş. İşlemler tamamlanınca, hemen cezaevine geleceğini bildirmiş.
Bölge Savcısı, soruşturmanın yürütülmesi açısından sakıncalı bulduğu bu mektuba el koymuş. Sanığa, avukatın gönderdiği vekaletname örneklerini de vermemiş. Yasaklanan mektup sanki hiç gelmemiş gibi, Durmaz’a bir avukat edinmesini önermiş. Eşinin girişimlerini öğrenemeyen yurttaşımız, Zürich’te tanıdığı tek avukatın J. P. Garbade olduğunu, ancak içinde bulunduğu koşullarda ödeyecek parası olmadığını bildirmiş. Avukat Garbade, Mahkeme Başkanı’nın kararı ile gideri devletçe karşılanmak üzere Durmaz’ın savunmanlığına atanmış.
Soruşturma ve sorgulamalar devam etmiş. Durmaz, güçlük çıkarmadan bütün soruları yanıtlamış. Hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek kanıtlar bulunamayınca, 37 gün tutuklu kaldıktan sonra, 23 Mart 1984’te salıverilmiş. Boş yere özgürlüğünden yoksun bırakılan Durmaz’a, Bölge Mahkemesi’nce, 3.565 İsviçre Frangı giderim ödenmesi kararlaştırılmış.
Hukuksal tartışma, asıl bu aşamadan sonra başlıyor. Avukat Schönenberger, cezaevine gönderdiği mektubun tutuklu sanığa verilmemesi yoluyla iletişim özgürlüğünün engellendiği, bunun sonucunda Durmaz’ın davasını alamadığı için mesleğini uygulayamadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na başvuruyor. Mehmet Durmaz da bir başka dilekçeyle, avukatın gönderdiği mektubun eline geçmemesi nedeniyle haber alma özgürlüğüne el atıldığını bildirerek, İsviçre’ye karşı bireysel başvuru hakkını kullanıyor.
Tartışmanın özü, “Herkes, özel yaşamıyla aile yaşamına, konut ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir” diyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesine dayanıyor. Gerek komisyonda, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, İsviçre Hükümeti’nin temsilcileri, Avukat Schönenberger’in, sanığa susmasını, yanıt vermemekte direnmesini öneren mektubunun yürütülmekte olan soruşturmanın güvenliği açısından sakıncalı bulunduğunu savunuyorlar. Gerçekten AİHS’nin 8. maddesinin 2.bendinde, “…kamu düzeninin korunması ya da suçun önlenmesi…” amacıyla, bazı koşullarda iletişim özgürlüğünün sınırlandırılabileceği belirtiliyor.
Komisyon’dan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, yakınılan uygulama nedeniyle İsviçre organlarınca, AiHS’nin 8.maddesinin ihlal edildiği yargısına vardı. Kararın gerekçesinde, avukatın, savunmasını üstleneceği kişiye susmasını, sorulara yanıt vermemesini önermesinin, onun mesleki görevi, doğal hakkı olduğu belirtildi. Sorgulanan sanığın yanıt vermemekte direnmesinin yasal bir hak olduğu, bu yöntemi seçen avukatın görevini üstlendiği kişiye haklarını bildirmesinin önlenemeyeceği vurgulandı. Böylece Durmaz’ın haber alma, iletişim kurma özgürlüğünün engellendiği görüşüne varıldı. İsviçre Hükümeti’nin, Durmaz ve avukatına 9.070 frank ödemesini ön gören kararın en çarpıcı yanı, temel hak ve özgürlüklere yasalarla getirilecek kısıtlamaların, “..demokratik bir toplumun zorunlu kıldığı…” sınırları aşamayacağı ilkesini yinelemesiydi.
(Schönenberger ve Durmaz / İsviçre, 1998)
Avukatla görüşme hakkının uzantısı olarak ta benimsenen avukata mektup gönderme olanağının değerlendirildiği davada AiHM, tutuklu sanığın avukatına yazdığı mektupların cezaevi yetkililerince denetlenmesini, özellikle bir mektubun avukata ulaşmasının geciktirilmesini, Sözleşme’nin 8. ve 6/3 – (c) maddelerinin ihlali olarak niteledi.
(Domenichini / İtalya, 1996)
Avukatla Sanığın Görüşmeleri:
Avukatla sanığın yüz yüze ve baş başa konuşmaları savunma yöntemlerinin belirlenmesi, kanıtların değerlendirilmesi açısından son derece önemli bir aşamadır.
Sanıkla avukatı arasında yazışmalarla sağlanamayacak bilgi alışverişi, karşılıklı konuşmayla gerçekleştirilmektedir. Sanıkla avukatının konuşmaları, Sözleşme’nin 6. maddesinin 3.paragrafındaki iki bent açısından belirleyici düzeyde önem taşımaktadır. Şöyle ki, yüz yüze görüşme olanağının korunması (c) bendindeki avukatla savunma hakkının ayrılmaz parçasıdır. Ayrıca, (b) bendine göre “savunmasını hazırlamak için gerekli zamana sahip olmak.” sanık ve avukatı açısından, cezaevi yöneticilerinin kendilerine göre koyacakları katı bir görüşme takvimi ile aşırı kısıtlayıp kullanılamaz düzeye getirmemeleri gereken bir olanaktır. Avukatın davasını üstlendiği cezaevindeki tutuklu ile görüşebilmesi için yargıç ya da savcıdan izin istemek durumunda bulunması, Sözleşme’yle bağdaşmayacaktır.
Cezaevinde çıkan olaylar nedeniyle disiplin soruşturması kapsamında yargılanan hükümlünün avukatla görüşme yapmak istemesine karşın cezaevi yönetiminin avukatla sanığın konuşmalarına izin vermemesi, hukuksal yardım ve temsilin gerçekleşememesi nedeniyle, Sözleşme’nin 6/3 (b) ve (c) bentlerinin ihlali olarak nitelendi.
(Champell ve Fell /İngiltere,1984)
Tutuklu sanıkla avukatına cezaevinde yüz yüze konuşma olanağının sağlanması da, aralarındaki iletişinin güvenliği için yeterli gelmiyor. Sanık ve avukatı, dava konusu olayları değerlendirip kanıtlarıyla birlikte tartışırlarken, bir başka kişinin, özellikle karşı cephede yer alan savcılık görevlisinin onları dinlememesi gerekiyor.


AiHM Dava – 13
AiHM bu konuyu ilk kez, Elvan Can’ın Avusturya’ya karşı yönelttiği başvuru nedeniyle gündemine aldı.
Elvan Can, Avusturya’nın Gmuden kentinde çalışmakta olduğu restoranda çıkan yangının sorumlusu olabileceği kuşkusuyla 19 Ağustos 1980’de tutuklanarak Weis Cezaevi’ne gönderildi.
Elvan Can’ın savunmanlığını, Avusturyalı avukat Rudof Zitta üstlenmişti. Olayın ayrıntılarını öğrenmek ve savunmada izlenecek yöntemleri saptamak amacıyla, Avukat Zitta 15 ve 30 Eylül 1980 tarihlerinde, iki kez Wels Cezaevi’ne geldi. Sanık ve avukatının görüşmeleri sırasında, aralarında bir de davetsiz konuk vardı. Avusturya Ceza Yargılama Yöntemleri Yasası’nın 45. maddesine göre, sanık, “kanıtların yok edilmesi kuşkusuyla tutuklanmışsa” son soruşturma açılıncaya kadar, avukatıyla cezaevinde yapacağı görüşmeleri mahkemece görevlendirilen bir gözlemcinin izlemesi gerekiyordu. Yasa’nın amacı, sanığın bazı bilgileri avukatı aracılığıyla dışarı iletip, henüz savcılığın eline geçmeyen kanıtların gizlice yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemekti. Bu denetim, tutuklu sanığın yazışmalarını da kapsıyordu.
Elvan Can, 6 Ekim 1980’de, sorgu yargıcına gönderdiği dilekçe ile aralarında üçüncü bir kişi olmaksızın avukatıyla baş başa konuşmalarına izin verilmesini istedi.
Savunmasında önem taşıyan konuları avukatıyla tartışırken, suçlamayı yapan organın gözlemcisinin dinlemesini savunma güvenliği açısından sakıncalı buluyor, yalnız bırakılmalarını istiyordu. Elvan Can’a göre, Avusturya Ceza Yargılama Yöntemleri Yasası’nın 45. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesine ve bu nedenle de Avusturya Anayasası’na aykırı düşüyordu.
Sorgu yargıcı, Elvan Can’ın avukatıyla yalnız konuşma istemini reddetti. Bu karara karşı, önce Weis Bölge Mahkemesi’ne ve ardından Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı itirazlar, alınan önlemlerin yürürlükteki yasaya uygun bulunması nedeniyle kabul edilmedi.
E.Can henüz Weis Bölge Mahkemesi’ndeki ceza davası sonuçlanmadan 14 Nisan 1981 günlü dilekçesi ile makul süreleri aşan tutukluluğu nedeniyle Sözleşme’nin 5/3. maddesinin, avukatı ile yaptığı görüşmelerinde üçüncü bir kişinin gözlemci olarak bulundurulmasının da Sözleşme’nin 6/3-(c) maddesine aykırı düştüğü gerekçeleri ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na başvurdu.
14 Aralık 1983 günlü Komisyon Raporu’nda, Elvan Can’ın her iki konudaki yakınmaları da haklı bulundu.
Konu AiHM’nin gündeminde iken, davanın sonuçlanmasından önce, Avusturya Hükümeti, dostça çözüm süreci içerisinde, 11 Haziran 1985 günlü protokol ile başvurucunun istemlerini kabul etti. Bu protokolün 6.maddesinde, “..Avusturya F.Hükümeti hazırlanmakta olan Ceza Yargılama Yöntemleri Yasası’nda, kanıtların yok edilme kuşkusu varken tutuklu sanığın avukatıyla görüşmesi sırasında gözlemci bulundurulmasını öngören kuralın, AiHK’nun bu dava ile ilgili 12 Temmuz 1984 günlü raporu doğrultusunda yeniden düzenlenmesi için yasama organına önerilerini sunma” sözü verdi.
Avusturya’nın Avrupa Konseyi’ndeki sürekli temsilcisi AiHM’ne başvurarak, taraflar arasındaki anlaşmanın uygulamaya dönük ilk adımı olarak Hükümet’in, “.. AiHK’nun bu dava ile ilgili 12.7.1984 günlü sonuç raporunu tüm Avusturya mahkemelerine, mahkeme başkanlarına ve savcılara ileteceğini..” bildirdi.
Avusturya’da da geçerli olan kuvvetler ayrılığı ilkesine göre Hükümet, yasama ve yargı organı adına söz verip yükümlülük altına giremiyor. Ancak yukarıda değinilen iki girişimle sorunun çözüm yolunu açıyor. Hükümet, o sıralarda gündemde olan Ceza Yargılama Yöntemleri Yasası değişikliği çalışmalarıyla ilgili olarak Parlamento’ya yeni bir öneri getirip AiHK kararını ulusal hukuka uyarlama girişimini üstleniyor. İnsan hakları ilkelerini genelleştirmek amacıyla ulusal mahkemelere gönderilen yazı ise, AiHK’nun ve bu görüşleri onaylayan AiHM kararının yargı organının bilgisine sunulması anlamını taşıyor.
AiHM de, Elvan Can ile Avusturya F.Hükümeti arasındaki uzlaşmanın Sözleşme’nin güvence altına aldığı ilkelere uygun düştüğü yargısıyla, 30 Eylül 1985’te davanın listeden silinmesine kararlaştırdı. (Can/Avusturya,1985)

Savunman Dokunulmazlığı:
AİHS’nde, savunman dokunulmazlığı anlamına gelecek bir kural bulunmamaktadır. Ancak yukarıdaki çeşitli bölümlerde de değindiğimiz gibi, AiHM birçok kararında avukatın hak ve yetkilerini temsil ettikleri kişilerden bağımsız bir biçimde değerlendirme eğiliminde olmuştur.
Aşağıda, avukatları çok yakından ilgilendirdiğini düşündüğümüz iki konudaki AiHM’nin değerlendirmeleri üzerinde duracağız:
1 – Avukat bürosunun aranması:
AİHS’nin 8. maddesinde savunulan özel yaşam güvenceleri arasında konut dokunulmazlığı da yer alıyor. Mahkeme’ye göre “yaşanılan bütün yerler,” hatta “gelecekte içinde yaşanmak üzere” hazırlanıp korunan taşınmazlar, konut dokunulmazlığı kapsamında değerlendiriliyor.
(Gillow / İngiltere,1986)
Acaba iş yerleri de konut dokunulmazlığı içerisinde düşünülebilir mi?
AiHM Dava – 14
1985 yılında Almanya’da Bunte Liste adlı siyasal partinin Kilise Karşıtı çalışma Gurubu adına Klaus Wagner adıyla ve posta yoluyla Freising Mahkemesi başkanına gönderilen faks mektubunu izleyen olaylar, Niemietz adlı avukatın bürosunun aranmasına gerekçe gösterildi. Mektupta, çalıştırdığı işçilerin ücretlerinden Kilise Vergisi’ni kesmesine karşın Kilise’ye yatırma yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverenin yargılandığı davadaki tutumu nedeniyle davaya bakan yargıç eleştiriliyordu. Mektupta, gönderenin adresi olarak yalnız bir posta kutusu numarası vardı.
Avukat Niemietz, BunteListe’nin il başkanlığını yaptığı halde Kilise Karşıtı çalışma Gurubu’nun üyesi değildi. Ancak onların kilisenin gücünü kırmaya yönelen çalışmalarını destekliyordu. Bazı eylemlerine de katılmıştı. 1985 yılı sonuna kadar, Bunte Liste partisi adına gönderilen mektuplar, Avukat Niemietz’in ve birlikte çalıştığı arkadaşının bürosuna getiriliyordu.
Münih Mahkemesi, yargıca hakaret suçlaması nedeniyle Klaus Wagner hakkında soruşturma açılması istemiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ancak savcılık bildirimleri, bulunamadığı için sanığa tebliğ olunamadı.
Niemietz’in iş ortağı da bu konuda bilgi vermekten kaçındı.
Soruşturmadaki tıkanıklığı aşmak için Münih Mahkemesi, Wagner hakkındaki bilgilerin elde edilebilmesi ve suç ortaklarının saptanması amacıyla Niemietz’in avukatlık bürosunun aranmasına karar verdi.
13 Kasım 1986 sabahı avukatlık bürosuna gelen savcılık görevlileri ve polis, her iki avukatın da hazır bulunduğu sırada, saat 09.30’da başlayıp 10.30’da bitirdikleri arama sırasında, avukatın müvekkilleriyle ilgili dosyaların bulunduğu dört çekmeceyi ve altı özel klasörü incelediler. Ayrıca avukatın müvekkillerin adlarının yazılı olduğu rehbere de baktılar.
Sonuçta arama konusuyla ilgili bir kanıt elde edemedikleri için herhangi bir belgeye el koymadan, tutanak düzenleyip bürodan ayrıldılar.
Avukat Niemietz, son aşamada Anayasa Mahkemesi’nden de geçen iç hukuk yollarına yönelttiği yakınmalarından bir sonuç alınamayınca, konu AiHM’nin çözümüne sunuldu.
Mahkeme, Alman Hükümeti’nin Sözleşme’nin 8. maddesinin konutlarla ilgili olması nedeniyle iş yerlerinin bu kapsamda değerlendirilemeyeceğine ilişkin savunmasını,“.. olayda özel yaşama, konuta ve haberleşmeye yönelik bir müdahalenin varlığı…” nedeniyle yerinde bulmadı. Yerel mahkemenin arama kararındaki “..mektup sahibinin kimliğini ortaya çıkarabilecek her türlü belgenin aranması ve bunlara el konulması..” yolundaki çok geniş yetkilerin “..Alman hukukunun avukat bürolarının aranması sırasında bir gözlemci bulundurulması gibi yöntemsel güvenceler içermemesi nedeniyle,” orantısız bulundu. Aranan kişinin hukukçu kimliği gözetildiğinde, bürosundaki belgelerin incelenmesinin mesleki gizliliğe tecavüz niteliği taşıdığı, bu durumun da Sözleşme’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma güvencelerini ihlal edebileceği gibi, başvurucunun mesleki onurunu zedeleyen uygulamanın demokratik toplumların gerektirdiği sınırları aşması nedeniyle, özel yaşama, konuta ve haberleşmeye saygı haklarının ihlali olarak nitelendi.
(Niemietz /Almanya, 1992)
Davaya konu olaylar, başvurucu avukatın mesleksel etkinlikleri ile doğrudan ilgili bulunmuyor. Ceza yargıcına hakaret ettiği gerekçesiyle aranan kişi, avukatın müvekkili de değil. Kimliği hakkında ayrıntılı bilgiler saptanamayan sanık ile avukatlar arasındaki ilişki, ancak aynı siyasal görüşleri paylaşmaktan ileri gelen bir dayanışma olabilir. Olayda avukata yönelik bir suçlama da yok.
AiHM, bir mahkeme kararına dayalı da olsa, avukatlık bürolarının gelişi güzel aranamayacağını vurguluyor.
Güvenin, gizliliğin öne çıktığı adli birimler olarak nitelediği avukatlık bürolarının ayrıcalıklı konumunu, avukatlık mesleğinin özellikleriyle açıklıyor.
Niemietz kararı kimi araştırmacılar tarafından, mahkemenin iş yerlerini de Sözleşme’nin 8. maddesindeki konut dokunulmazlığı kapsamına aldığı biçiminde yorumlandı. Yukarıdaki gerekçeler karşısında şimdilik böyle bir genellemeye katılma olanağı bulamıyoruz. Avukatlık büroları, özel yaşamların tortulandığı alanlar. Belki zaman içerisinde gizliliğin öne çıktığı benzer mesleklerin iş yerleri de, Sözleşme’nin 6. maddesiyle bağlantı kurulmaksızın, 8. madde kapsamında değerlendirilebileceklerdir. Ancak Niemietz kararından yola çıkarak, Mahkeme’nin bütün iş yerlerini konut dokunulmazlığı içinde değerlendireceğini ileri sürmek, şimdilik doğru bir yönlendirme olmayacaktır.
2 – Mahkemece suçlanan savunmanın yargılanması:
AiHM Dava – 15
Avukat Kyprianu, Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanan bir sanığın savunmanlığını üstlenmişti. Dinlenmekte olan bir tanığın çapraz sorgulanması sırasında tanığa bazı sorular yöneltmesi, yargıçların olumsuz tutumu ile engellendi. Bu müdahale nedeniyle çok gerginleşen avukat, ayrılmayı düşündü. Ancak böyle bir davranışın savunmanlığını aldığı sanığın zararına olabileceği görüşüyle üzerinde durduğu konuları açıklayabilmek için Mahkeme’nin kendisine bir kez daha olanak tanımasını istedi. Yargıçların, bu girişimi de geri çevirmeleri üzerine aralarında sert tartışmalar çıktı.
Aynı yargıçlar, mahkemenin saygınlığına aykırı düşen davranışları nedeniyle suçlu buldukları Avukat Kyprianou ’ya beş gün hapis cezası verdiler. Sanık savunmanı olarak girdiği mahkeme salonundan mahkum olarak ayrılan avukatın üst mahkemeye yönelttiği itirazları sonuç vermedi ve kararlaştırılan hapis cezası onanarak kesinleşti.
AiHM bu olayı, Sözleşme’nin 6. maddesinin (l), (2), ve (3/a) bentleri kapsamında ayrı ayrı değerlendirdi.
Mahkeme’ye göre, ceza mahkemesi önünde görülmekte olan bir davada savunma görevini yerine getiren avukatın, yargıçları küçümseyerek hakaret oluşturan davranışlar içerisine girmesinin, Sözleşme’nin 6.maddesinde korunan adil yargılanma güvenceleri kapsamında bulunmadığı tartışılmayacak kadar açıktır. Duruşma sırasında çıkan olaylar nedeniyle kendilerinin taraf konumunda bulunduklarını ve yansız kalamayacaklarını düşünmeyen yerel mahkeme yargıçları objektif değerlendirmeler yaptıkları inancıyla sanığı cezalandırmışlardır. Mahkeme, Asliye Ceza Mahkemesi yargıçlarının aralarında geçen tartışmanın yarattığı gerginlik nedeniyle sanığa karşı yansızlıklarını koruyamadıklarını gözlemiştir. Mahkeme’nin uyarı, disiplin yaptırımı gibi yatıştırıcı yöntemlerle gerilimi giderme olanağı varken cezalandırdığı avukatı alelacele cezaevine göndermesi bu ölçüsüz tutumun kanıtıdır. Davanın yeniden görülmesini sağlamak yerine yalnız hukuksal değerlendirmelerle yetinen üst Mahkeme’nin tutumu da Sözleşme’ye aykırılığınızın sürdürülmesi yönünde olmuştur. Başvurucunun temyizi de hapis cezasını önleyemediğinden, olayda mahkemenin yansızlığı yönünden Sözleşme ihlal edilmiştir.
Aralarında geçen tartışma nedeniyle Ceza Mahkemesi, yargıçları, karşılarındaki avukatın kendilerine karşı suç işlediği yargısına varmışlardır. Bu ön yargı nedeniyle, doğrudan mahkum ettikleri kişiye özgürlüğünü koruyabilmesi için savunma hakkı bile tanımamışlardır. Kararın kesinleşmesi beklenmeksizin hapis cezası uygulanmıştır. Yerel Mahkeme’nin bu tutumu, AiHM’nce, sanığın “suçsuzluk karinesi” ile bağdaşmaz bulunmuştur.
Avukat Kyprianou, hakkında açılmış bir ceza davası yokken yargılanıp mahkum edilmiştir. Yerel Ceza Mahkemesi ne ile suçlandığını bile kendisine bildirmeden kararını vermiştir. Böylece sanık, kendisini savunabilmek için yeterli zaman bulamamıştır. Bu nedenle Sözleşme’nin 6/3 (a) bendi de ihlal edilmiştir. (Kyprianou/Kıbrıs, 2004)
Birçok ülkenin yasalarında, mahkemenin yargılama düzenini bozan, olay çıkaran kişilerin davaya bakan yargıçlarca cezalandırılıp tutuklanabileceklerine ilişkin yaptırım ve yöntem kuralları bulunabilmektedir. Kyprianou olayında izlendiği gibi, zaman zaman avukatlar da bu tür dengesiz uygulamaların mağduru olabilmektedirler. AiHM’nin yukarıda özetlenen kararı, asıl davaya bakan mahkeme ile duruşmanın düzenini bozan kişilerin yargılanacakları mahkemelerin birbirinden ayrılmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Böylece kişilerin yargılandıklarının bile ayırdına varamadan, ne ile suçlandıklarını bilmeden, savunma olanağı bulmadan ön yargılı mahkemelerce cezalandırılmalarının hukuka aykırılığı somut biçimde ortaya konulmuş oldu. Sorumlu Hükümet’in ödemek zorunda kaldığı yargılama giderleri ve 15.000 Euro manevi giderimin Avukat Kyprianou’nun yitirdiklerini karşılamaya yeterli gelmeyeceğini biliyoruz. Ancak kendi adını taşıyan böylesine yol gösterici bir kararın gerçekleşmesini sağlamak, gelecekte de anımsanacak önemli bir başarıdır.
Güney Dinç
Bu yazı kısaltılmış bir alıntıdır. Av. Güney Dinç’in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bulunduğu orijinal uzun yazısını alttaki web adresinden indirebilirsiniz.
http://haberturkon.com/download/hukuk/AIHMgd.doc
Yararlanılan Kaynaklar:
AiHM kararlarının Türkçe çevirileri için aşağıda belirtilen yayınlardan yararlanılmıştır. Bazı kararlarda Avrupa Konseyi’nce dönemsel olarak yayınlanan Bülten’den özetlenerek alınmıştır:
Osman Doğru, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları TC Adalet Bakanlığı, Ankara 2003
Hukuk ve Toplum Dergisi, İstanbul 2003
A.Feyyaz Gölcüklü – A.Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 3.Basım, Turhan Kitapevi, Ankara, 2002
Nuala Mole ve Katharina Harby, Adil Yargılanma Hakkı, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü Strasbourg, 2001
Ursula Kilkelly, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü, Strasbourg, 2001
Osman Doğru, İnsan Hakları Kararlar Derlemesi, İstanbul Barosu, İstanbul,2000
Osman Doğru, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlar Rehberi, (1960 – 1994) İstanbul Barosu, İstanbul, 1999
Güney Dinç, İnsan Haklarına Uzanmak, Say Yayınları, İstanbul, 1986
Prof. Dr. Feyyaz Gölcüklü - Prof. Dr. A.Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve Uygulaması, Turhan Kitapevi, Ankara, 1998
[168]Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Başvurmak için Açıklama
I. MAHKEME HANGİ İŞLERE BAKAR?
1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olan temel haklarının çiğnenmesinden şikayetçi olan bireylerin başvurularını belirli koşullar altında değerlendiren bir uluslararası mahkemedir. Uluslararası bir antlaşma olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Avrupa devletlerinden birçoğu, bireylerin bazı temel haklarına saygı gösterme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu haklar, Sözleşme’de ve sadece bazı ülkelerce kabul edilmiş olan, Sözleşme’ye Ek 1, 4, 6, 7 ve 13 numaralı Protokollerde gösterilmiştir. Mahkeme’ye başvuruda bulunurken, ekte bulacağınız adı geçen metinleri ve bazı devletlerin ilgili çekincelerini incelemeniz tavsiye olunur.
2. Sözleşme’ye taraf bir devletçe, bu temel haklardan biri veya birkaçının ihlalinden ötürü kendinizi şahsen ve doğrudan mağdur olarak değerlendiriyorsanız, Mahkeme’ye şikayette bulunabilirsiniz.
3. Mahkeme, ancak Sözleşme ve Ek Protokollerinde yer alan hakların ihlaline ilişkin şikayetleri inceleyebilir. Mahkeme, ulusal yargı organlarına göre bir istinaf mahkemesi konumunda değildir ve onlar tarafından verilen kararları ne ortadan kaldırabilir, ne de değiştirebilir. Mahkeme’nin şikayet konusu olan makam nezdinde, lehinize doğrudan bir müdahalede bulunma yetkisi de yoktur.
4. Mahkeme ancak Sözleşme’yi ve ilgili Protokolü onamış (ekteki listeye bakınız) devletlere karşı yapılan ve belirli bir tarihten sonraki olaylara ilişkin başvuruları kabul eder. Bu tarih, şikayet edilen devlete ve şikayetin hangi metin (bizzat Sözleşme ya da Ek Protokollerinden biri) ile güvence altına alındığına göre değişir.
5. Mahkeme’ye ancak, bir kamu otoritesinin (Parlamento, idare, mahkeme vb) sorumluluk alanına giren işlemlerinden dolayı şikayette bulunabilirsiniz. Mahkeme özel kişi veya kuruluşlara karşı yapılan şikayetlere bakmaz.
6. Sözleşme’nin 35. maddesi 1. paragrafı gereğince, Mahkeme’ye ancak iç hukuk yolları tüketildikten ve nihai karar tarihinden itibaren altı ay içinde başvurulabilir. Bu kabul edilirlik koşullarına uymayan bir başvuru Mahkeme tarafından incelenemez.
7. Bu nedenle, Mahkeme’ye başvurmadan önce ilgili devletin hukuk sisteminin sunduğu ve şikayetinizin konusunu oluşturan duruma çözüm getirebilecek tüm hukuk yollarını denemiş olmanız şarttır. Aksi halde, bu yolların etkisiz kaldığını kanıtlamanız gerekecektir. Dolayısıyla önce, en yüksek dereceli mahkemeye kadar tüm yetkili ulusal yargı organlarına başvurmanız ve onlar önünde Mahkeme’ye sunmayı düşündüğünüz şikayeti, en azından özü itibariyle dile getirmiş olmanız gereklidir.
8. İç hukuk yolları tüketilirken, ulusal mevzuatın öngördüğü usule ve özellikle de süreye ilişkin kurallara uygun hareket edilmelidir. İç hukuk yollarını tüketmek üzere yaptığınız başvurular, size yükletilebilecek bir kusurla, örneğin süre, görev veya usul yönünden reddedilirse, Mahkeme başvurunuzu inceleyemeyecektir.
9. Bununla birlikte, bir mahkeme kararından, özellikle bir mahkumiyetten şikayetçi iseniz, olağan kanun yollarını kullandıktan sonra muhakemenin iadesi yoluna başvurmanız şart değildir. Ayrıca, af talebinde bulunmuş olmak, ya da yargı dışı çözüm yolu aramak da gerekli değildir. Bu çerçevede parlamentoya, devlet başkanına, hükümete, bakanlıklara veya “kamu denetçi” lerine sunulan dilekçeler, kullanılması şart iç hukuk yolu niteliğinde sayılmaz.
10. Yetkili en yüksek ulusal yargı merciinin verdiği karardan itibaren Mahkeme’ye başvurmak için altı aylık süreniz vardır. Bu süre, muhakemenin iadesi, af ve veya herhangi bir başka mercie yaptığınız yargı dışı çözüm talebinin reddinden itibaren değil, ulusal yargı usulünün olağan akışında nihai kararının size veya avukatınıza tebliğinden itibaren işlemeye başlar.
11. Altı aylık süre Mahkeme’ye sunduğunuz ve özet olarak da olsa şikayetinizin konusunu açıklıkla dile getirdiğiniz ilk mektupla veya doldurulmuş başvuru formunun gönderilmesiyle kesilir. Sadece bilgi isteyen bir mektup altı aylık süreyi kesmez.
12. Bilginiz açısından, Mahkeme tarafından incelenen başvurulardan % 90'ının, yukarıda belirtilen şartlardan biri veya birkaçına uyulmadığı için kabul edilemez bulunduğu konusuna dikkatinizi çekerim.
II. MAHKEME’YE NASIL BAŞVURULUR?
13. Mahkeme’nin resmi dilleri İngilizce ve Fransızca’dır, ancak size daha kolay geliyorsa, Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü’ne Sözleşme’yi imzalamış devletlerin resmi dillerinde de yazabilirsiniz. Usulün ilk aşamasında Mahkeme’den bu dilde yazılmış mektuplar alabilirsiniz. Fakat daha sonraki aşamalarda, özellikle de sunduğunuz şekli ile Mahkeme’nin başvurunuzu kabul edilemez bulduğunu belirtmediği ve aksine şikayetleriniz konusunda Sözleşmeci Devlet’in yazılı görüşünü almaya karar verdiği aşamadan itibaren, Yazı İşleri Müdürlüğü’nden gelen tüm mektup ve belgeler İngilizce veya Fransızca olacaktır. Aynı şekilde sizden veya temsilcinizden gelecek yazışmaların da İngilizce veya Fransızca dillerinde olması istenecektir.
14. Mahkeme’ye yapılan başvurular yalnızca posta yolu ile gönderilebilir (telefonda yapılan başvurular kabul edilmez.) Faks veya elektronik posta ile yapılacak başvurular daha sonra posta ile gönderilecek başvuru metniyle teyit edilmedikçe geçerli sayılmayacaktır. Şikayetinizi sözlü olarak açıklamak için Strasbourg’a bizzat gelmenize gerek yoktur.
15. Başvurunuzla ilgili bütün yazışmalar aşağıdaki adrese gönderilmelidir:
Monsieur le Greffier de la
Cour européenne des Droits de l’Homme
Conseil de l’Europe
F–67075 STRASBOURG CEDEX.
Mahkeme’ye gönderdiğiniz yazışma ve belgeleri birbirine tutturmak için lütfen zımbalamayınız, yapışkan bant ile veya herhangi bir başka madde ile yapıştırmayınız veya bağlamayınız. Tüm sayfaları sırasına göre numaralandırınız.
16. İlk mektubunuz veya başvuru formunuzun alınmasından sonra, Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü, adınıza açılan dosyanın numarasını size bildirecektir. Bu numara, daha sonraki bütün yazışmalarda yer almalıdır. Daha sonra, sizden şikayetinize ilişkin belge, bilgi veya tamamlayıcı açıklamalar talep edilebilir. Bununla birlikte, Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü şikayetçi olduğunuz devletin yürürlükteki hukuku hakkında bilgi veremeyeceği gibi, ulusal hukukun yorumu ve uygulanmasına ilişkin hukuki mütalaada da bulunamaz.
17. Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü ile yazışmalarınızda sizden istenenleri zamanında ve tam olarak yerine getirmeniz yararınıza olacaktır. Yanıt vermemeniz veya her türlü gecikme dosyanızın incelenmesinin devamı ile ilgili iradenizi sürdürmediğiniz değerlendirmesine yol açabilir.
18. Eğer şikayetlerinizin Sözleşme veya Ek Protokoller ile güvence altına alınan haklarla ilgili olduğunu ve yukarıda sayılan koşulları yerine getirdiğinizi düşünüyorsanız, başvuru formunu özenle ve okunaklı bir biçimde doldurarak, başvurunuzun incelenmesi için gerekli olan belgelerin bir örneğini de ekleyerek, en kısa sürede ve en geç Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü’nün ilk mektup tarihini izleyen altı ay içinde gönderiniz. Başvuru formu ve ilgili belgeler belirtilen süre içinde Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü’ne geri gönderilmezse, dosyanızın incelenmesinin devamı ile ilgili iradenizi sürdürmediğiniz değerlendirmesine yol açacak ve başvuru dosyanız yok edilecektir.
19. Mahkeme İç Tüzüğü’nün 47. maddesi gereğince başvuru formu aşağıda belirtilenleri kapsamalıdır:
a. Şikayetlerinizin ve dayandıkları olayların özeti,
b. Sözleşme ile güvence altına alınan haklarınızdan hangilerinin ihlal edildiğini düşündüğünüz konusunda açıklama,
c. İç hukuk yollarını tüketmek için hangi makamlara başvurduğunuz konusunda bilgi,
d. Şikayet konusu olayla ilgili olarak kamusal mercilerce verilmiş kararların bir listesi. Bu listede, ilgili kararların tarihi, kısa özeti, kararı alan makamın adı da yer almalıdır. Mektubunuza bu kararların birer kopyası eklenmelidir. (Gönderdiğiniz belgeler size iade edilmeyeceğinden, belgelerin asıllarını değil, yalnızca suretlerini göndermeniz rica olunur).
20. Mahkeme İç Tüzüğü’nün 45. maddesine göre, başvuru formu bizzat tarafınızdan veya temsilciniz tarafından imzalanmış olmalıdır.
21. Kimliğinizin açıklanmasını istemiyorsanız, bunu belirtmeniz ve yargılamanın aleniyeti ilkesinin istisnası niteliği taşıyan bu talebi gerekçelendirmeniz gereklidir. Mahkeme kimliğin saklı tutulması taleplerini istisnai durumlarda ve ancak gerekçesini haklı bulursa kabul edebilir.
22. Başvurunuzun ilk aşamasında, bir avukat tarafından temsil edilmeniz ya da sizi temsil eden kişinin mutlaka avukat olması gerekmez. Ancak Mahkeme’nin şikayetleriniz konusunda Sözleşmeci Devlet’in yazılı görüşünü almaya karar verdiği aşamadan itibaren, usul gereğince, bir avukat tarafından temsil edilmeniz istenecektir. Özel muafiyet durumları hariç, bu kişi, Sözleşme’yi imzalamış devletlerde avukatlık mesleğini icra ile yetkilendirilmiş olmalı ve Mahkeme’nin resmi dillerinden birini (İngilizce ve Fransızca) en azından anlama düzeyinde kullanabilmelidir. Bu aşamadan itibaren, Mahkeme’den gelecek yazışmalar iki resmi dilden biri ile yapılacaktır. Aynı şekilde, sizden ya da temsilcinizden gelecek mektupların da, resmi olmayan bir dilde yazışma yapılması konusunda özel izin alındığı durumlar haricinde, iki resmi dilden biri ile yapılması gerekmektedir. Mahkeme’ye bir avukat veya temsilci aracılığıyla başvurmak isterseniz, başvuru formuna ek olarak bir yetki belgesi sunmanız gereklidir. Bir tüzel kişiyi (şirket, dernek vb.) veya bir grup bireyi temsil eden kişi, yasal temsilcilik sıfatını kanıtlamalıdır.
23. Mahkeme başvurunuzun hazırlanması amacıyla avukat tutmanız için adli yardım sağlamaz. Mahkeme önündeki usulün ileri aşamalarında (başvurunun davalı hükümete yazılı görüş alınması amacıyla iletilmesi kararından sonra) avukat tutmak için maddi imkanınız yoksa ve Mahkeme davanızın görülebilmesi için gerekli buluyorsa, adli yardımdan yararlanabilirsiniz.
24. Mahkeme’de başvurular ücretsiz incelenmekte olup, dosyanızın gidişatı ile ilgili bilgiler size Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından bildirilecektir. Usul, en azından başlangıçta yazılıdır ve bu nedenle Mahkeme’ye bizzat gelmeniz gerekmemektedir.
Adalet Bakanlığı web sitesinden alıntıdır.
www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/basvuruaciklama.pdf Bölüm 3
T.C. Mahkeme Kararları

3167 sayılı Çek Hamillerini Koruma Kanunu, hukuksal olarak kabul edilemez hatalar ile dolu durumdadır. TCK ve Anayasa ile çelişmektedir. Makale ve yazılarımızda tüm bu konuları ele aldık.
Çek Kanunu ile ilgili mevcut hukuksal sorunun köklü çözümü, yasa koyucu olan TBMM’nin yeni bir çek kanunu düzenlemesidir.
TBMM’sinde bulunan Yeni Çek Kanunu Tasarısı ise, sorunu çözme niyetinden uzaktır. Kanun koyucunun hukuk açısından doğru olanı yapacağı beklentimiz sürmektedir.
Bu kitabın yazılması, internet üzerinde yürütülen blog çalışmalarımız ve bir sivil toplum örgütü olarak yapılanma yoluna girerek KOSİAD’ı kurmamız ve sesimizi duyuracak eylemleri planlamamız beklentimizin gerçekleşmesine yönelik kararlı tavrımızdan kaynaklanmaktadır.
Esas olan tüm bu eylemler sonucunda TBMM’nin hukuk adına yapması gerekeni yapmasıdır.
Ancak bu süreçte adalet koruyucusu olması gereken hakimlerimizin de yapması gerekenler vardır:
Kahraman olarak kabul etmek gereken başta Şişli 11.Asliye Ceza Mahkemesi, Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi, ve Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri olmak üzere birçok takdir edilesi hakim, mevcut kanunlar çerçevesinde karşılıksız çeke  beraat vermektedirler.
Türkiye’de işini saygı, gurur ve onur ile yapan hukukçularımızın olması bizi sevindirmektedir. Aslında bize göre, bu hakimlerimiz hukuk açısından doğru olanı yapmaktadırlar.
Doğru ortamda işini doğru yapanı kahraman olarak tanımlayamayız. Haşim Kılıç’ın karşı oy gerekçesinde yazdıklarını kulak arkası eden başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, Yargıtay, yürütme erki olan hükümet ve yasama erki olan TBMM, hukuk adına kabul edilemez kararlar verip eylemler yaparken, sicili bu listedekilerin elinde olan hakimlerin doğru olanı yapmasını takdir etmek ve onları kahraman olarak tanımlamak gerekmektedir.
Öte yandan, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’un terimi ile İçtihat Tapınmacılığı yapan hakimlerimizi ve onların bağımsız davranmasını engelleyen yasa koyucuyu, görevlerini yapmaya davet ediyoruz.
Kahraman hakimlerimize ise, bir kez daha teşekkür ediyor ve Karşılıksız Çeke Beraat veren Mahkeme Kararlarını yayınlıyoruz.


Karşılıksız Çek - Anayasa Mahkemesi Kararı
Karşı Oy - Haşim Kılıç

KARŞI OY GEREKÇESİ
Anayasa’nın 38. maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen sekizinci fıkrada “Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.” denilmektedir. Anayasa’da yapılan bu değişiklik Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4 nolu protokolün birinci maddesinden yazım farklılığı dışında aynen alınmıştır. Anayasa koyucunun amacını ve hangi nedenle böyle bir değişikliğe ihtiyaç duyduğunu maddenin gerekçesi ve Mecliste yapılan görüşmeler gözetilerek ortaya koymak gerekir. Yapılan bu değişiklik pozitif hukuk kurallarına kaynaklık etmiyor, ya da etkilemiyorsa kural haşivdir denilebilir. Anayasa koyucu böyle bir amaç gütmeyeceğine göre Anayasa’nın 38. maddesine giren bu kurala işlerlik kazandırmak gerekir. İhmal, hile ve kötü niyet dışında kalan ekonomik suçlara ekonomik ceza öngörülmesi çağdaş dünyada kabul edilen ve izlenen bir politikadır. Bu anlayış ve amaç içinde düşünülmediği takdirde Anayasa’nın 38. maddesinde yazılmış olan bu değişikliğin pozitif hukuk içinde uygulama alanı hiç yok denecek kadar işlevsiz olduğu çok açıktır. Bu değişiklik yapılmadan önce kimi ekonomik suçlara hapis cezası öngörülmesi Anayasa’ya aykırı olmamasına karşın, yeni kural bu alanı sınırlayarak oldukça daraltmıştır.
Anayasa’nın 38. maddesindeki bu değişiklik üç noktada toplanmıştır.
— Yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülük,
— Bu yükümlülüğün yerine getirilememesi,
— Bundan dolayı özgürlükten alıkonamama,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4 nolu protokolün 1. maddesi “Borç için hapis yasağı” başlığını taşımakla beraber madde metninde, “özgürlüğünden yoksun kılınamaz.” denilerek yasağın sadece hapis cezası ile sınırlı olmadığı başka özgürlükleri de kapsadığı açıktır.
Sözleşmeden aynen alınan Anayasamızdaki metni de sadece hapis cezası ile sınırlandırmamak gerekir. Sözleşmeden doğan yükümlülük de borç ilişkisi dışında bir şeyin yapılması ya da yapılmaması anlamında daha geniş değerlendirilmelidir. Yükümlülük borç ilişkilerini de içine alan geniş bir kavramdır. Yükümlülük sözleşmeden kaynaklanmıyorsa bu kapsamda değildir. Ayrıca, yükümlülüğün yerine getirilememesi iyi niyete dayanmalıdır. Yükümlülüğünü yerine getiremeyeceğini önceden bilen kişiyi kural korumamaktadır. Nitekim TBMM Genel Kurulu’nda 38. maddedeki değişiklik görüşülürken Anayasa Komisyonu Başkanı “kendi ihmal veya kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düşen kişi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz. Ancak, borçlunun hileyle veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir.” görüşünü dile getirmiştir. (26.9.2001 günlü, 133. Birleşim Tutanakları)
Buna göre, yapılan Anayasa değişikliğinde ekonomik nedenlerle ve iyi niyetle borcunu ödeyemeyen kişilere hapis cezası verilmesini önlemek amacı ön plana çıkmaktadır. Etkili ceza düşüncesiyle “hapisle tazyik” yoluyla çalışma hayatının daha iyi düzenleneceği anlayışı anayasa koyucunun iradesini saptırmaktır. Kasıt ve kötü niyet olmadığı sürece ekonomik suçlara hapis cezası öngörülmesi insan onuruyla bağdaşmadığı için çağdaş dünya ve demokratik toplumlarda terkedilmiştir.
Çoğunluk görüşünde, borç ilişkisi ile çek kullanımı arasındaki bağ koparılmış soyut bir kambiyo ilişkisinden bahsedilmiş, sözleşmeden bağımsız bir kambiyo yükümlülüğü üzerinde durulmuştur. Oysa keşideci ile lehtar arasındaki borç ilişkisini sözleşmenin dışında mutlak bağımsız bir işlem olarak nitelemek mümkün değildir. Sözleşmeye bağlı bir yükümlülük nedeniyle çek keşide edenle lehtar arasında bir ilişki her zaman olanaklıdır. Hapis cezası öngörülerek alacaklının hakkının korunması ve kamusal güvenin sağlanması gerekçesi de kabul edilemez. Hukuksal nitelikleri farklı da olsa bono ve poliçe gibi kambiyo senetlerinde de ödenmediği takdirde kamusal güvenin bozulması ve alacaklının hakkının yok olması söz konusu olabilir. Bu nedenle iyi niyetli olması koşuluyla bonosunu ödeyemeyen kimseye hapis cezası öngörülemeyeceği gibi karşılıksız çıkan çek için de öngörülemez.
Çoğunluk gerekçesinde aynen “Yalnızca Anayasa’nın 38. maddesi kapsamında hürriyeti bağlayıcı ceza yasağı sözleşmeden doğan borcun yerine getirememesini gerektirmektedir. Oysa keşideci çekin karşılıksız olmasını bilmesine rağmen çek keşide ettiğine göre bu borcun yerine getirilemediğinden söz etmek de olanaksızdır.” Denilmektedir. Çekin karşılıksız olduğunu bile bile keşide edenlerin iyi niyetinden zaten bahsedilemez. Böyle bir çek düzenleyen kişinin 38. maddesinde öngörülen korumadan faydalanması da olanaksızdır.
3167 sayılı Yasa’nın 16. maddesinin birinci fıkrası suçlarda objektif sorumluluk esası benimsenerek düzenlenmiştir. Yargıtay’da bugüne kadar objektif sorumluluk kapsamında uygulamasını sürdürmüştür. Düzenlenen çekin karşılığı yoksa suç oluşmuştur. Bunun dışında yargıcın subjektif değerlendirme ve araştırmaları kuralı objektif sorumluluk kapsamından çıkarmaz. Objektif sorumluluk nedeniyle 16. maddenin birinci fıkrasına göre oluşacak suç da “ödememe” ya da “ödeyememe” durumlarının araştırılması söz konusu değildir. Bilerek ve kasten ödemeyenle, iyi niyetle hareket edilerek ödeyememe durumlarını ayırmaya imkan tanımayan bir düzenleme Anayasa’nın 38. maddesine aykırılık oluşturur. Karşılıksız çek suçu, kasıtla işlenen bir suç haline getirilmediği sürece Anayasa’ya aykırılıktan kurtulamaz.
Belirtilen nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmadım.
Başkanvekili
Haşim KILIÇ


Şişli 11. Asliye Ceza Mahkemesi
Karşılıksız Çek ile ilgili Beraat Kararı
5 Mart 2009
TC Şişli 11. Asliye Ceza Mahkemesi
DOSYA NO:2007/541
KARAR NO:2009/113
C.Savcılığı Esas No:2007/6970
GEREKÇELİ KARAR
TÜRK MİLLETİ ADINA
HAKİM: F.O
C.SAVCISI: C.K
DAVACI: KAMU HUKUKU
KATILAN: K.K
VEKİLİ: Av.S.Y
SANIK: A.A
SUÇ: Karşılıksız Çek Keşide Etme
SUÇ TARİHİ:16.12.2006
KARAR TARİHİ:05.03.2009

Mahkememizce açılan davanın yapılan yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Sanığın karşılıksız çek keşide ettiğinden bahisle hakkında kamu davası açılmış ve 3167 sayılı yasanın 16/1 maddesi gereğince çek yaprağı sayısınca cezalandırılması talep edilmiştir.
Öncelikle 5237 sayılı yeni TCK’nun özel kanunlarla ilişkisini düzenleyen 5. maddesinde “Bu kanunun genel hükümlerinin özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanacağı” hükme bağlanmış TCK’nun yürürlük ve uygulama şekli hakkındaki 5252 sayılı yasanın 5560 yasayla değişik geçici 1. maddesinde ise “Diğer kanunların 5237 sayılı TCK’nun 1.kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümlerinin ilgili kanunlarda değişiklik yapılıncaya ve en geç 31.12.2008 tarihine kadar uygulanmasına devam edileceği” belirtilmek suretiyle çek yasasının TCK’nun genel hükümlerine aykırılık içeren kısımları süreye tabi tutularak bu tarihten sonra aykırı düzenlemelerin artık uygulanmayacağı açıkça ifade edilmiştir.
Yasama organı tarafından birçok yasada TCK’nun genel hükümlerine uygun düzenlemeler yapıldığı halde 31.12.2008 tarihine kadar 1367 sayılı çek yasası bakımından böyle bir düzenleme yapılmamıştır.
TCK’nun genel hükümleri yürürlüğe girmediği gibi 01.01.2009 tarihinden itibaren karşılıksız çek keşide edenlere çek bedeli kadar adli para cezası verilmesi TCK’nun 5. maddesiyle 5252 sayılı yasanın geçici 1. maddesini anlamsız hale getirecektir. Bir başka değişle ceza içeren diğer özel yasalar bakımından TCK’nun genel hükümlerinin yürürlüğe girdiğinin kabul edip sadece çek yasası bakımından yürürlüğe girmediğini ileri sürmek böyle bir istisnai düzenleme olmadığı için mümkün değildir.
Ayrıca tüzel kişilere ceza verilemeyeceğine ilişkin lehe olan TCK’nun 20/2 maddesinin 01.01.2009 tarihinden itibaren çek yasası bakımından da geçerli olduğunu kabul edip TCK’nun genel hükümlerinde yer alan diğer hususların ise çek yasası bakımından geçerli olmadığını ileri sürmek de kendi içinde tutarsızlık oluşturacak ve TCK ile 3167 yasanın genel nitelikteki hükümlerinin karma uygulamasına yol açacaktır.
TCK’nun yürürlüğüne ilişkin 5252 sayılı yasanın 5/2 maddesinde nispi nitelikteki adli para cezalarından aksedilmiş olması, bu tür cezaların karşılıksız çek keşide etmek suçları bakımından da varlığını kabul ve 01.01.2009 tarihinden itibaren de uygulanacağı anlamına gelmemektedir.

Bu düzenleme aynı maddede belirtilen alt ve üst sınırların maktu adli para cezaları bakımından geçerli olduğunu ancak nispi nitelikteki adli para cezaları bakımından geçerli olmadığını ifade etmek için yasaya konulmuştur. Dolayısıyla 31.12.2008 tarihine kadar özel ceza yasalarında belirtilen nispi nitelikteki adli para cezaları uygulamasına devam edileceği ve söz konusu tarihten sonra ise bu uygulamanın da son bulacağı amaçlanmış, zaten bu durum aynı yasanın geçici 1. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Eğer 5252 yasanın geçici 1. maddesindeki düzenleme söz konusu olmasaydı TCK’nun genel hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarih ile 31.12.2008 tarihleri arasındaki dönemde de çek bedeli kadar adli para cezası uygulaması yasal açıdan mümkün olmayacaktı.
TCK’nun nitelikli dolandırıcılık suçuna ilişkin 158/1-Son maddesinde nispi nitelikteki adli para cezasına yer verilmiş olması da çek yasası bakımından nispi nitelikte adli para cezasının kabul edildiği anlamına gelmemektedir. Çünkü bu düzenleme istisnai nitelikte özel bir düzenleme olduğundan ve TCK’nun genel hükümleri içinde yer almadığından çek yasası bakımından nispi adli para cezalarının kabulüne imkan vermeyecektir.
Çek yasası bakımdan da 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren ve genel hükümler içinde yer alan TCK’nun 52/3 maddesinde ise ADLİ PARA CEZALARININ BELİRLENMESİNDE ESAS ALINAN TAM GÜN SAYISI İLE 1 GÜN KARŞILIĞI OLARAK TAKTİR EDİLEN MİKTARIN KARARDA AYRI AYRI GÖSTERİLECEĞİ belirtilmiş, dolayısıyla çek yasasında olduğu gibi çek bedeline bağlı adli para cezası uygulaması son bulmuştur.
Ayrıca cezanın belirlenmesine ilişkin TCK’nun 61/8 maddesinde ise ADLİ PARA CEZASINDA ARTIRIM VE İNDİRİM YAPILIRKEN HESAPLAMANIN GÜN ÜZERİNDEN YAPILMASI ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR. Bu durumda çek miktarına bağlı olup gün hesabıyla tespiti mümkün olmayan karşılıksız çek suçuna ilişkin adli para cezasına örneğin: TCK’nun 62. maddesinde düzenlenen taktir-i indirim nedenlerini uygulama imkanı da kalmamış ve sonuç olarak çek yasasındaki yaptırım yasal süre içinde TCK’nun genel hükümlerine uygun hale getirilmediği için 01.01.2009 tarihinden itibaren zımnen yürürlükten kalkmıştır.
4814 sayılı yasa ile 3167 sayılı yasada değişiklik yapılmasından sonra her bir çek yaprağı ayrı suç oluşturduğundan karşılıksız çek keşide edenler hakkında teselsül hükümlerini uygulama imkanı kalmamış, ancak ceza içeren özel yasalar bakımından 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun genel hükümlerindeki 43.maddeye göre lehe kanun uygulaması nedeniyle belli şartların varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanması tekrar mümkün hale gelmiştir. Bu durumda da gün hesabına göre tespiti mümkün olmayan çek yasasındaki mevcut yaptırımı TCK’nun 61/8 maddesindeki düzenleme nedeniyle teselsülden dolayı artırma imkanı kalmamıştır.
Ayrıca yürürlüğe giren TCK’nun genel hükümleri karşısında, karşılıksız çek keşide etmek suçları yönünden tekerrür, şikayetten vazgeçme, çek hesabı açtırmaktan yasaklanmaya ilişkin çek yasasındaki mevcut düzenlemeler de TCK’nun genel hükümlerine aykırı hale gelmiştir. 5252 sayılı yasanın 5/3 maddesiyle cezaların infazına ilişkin 5275 sayılı yasanın geçici 1.maddesinde belirtilen ve adli para cezasının ödenmemesi halinde günlüğü kaç liradan hapse çevirileceğine ilişkin kurallar ise para cezasının ödenmemesi durumunda nasıl davranılacağını gösteren kurallar olup karşılıksız çek keşide edilmesi halinde cezanın miktarının tayini için başvurulabilecek kurallar değildir.
3167 sayılı yasadaki cezanın miktarına ilişkin ÇEK BEDELİ TUTARI KADAR ibaresi 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren TCK’nun genel hükümleri nedeniyle geçerliliğini kaybettiğinden bu durumda TCK’nun 52. maddesine giderek yaptırımı belirlemek imkanı da kalmamıştır. Çünkü genel düzenleme içinde yer alan ve cezaların sınırlarını gösteren maddeler suç olarak kabul edilen eylemlere yaptırım olsun diye değil sadece cezaların alt ve üst sınırlarını belirtmek amacıyla konulmuş hükümlerdir.
Diğer taraftan 4814 sayılı yasa ile değişiklik yapılmasından önce karşılıksız çek keşide edenler hapisle cezalandırılmaktaydılar, bu değişikliğin yapılmadığı ve karşılıksız çek keşide edenlerin hapisle cezalandırıldıkları varsayıldığında sonradan yürürlüğe giren yasa hükümleri nedeniyle maddede hapis cezası muhafaza edilip cezanın miktarına ilişkin kısım uygulama imkanını kaybetseydi, o zaman TCK’nun genel hükümlerinde yer alan 49.maddeye giderek karşılıksız çek keşide edenlere 1 aydan 20 yıla kadar hapis cezası verilmesi ve buna bağlı olarak görevsizlik kararı verilip dosyanın ağır ceza maddesine gönderilmesi mi kabul edilecekti?
Anayasa'nın 38.maddesinde ifadesini bulan SUÇTA VE CEZADA KANUNİLİK İLKESİNİN doğal sonucu olarak yasama organı suç olarak benimsediği bir eylemin cezasının türünü ve miktarını ilgili maddede belirtmek durumundadır. Zaten bu nedenle ceza kanunlarında her bir suç yönünden ilgili maddede cezanın türü ve sınırları gösterilmiş, genel hükümler içinde yer alıp cezanın sınırlarını gösteren maddelerle yetinmek yolu benimsenmemiştir. Çünkü hangi eylemin kamu düzenini daha çok bozduğu ve bu nedenle daha fazla cezalandırılması gerektiği konusundaki tercih, suç ve ceza siyasetiyle ilgili olup siyası sorumluluğu gerektiren ve yasama organlarının mutlak taktirinde olan bir husustur. Ancak bu durumun belirli bir ceza makası aralığında cezanın bireyselleştirilmesi için mahkemeye tanınan taktir hakkıyla karıştırılmaması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nun bedelsiz senedi kullanma suçuna ilişkin 156. maddesinde adli para cezasının sınırlarının belirtilmemiş olması karşı örnek olarak gösterilebilir ise de zaten bu madde de yasama organı bu fiil için sınırlarını belirttiği hapis cezasını da öngördüğünden aynı yasanın 52. maddesindeki limitlerin farkında olarak adli para cezası yönünden taktir hakkını mahkemeye bırakmış, dolayısıyla cezasının türü ve miktarı konusundaki tercihini açıkça ortaya koymuştur kaldı ki hapis ve adli para cezasının birlikte uygulanması gereken durumlarda, bu cezalardan birisinin asgari hadden diğerinin ise azami hadden tayini kendi içinde tutarsızlık oluşturacağından mahkemenin taktir ettiğini hapis cezasının miktarı adli para cezasının gün bakımından miktarını belirlemede ölçü oluşturacaktır.
Mevcut durum nedeniyle çek yasası bakımından ise yaptırımın ne miktarda olacağı konusunda kanun koyucunun ortaya koyduğu açık bir iradeden bahsetmek söz konusu değildir. Niye miktarı belirtilmeyen adli para cezasıyla hapis cezasının seçimlik olarak düzenlendiği bazı suçlarda örneğin: Mühür fekki suçunda asgari hadden uygulama yapılması yönünde bir eğilim gösterilmesi nedeniyle 5560 sayılı yasayla TCK’nun 61. maddesinde değişiklik yaparak adli para cezasının tercih edilmesi halinde hesaplamanın ne şekilde yapılacağını belirlemiştir. Zaten bu örnekler genel hükümler içinde yer almayıp TCK’nun özel hükümlerine ilişkin 2. kitabında yer aldığından çek yasası bakımından sonuca etkili olmayacaklardır.
31.12.2008 tarihine kadar karşılıksız çek keşide edenlere çek bedeli kadar adli para cezası verilmesinin o dönem için yasaya uygun olduğu ve dolayısıyla infazının gerektiği ileri sürülebilir ise de bu tarihten sonra gün hesabına göre adli para cezası belirlemek zorunlu hale gelmiş ve buna uygun bir düzenleme yapılmadığı için de eylemin yaptırımsız kaldığı sonucuna varılmış, dolayısıyla meydana gelen ve lehe olan bu durumdan henüz cezaları infaz edilmeyen kişilerin de yararlanması yolu açılmıştır.
Karşılıksız çek keşide etmek suçlarına ilişkin yeni bir yasa yapıldığı taktirde bu yasanın yürürlüğe gireceği tarihe kadar, TCK’nun genel hükümlerine aykırılık içeren mevcut çek yasasının ilgili maddelerini uygulamak imkanı kalmadığı için bu boşluğu kıyas veya kıyasa yol açacak biçimde genişletici yorum yapmak yoluyla doldurmak da TCK’nun 2/3 maddesi kapsamında mümkün görülmemiştir.
Sonuç olarak karşılıksız çek keşide etmek suçu için 368 sayılı yasada öngörülen yaptırımda, 31.12.2008 tarihine kadar TCK’nun genel hükümlerine uygun düzenleme yapılmadığından 3167 sayılı yasadaki mevcut yasadaki yaptırımı fiilen uygulama imkanının kalmadığı, ayrıca ceza miktarını TCK’nun 52.maddesine göre tayin imkanı da olmadığı, dolayısıyla çek yasasındaki mevcut yaptırımın zımnen yürürlükten kalktığı sonucuna varılmış, yaptırımı kalmayan bir eylemi de suç olarak kabul etmek mümkün olmadığı için aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir:
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle:
Sanık A.A’ya atılı olan karşılıksız çek keşide etmek suçunun yasal unsurları bakımından oluşmadığı anlaşılmakla sanığın BERAATİNE,
Yapılan yargılama giderlerinin hazine üzerinde bırakılmasına,
Sanığın ve katılan vekilinin yokluğunda açıkça yapılan yargılama sonucunda Cumhuriyet Savcısının istemine aykırı olarak, kararın tefhim veya tebliğden itibaren 7 gün içinde mahkememize bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanın tutanağa geçilmesi suratiyle Yargıtay yolu açık olmak üzere karar verildi.
05.03.2009
Katip Hakim


[188]Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi
Karşılıksız Çek ile ilgili Beraat Kararı 
9 Nisan 2009

TÜRK MİLLETİ ADINA
Yargılama Yapmaya Ve Hüküm Vermeye Yetkili
BİLECİK AĞIR CEZA MAHKEMESİ

DEĞİŞİK İŞ NO: 2009/215 Bilecik
BAŞKAN: RAMAZAN AKYOL 37306
ÜYE: ZEKERİYA YAVUZ 38481
ÜYE: LEYLA TAŞKOPARAN 39799
KATİP: FİKRİM ŞENSOY 148098
İTİRAZ KONUSU: Bilecik Asliye Ceza Mahkemesinin 19.03.2009 tarih ve 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı ek kararı.
İTİRAZ TARİHİ: 19.03.2009
KARAR TARİHİ: 09.04.2009
Bilecik Asliye Ceza Mahkemesinin 19.03.2009 tarih ve 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı kararına sanık ………….. tarafından itiraz edilmiş olmakla, dosya incelendi.
Gereği Düşünüldü:
Bilecik Asliye Ceza Mahkemesinin 13.05.2004 tarih ve 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı kararı ile sanığın üzerine atılı çek kanununa muhalefet suçundan eylemine uyan 4818 sayılı kanunun 14. maddesi ile değiştirilen 3167 sayılı kanunun 16/1 maddesi gereğince ve sanık lehine olduğundan hapis cezası yerine sanığın ilgili tarihler arasında keşide edilerek müşteri firmaya verilen toplam 53.000,00 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına, sanığın 3167 sayılı kanunun 16/3 maddesi gereğince 1 yıl süre ile çek keşide etmesinin ve çek hesabı açmasının yasaklanmasına karar verilmiş olup, bu kararın tarafların yokluğunda verildiği, kararın temyiz edilmesi üzerine dosyanın Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay 10.ceza Dairesinin 28.04.2008 tarih ve 2006/1253 esas, 2008/6565 karar sayılı ilanı ile hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmekle, 28.04.2008 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Sanık vekili Av. ………… 19.03.2009 havale tarihli dilekçe ile müvekkili olan hükümlü ……. hakkındaki infazın durdurulmasını talep ettiği, talep üzerine Bilecik Asliye Ceza Mahkemesinin 19.03.2009 tarih ve 2003/237 esası, 2004/122 karar sayılı ek kararı ile sanık vekilinin talebi ile infazın durdurulması yönündeki talebin reddine, mahkemenin 13.05.2004 tarih ve 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı ilanının aynen infazına karar verildiği, kararın 19.03.2009 tarihinde hükümlü vekiline tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
İtiraz eden ………… vekili Av ………………. mahkememize ibraz ettiği 19.03.2009 havale tarihli itiraz dilekçesinde özetle müvekkilinin para cezasına mahkum edildiğini 31.11.2008 tarihi itibariyle karşılıksız çek keşide etmek eyleminin suç olmaktan çıktığı böylece suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca hükümlü hakkında verilen cezanın yasal dayanağının kalmadığının anlaşıldığı, açık bir yasal düzenleme yokken çek bedeli kadar tam gün sayılı belirlenerek bunun 20–100 lira arasında takdir edilecek bir bedelle çarpılması suretiyle sanığın cezalandırılabileceğini değerlendirmenin kıyas yapmak olduğunu, hükümlü hakkındaki infazın durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Bilecik C Savcılığı 08.04.2009 tarihli mütalaasında, TCK ’nun 5. maddesine göre TCK’nun genel hükümleri özel kanunlarda düzenlenen suçlar yönünden bağlayıcı olduğu ve bu hükümlere aykırı özel yasaların uygulama olanağının olmadığı, çek bedeline göre belirlenen para cezasının TCK ‘nun 52. maddesine aykırı olduğundan bu şekilde belirlenen adli para cezasının yasaya aykırı olduğu, TCK'nun 21. maddesine göre kasıt olmadan suç oluşmayacağı şekli suç kavramı TCK’nun 21. ve 22. maddelerine aykırı olduğundan 3167 sayılı yasanın uygulama imkanının olmadığını itirazın kabulüne karar verilmesi yönünde görüş bildirmiştir.
Dosyanın tetkikinde, itiraz eden hükümlü vekili Av ……………. ilana konu olan ve ceza yaptırımının dayanağını oluşturan 3167 sayılı yasanın 16/1 maddesinde 5237 sayılı TCK’nun 52/1 maddesi ile çelişen hükümler bulunduğunu, 5237 sayılı TCK’nun geçici 1. maddesi gereğince 31.12.2008 tarihi itibariyle 3167 sayılı Çek Kanununun 16/1 maddesi dahil olmak üzere ceza içeren tüm maddelerde 5237 sayılı TCK. Nuh genel hükümlerine uygun olması gerektiğini, ancak bugüne kadar 3167 sayılı Çek Kanununun 16/1 maddesinde herhangi bir yasal düzenleme yapılmadığını, bu nedenle 3167 sayılı Çek Kanununun 16/1 maddesinin 31.12.2008 tarihinden itibaren uygulanması ve buradaki belirtilen cezaya göre hükümlünün cezalandırılmasının mümkün olmadığını, müvekkili hakkındaki infazın durdurulmasına karar verilmesini talep etmiş olmakla,
5237 sayılı TCK’nun 52/1 maddesine göre adli para cezası 5 günden az kanunda aksi bulunmayan hallerde 730 günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından devlet hazinesine ödenmesinden ibaret olduğu belirtilmekle adli para cezalarının özellikle gün olarak belirlenmesi gerektiği düzenlenmiştir.
3167 sayılı yasanın 4814 sayılı yasanın 14. maddesiyle değişik 16. maddesinde ise; “Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya ibraz süresi içinde 4. madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap sahipleri ve ya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak üzere çek bedeli tutarı kadar adli para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak verilecek para cezası seksen milyar liradan fazla olamaz. Bu miktar 01.03.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2. maddesine göre her yıl artırılır, bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklinde düzenleme olduğu, adli para cezasının çek bedeline göre düzenlendiği,
5252 sayılı kanunun geçici 1. maddesinde belirtildiği üzere diğer kanunların 5237 sayılı TCK'nun birinci kitabında yer alan düzenlenmelere aykırı hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya kadar ve en geç (06.12.2006) tarih ve 5560 sayılı kanunun 15. maddesi ile değişik ibare) 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanacağı belirtilmiş olmakla, karşılıksız çek keşide etmek suçunun müeyyidesinin 3167 sayılı yasanın 4814 sayılı yasanın 14. maddesiyle değişik 16/1 maddesinde belirtildiği üzere suça konu çek bedeli kadar adli para cezası olduğu, 5237 sayılı TCK’nun 52/1 maddesine göre ise adli para cezasının öncelikle gün olarak belirlenmesi gerektiği düzenlenmiş olmakla her iki kanundaki adli para ceza parasının belirlenmesi konusunda uyumsuzluk olduğu 3167 sayılı Çek Kanununun 16/1 maddesinde karşılıksız çek keşide etmek suçunun müeyyidesi olan adli para cezasının belirlenmesinde 5237 sayılı TCK’nun 52/1 maddesine uyumlu olarak bu zamana kadar herhangi bir düzenleme yapılmadığı bu itibarla 5252 sayılı kanunun geçici madde 1’ e göre 3167 sayılı Çek Kanununun 16/1 maddesindeki 5237 sayılı TCK’nun 52/1 maddesine aykırı hükmünün en geç 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanabileceği anlaşılmakla, hükümlü hakkında 28.04.2008 tarihinde kesinleşen Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 13.05.2004 tarih ve 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı ilanının aynen infazının ileride hükümlü hakkında telafisi imkansız zararlara neden olması ihtimali göz önünde bulundurulduğunda hükümlü vekilinin itirazının kabulü ile hükümlü hakkında 28.04.2008 tarihinde keskinleşen Bilecik Asliye Ceza Mahkemesinin 13.05 2004 tarih ve 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı ilanının infazının durdurulmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda Gösterilen Gerekçelerle:
İtiraz eden …….. vekili ………………. 19.03.2009 tarihli İTİRAZININ KABULÜNE,
Bilecik Asliye Ceza Mahkemesinin 19.03.2009 tarih ve 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı ek kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
Hükümlü …….. hakkında 28.04.2008 tarihinde kesinleşen Bilecik Asliye Ceza Mahkemesinin 2003/237 esas, 2004/122 karar sayılı ilanının İNFAZININ DURDURULMASINA,
Dosyanın Bilecik Asliye Ceza Mahkemesine tevdiine, kararın Bilecik Asliye Ceza Mahkemesince hükümlü ve vekiline tebliğine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda mütalaaya uygun kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 09.04.2009
[194]Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi
Karşılıksız Çek ile ilgili Beraat Kararı 
27 Mart 2009

Türkiye'de ilk kez karşılıksız çekle ilgili hapis cezalarını kaldıran Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi Mart ayında bu suçtan 25 kişi için tahliye kararı verdi.
Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi olarak karşılıksız çekle ilgili olarak Asliye Ceza Mahkemelerinden gelen dilekçeleri inceleyerek karşılıksız çek suçundan tutuklu bulunan kişiler hakkında tahliye kararı verdi.
Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi mahkeme olarak Mart ayı içerisinde 25 kişi tahliye kararı verdi
Mahkemenin son verdiği tahliye kararının gerekçesi..

BAŞKAN: ABDÜLKADİR YAVUZ
ÜYE: BURHAN ETTİN ESENKAR
ÜYE: CEVDET BAK
KATİP: BEHİYE AYDIN

Hükümlü Abdullah Bekir vekili Av. Levent S. tarafından Sakarya 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 24.03.2009 tarih ve 2008/202 Esas, 2008/323 Karar sayılı ek kararı ile hükümlü vekilinin talebinin reddine ve mahkemelerinin 28.5.2008 tarih ve 2008/202 Esas, 2008/323 Karar sayılı ilamının değiştirilmesine ve infazın durdurulmasına yer olmadığına ve infazın devamına dair kararına dosya içeriğine göre süresi içerisinde; müvekkilinin 3167 Sayılı Kanuna Muhalefet nedeni ile para cezasına mahkum edildiği, 5275 Sayılı Yasanın 98. maddesi uyarınca yaptıkları başvurunun reddedildiği, bu kararın 5237 Sayılı TCK'nun 5, 5252 Sayılı Yasanın geçici 1. maddesi, 3167 Sayılı Yasanın 16. maddesi ayrıca TCK 20.43.52,53,60,61 maddelerinde yer alan düzenlemelere aykırı olduğu, 31.11.2008 tarihi itibari ile karşılıksız çek keşide etmek eyleminin suç olmaktan çıktığı, böylece suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca hükümlü hakkında verilen cezanın yasal dayanağının kalmadığı iddiası ile Sakarya 3. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 24.03.2009 tarihinde infazın devamına ilişkin ek kararın itiraz incelemesi ile kaldırılmasını ve hakkında tayin edilen cezanın bütün sonuçları ile ortadan kaldırılmasını ve tahliyesini istemiştir.
İddia makamının mütalaası alındı, dosya incelendi
Gereği görüşüldü:
Konu ile ilgili yasal durum incelendiğinde;
1–3167 Sayılı Yasanın 16. maddesinde:
(1) Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap sahipleri veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak üzere, çek bedeli tutarı kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak verilecek para cezası seksen milyar liradan fazla olamaz. Bu miktar, 01/03/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2. maddesine göre her yıl artırılır. Bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
2 – 5237 Sayılı TCK'nun 2/1–3 madde ve fıkralarında ;
(1) "Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz."
(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.
3- 5237 Sayılı TCK'nun 5/1 madde ve fıkralarında:
"Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır. "
4–5237 Sayılı TCK'nun 52/1–2–3 Madde ve fıkralarında;
(1) Adli para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir.
(2) En az yirmi ve en fazla yüz Türk Lirası olan bir gün karşılığı adli para cezasının miktarı, kişinin ekonomik ve diğer şahsi halleri göz önünde bulundurularak takdir edilir.
(3) Kararda, adli para cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ayrı ayrı gösterilir. "
5–5252 Sayılı Yasanın 5349 Sayılı Yasanın 6. Maddesi ile değişik Geçici 1. Maddesinde:
(1) Diğer kanunların, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya ve en geç 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanır.
6–5275 Sayılı Yasanın 98/1–3 madde ve fıkrasında:
(1) Mahkumiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.
(3) Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir.
7- 5275 Sayılı Yasanın 101/1–3 Madde ve fıkrasında:
(1) Cezanın infazı sırasında, 98 ila 100 üncü maddeler gereğince mahkemeden alınması gereken kararlar duruşma yapılmaksızın verilir. Karar verilmeden önce Cumhuriyet savcısı ve hükümlünün görüşlerini yazılı olarak bildirmeleri istenebilir.
(3) Bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay'dan başka mahkemeler tarafından verilmiş olan bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir." hükümleri bulunmaktadır.
Ayrıca TBMM tarafından 5728 Sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacı ile Çeşitli Kanunlar ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile düzenleme yapıldığı ve bu kanunun yürürlükte olduğu ancak yapılan bu düzenlemeler içerisinde 3167 Sayılı Yasanın 16. Maddesi ile ilgili bir düzenlemenin bulunmadığı da ortadadır.
Kararına itiraz edilen mahkemenin itiraz edilen kararında; 5252 Sayılı Kanunun geçici 1. Maddesinde 5560 Sayılı Kanunla yapılan değişiklik üzerine belirlenen 31.12.2008 gününe değin, diğer kanunların TCK'nun birinci kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümlerinin düzeltilmesinin öngörüldüğü halde bu kapsamdan olarak yasa koyucu tarafından 5728 Sayılı "Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"u va'zettiği, dolayısıyla da uyumlaştırılması murat olunan diğer kanunların bu kapsamda yeniden düzenlenildiği, ancak bu çerçevede 3167 Sayılı Kanun hükümlerinin ayrık tutulduğu, bunun ise tamamen mevzuatın "Özel" niteliğinden kaynaklandığı, hal böyle olunca da Yargıtay Yüksek Dairesi'nin pek çok uygulamalarında da "özel yasa " niteliğinden dolayı pek çok uygulanabilir (ön ödeme-uzlaşma...gibi) hukuk müessesesinden ayrık değerlendirildiği nazara alındığında, ekonomik düzenin önemli bir ödeme aracı teşkil eden çeklerden dolayı tayin olunacak ceza hükmünde de "çek bedeli kadar adli para cezası" olmasında hukuken aykırı bir durum görülmediğinden" sanık vekilinin talebinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Yürürlükte olan yasal durum incelendiğinde; TCK'nun 5/1 maddesinde bu kanunun genel hükümlerinin özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanacağı belirtilerek ceza hukukunda yeknesaklık sağlanmak istenmiştir.
Bu amaçla 5252 Sayılı Yasanın geçici 1. maddesine; diğer kanunların TCK'nun birinci kitabında yer alan düzenlemesine aykırı hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya ve en geç 31.12.2008 tarihine kadar uygulanır hükmü konulmuş ve bu süre yeniden uzatılmamıştır.
Yasa koyucu 5252 Sayılı Yasanın geçici 1. Madde hükmünü dikkate alarak " Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacı ile Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" adı altında 580 maddeden oluşan 5728 Sayılı Yasayı çıkartmış ve bu yasa yürürlüğe girmiştir.
Buradan da anlaşıldığı üzere yasa koyucunun amacı TCK'nun genel hükümlerinin bütün özel yasalarda ve ceza hükmü içeren yasalarda uygulanmasını sağlamaktır.
5237 Sayılı TCK'nun 52. maddesi dikkate alındığında adli para cezasının tanımının yapıldığı görülmektedir. Buna göre adli para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmadığı hallerde 730 günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması sureti ile hesaplanan meblağın hükümlü tarafından devlet hazinesine ödenmesinden ibarettir.
Bu maddenin 1. fıkrasında bulunan "kanunda aksine hüküm bulunmayan haller" tanımının adli para cezası gün sayısının bu genel düzenlemeye aykırı olarak 730 günün altında veya üstünde düzenlenebileceği ve bu düzenlemenin de geçerli olduğu anlamındadır. Buradan da anlaşıldığı üzere TCK genel hükümlerinde gün adli para cezası sistemi benimsenmiştir.
3167 Sayılı yasanın 16. maddesi değerlendirildiğinde; "..... çek bedeli tutarı kadar ağır para cezası (adli para cezası) ile cezalandırılırlar. Ancak verilecek para cezası 80 milyar liradan fazla olamaz.” hükmünün bulunduğu, bu düzenlemenin gün para cezası içermemesi nedeni ile TCK'nun 52/1 maddesine uygun olmadığı ortadadır.
Yasa koyucunun 5252 Sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde sözünü ettiği diğer kanunlar içerisinde 3167 Sayılı Yasanın da olduğu hususunda tereddüt yoktur. Buna göre 3167 Sayılı Yasada bulunan ve 5237 Sayılı TCK'nun 1.Kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümler 31.12.2008 tarihine kadar uygulanabilecektir. Bu düzenlemenin mevhumu muhalifinden 3167 Sayılı (özel) Kanunun TCK'nun 1. kitabının 52. maddesinde düzenlenen gün para sistemine aykırı olan ceza kuralının 31.12.2008 tarihinden sonra uygulanmayacağı 5252 Sayıl Yasanın geçici 1. Maddesinin emredici hükmüdür. Kaldı ki yasa koyucu 5252 Sayılı Yasanın geçici 1. maddesini dikkate alarak 5728 Sayılı Yasa ile özel yasalarda ayrıntılı düzenlemeler yapmasına rağmen 3167 Sayılı Yasada herhangi bir düzenleme yapmamıştır.


Ayrıca Adalet Bakanlığı'nın
http://www.kgm.adalet.gov.tr/basbakanlik/cekkanunu.pdf
adresinde bulunan ve Çek Kanunu Tasarısı Taslağı olarak Başbakanlığa gönderilen metnin 5/1 madde ve fıkrasında "Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanuni ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikayeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adli para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz." düzenlemesinin bulunduğu, bu düzenleme dikkate alındığında yasama organının büyük çoğunluğunu oluşturan yürütmeyi (hükümeti) temsilen Adalet Bakanlığı’nın da itirazı reddeden mahkeme ve red kararında belirtilen Yargıtay Dairesinin inancına aykırı olarak çek kanununda verilecek adli para cezasının gün para sistemine uygun olması gerektiğini öngördüğü, bu durum karşısında subjektif değerlendirme niteliğinde olan "çekin ekonomik düzenin önemli bir ödeme aracı teşkil etmesi" bu nedenle 3167 Sayılı Yasanın 16/1 maddesindeki düzenlemenin değiştirilmediği yani ayrık tutulduğu (temel düzenlemeden istisna edildiği) yönündeki değerlendirmenin mevcut yasal durum karşısında yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır.
Yasa koyucunun atlama yaptığı, bir konuyu unuttuğu kabul edilemeyeceğine ve yukarıda da değinildiği gibi bu konuda değişiklik yapmak için Başbakanlığa kanun tasarısı taslağı da sevk edildiğine göre yürütmenin, (hükümetin) ve yasa koyucunun (TBMM'nin) muradının 3167 Sayılı Yasanın 16/1 maddesi ile düzenlenen ceza kuralının ortadan kalkması ve yeni yasal düzenleme yapılana kadar bu ceza hükmünün uygulanamaz olmasını sağlamak olduğu kabul edilmelidir. Çünkü ceza kuralları uygulanmak amacı ile konulur. Uygulanamayan bir ceza kuralı kaldırılmış demektir. Uygulanamayacağı yasa ile düzenlenen, bu nedenle yasal olarak kaldırılma dışında yok hükmünde olan bir kurala göre ceza vermek gerek Anayasa'da yapılan temel haklar ile ilgili düzenlemelere, temel hak ve özgürlükleri içeren Uluslararası Sözleşme hükümlerine ve gerekse Türk Ceza Kanunun 2. maddesinde düzenlenen kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz, kanunlarda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz kuralına da aykırıdır.
Bu yasal durum karşısında hükümlünün, 31.12.2008 tarihinden itibaren zımni olarak yürürlükten kaldırılan ve yerine yeni hüküm konulmaması nedeni ile cezasız bırakılan karşılıksız çek keşide etmek eyleminden dolayı cezalandırıldığı, hükümlü müdafiinin yaptığı itirazın hukuka uygun olmayan mülahazalarla red edildiği, itirazın yasal ve yerinde olduğu anlaşılmakla, 5275 Sayılı Yasanın 101/3 madde ve fıkrasının verdiği yetkiye dayanarak ve hükümlünün telafisi mümkün olmayan zararlara uğramasını engellemek amacı ile 5275 Sayılı Yasanın 98/1–3 maddesi gereğince mahkumiyet hükmünün yorumunda ve çektirilecek cezanın hesabında açıklanan nedenlerle duraksama olduğundan 3167 Sayılı Yasada yeni bir düzenleme yapılana ya da 3167 Sayılı Yasanın 16/1 maddesinin açıkça yürürlükten kaldırılması anına kadar infazın ertelenmesine, yasa koyucunun yeni bir düzenleme yapması halinde hükümlünün durumunun yeniden mahkemesince ele alınarak değerlendirilmesi için itirazın kabulü ile hükümlüye Sakarya 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 08.05.2008 tarih ve 2008/202 esas, 2008/323 karar sayılı ilamı ile verilen adli para cezasının infazının durdurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Hükümlü Abdullah Bekir vekilinin yapmış olduğu İTİRAZIN KABULÜNE,
2-Sakarya 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 24.03.2009 tarih ve 2008/202 Esas, 2008/323 Karar sayılı EK KARARININ KALDIRILMASINA
3-Sanık hakkında Sakarya 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 8.5.2008 tarih ve 2008/202 Esas, 2008/323 Karar sayılı ilamı ile verilen 4158 .- TL, adli para cezasının İNFAZININ DURDURULMASINA,
4-Kararın bir örneğinin gereğinin yerine getirilmesi için Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine,
Dosyanın Sakarya 3. Asliye Ceza Mahkemesine iadesine,
Karardan bir örneğin hükümlü vekiline TEBLİĞİNE,
Dair; 5275 Sayılı Yasanın 101/3 ve CMK'nun 271/4 madde ve fıkrası gereğince incelenen dosya üzerinde oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi.
27.03.2009
[204]Vadesinden Önce İbraz Edilen Çeke Beraat
Şişli 3. Asliye Ceza Mahkemesi
13 Şubat 2008

ŞİŞLİ 3.ASLİYE CEZA MAHKEMESİ
DOSYA NO: 2007/221
KARAR NO: 2008/167
HAKIM: YALÇIN HAYRET 30442
C.SAVCISI: HASAN OZDEMIRN 24633
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: SAADET ÖZOGUZ
SANIK: H.A.
SUÇ: KARŞILIKSIZ ÇEK KEŞİDE ETME
SUÇ TARİHİ: 10/04/2006, 24/04/2006
ASIL KARAR TARİHİ: 13/02/2008
EK KARAR TARİHİ: 02/03/2009
Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 02/03/2009 tarih ve 2008/10–4157 sayılı Müzekkeresi mahkememize gelmiş olmakla dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Hükümlünün, 30/06/2006 keşide tarihli ve 8500 TL Bedelli, 30/04/2006 keşide tarihli ve 1600 TL: bedelli, 30/05/2006 Keşide tarihli ve 5000 TL. Bedelli, miktarındaki çeklerle ilgili olarak, karşılıksız keşide etmek suçundan 3167 sayılı yasanın 16/1–3 maddeleri gereğince adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş İSE DE dava konusu bu çeklerin, üzerinde yazılı keşide tarihinden önce ödenmek için muhatap bankaya ibraz edilmiş olduğu anlaşılmakla, 3167 sayılı Yasaya, 28.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 sayılı bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkında kanunun 18. maddesi ile eklenen Geçici. 2.Madde gereğince hükümlünün, 31.12.2009 tarihine kadar üzerinde yazılı keşide tarihinden önce çekin ödenmek için muhatap bankaya ibrazı geçersiz olduğundan, TCK'nun 7/2 maddesi gereğince hükümlünün lehine olan bu düzenleme doğrultusunda, yeniden yapılan değerlendirme sonucunda, hükümlünün bu çekler ile ilgili olarak, kanunda suç olarak tanımlanmayan
YÜKLENEN SUÇTAN BERAATİNE KARAR VERİLMİŞTİR.
10.Ceza Dairesi Bozma Kararı Gaziantep

YARGITAY 10. Ceza Dairesi
Esas No: 2009/7799
Karar No: 2009/9310
Tebliğname No: K.Y.B. – 2009/93495
TÜRK MİLLETİ ADINA VERİLEN YARGITAY KARARI
Karşılıksız çek keşide etmek suçundan sanık Orhan Güven hakkında Gaziantep 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 07.02.2008 tarihli, 2007/854 esas, 2008/140 karar sayılı hükmü ile “3167 sayılı Kanun un 16/1. maddesi uyarınca verilen 1.000.-TL adli para cezasının” infazı aşamasında, Cumhuriyet savcılığınca, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un geçici I. maddesi ile 5237 sayılı TCK’nun 2, 5, 7/2, 45/l ve 52/1 maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, suç karşılığı yaptırım olarak sadece hapis ve gün para cezası verilebileceği, bu genel kuralın bütün özel yasalarda bağlayıcı olduğu, aylan hükümlerin 31.12.2008 tarihine kadar uygulanabileceği, bu nedenle 523′i sayılı TCK’nun hükümlerine aykırı olan söz konusu para cezasının infazında tereddüt oluştuğu belirtilerek karar verilmesinin talep edilmesi üzerine; aynı Mahkemece yapılan inceleme sonucu verilen, 12.01.2009 tarihli ve aynı sayılı, “3167 sayılı Kanun’da yeni bir düzenleme yapılmamış olsa da, karşılıksız çek keşide etmek suçundan gerçek kişilere verilen cezaların yasal ve usulüne uygun olduğu gerekçesiyle uyarlama yapılmasına ve infazın durdurulmasına yer olmadığına” ilişkin ek kararma itiraz edildiği; İtiraz mercii GAZİANTEP 1, Ağır Ceza Mahkemesi’nin 16.01.2009 tarihli ve 2009/42 değişik is sayılı karar ile. “3167 sayılı Kanun ‘un 16. maddesinde ‘karşılıksız çek keşide etmek’ suçuna ilişkin cezanın 5237 sayılı TCK’nun genel hükümlerine aykırı olduğu ve 31.12.2008 tarihine kadar yeni yasal düzenleme yapılmadığından genel hükümlerin uygulanmasının gerekliği, infaz edilecek hükmün tereddütlerin oluşması nedeni ile hükmün infazının mağduriyetlere yol açmaması için, itirazın kabulü ile 12.01.2009 tarihli ek kararın kaldırılmasına, infazın durdurulmasına ve hükümlünün bihakkın tahliyesine” karar verildiği; itiraz mercinin 16.01.2009 tarihli karara karşı Yüksek Adalet Bakanlığı’nın Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 31.03.2009 gün ve 3438/18829 sayılı kanun, yararına bozma talebi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na 04.05.2009 gün ve 2009/93495 sayılı tebliğnamesi ekinde dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya ve ekleri incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Kanun yararına bozma talebi ve tebliğnamede,« Dosya kapsamına göre;
5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesindeki, “Diğer kanunların, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya ve en geç 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanır.”,
5237 sayılı Kanunun 5. maddesindeki “Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır”,
Aynı Kanun ‘un 52. maddesindeki, “Adli para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir.
En az yirmi ve en fazla yüz Türk lirası olan bir gün karşılığı adli para cezasının miktarı, kişinin ekonomik ve diğer şahsı halleri göz önünde bulundurularak takdir edilir “,
3167 sayılı Kanunun 16/1. maddesindeki. “Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çek keşide eden hesap sahipleri veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak üzere, çek bedeli tutarı kadar adli para cezasıyla cezalandırılırlar Hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, 3167 sayılı Kanunda 31.12.2008 tarihine kadar yeni bir düzenleme yapılmamış ise de, anılan Kanun’un 16/1. maddesinde öngörülen cezanın nispi nitelikte olduğu ve 5237 sayılı Kanunun 52. maddesine aykırılık oluşturmadığı, bu hususun Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 22.01.2009 tarihli ve 2007/8271 esas, 2009/480 sayılı ilamı ile de zımnen kabul edildiği gözetilmeden itirazın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmemiştir.» denilerek, Gaziantep 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 16.01.2OO9 tarihli anılan kararının bozulması istenmiştir,
Somut olayda uyuşmazlık, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama şekli Hakkında Kanun’un geçici 1. ve 5237 sayılı TCK’nun 5 ve 52. maddeleri hükümleri karşısında, karşılıksız çek keşide etmek suçu için 3167 sayılı Kanun’un 16/1. maddesinde öngörülen nispi para cezasının, 5237 sayılı TCK’nun genel hükümlerine aykırılık oluşturup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır.
5237 sayılı TCK’nun 45/1. maddesinde “Suç karşılığında uygulanan yaptırım olarak cezalar, hapis ve adli para cezalarıdır” hükmü öngörülmektedir.
5252 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) ve (2). Fıkralarında, “Kanunlarda, öngörülen “ağır para” cezaları, “adli para” cezasına dönüştürülmüştür. Bu kanunlarda Türk Ceza Kanununda belirlenen cezalar sistemine uygun değişiklik yapılıncaya kadar, alt ve üst sınırlar aracında uygulama yapılmasını gerektirir nitelikteki adli para cezalarında cezanın alt sınırı dörtyüzelli milyon, üst sınırı yüzmilyar Türk Lirası olarak uygulanır. Bu fıkra hükümleri, nispi nitelikteki adli para cezalan hakkında uygulanmaz, hükümlerine yer verilmiş olup; nispi nitelikteki ağır para cezaları da diğer cezalar gibi adli para cezasına dönüştürülmüş ve (2). fıkra düzenlemesinden ayrı tutularak, bu kuralın nispi para cezaları hakkında uygulanmayacağı, dolayısıyla, mevcut durumuyla uygulanabilir olduğu kabul edilmiştir. Nitekim aynı maddenin. (3). fıkrasında da nispi nitelikteki adli para cezaları da dahil olmak üzere tüm ağır para cezasından dönüştürülen adli para cezalarının Mazına ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir.
5237 sayılı TCK’nun genel bükümlerinde, 20/2. maddesindeki “tüzel kişilere ceza yaptırımı uygulanamayacağı” kuralına benzer şekilde, suç karşılığında nispi para cezasının uygulanamayacağına ilişkin açık ve emredici bir hüküm yer almadığı gibi, 5237 saydı TCK’nun 01.06,2005 tarihinde yürürlüğe girmesinden çok kısa bir süre sonra 08.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun ile nitelikli dolandırıcılık suçuna ilişkin 5237 sayılı TCK’nun 158. maddesinde yapılan değişiklik ile “adli para cezasının miktarının elde edilen menfaatin, iki katından az olamayacağı” hükmü öngörülerek, nispi para cezasının Yeni TCK’nun yaptırım sistemine aykırı olmadığı açık bir biçimde ortaya konulmuştur. Ayrıca, 5237 sayılı TCK’nun yürürlüğe girmesinden sonra çıkarılan çeşitli kanunlarda yer alan suç tanımlarında, nispi para cezasının öngörüldüğü görülmektedir. Örneğin; 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde nispi adli para cezası öngörülmüştür.
Bu durumda: kanun koyucunun nispi nitelikteki para cezalarının uygulanmasına tamamen son vermeye dönük bir amacının bulunmadığı anlaşılmakta olup; diğer kanunlarda yer alan nispi nitelikteki adli para cezalarının, 5237 sayılı TCK’nun 52, maddesinde öngörülen “gün para cezası sistemine” “aykırılık” değil, “farklılık” oluşturduğunu, bu nedenle 31.12.2008 tarihinden sonra da geçerliliklerini, dolayısıyla yürürlüklerini sürdüreceklerini, uygulanmalarının ve infazının zorunlu olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Kanun yapana bozma talebine dayanan ihbarnamede ileri sürülen düşünce belirtilen nedenlerle yerinde görüldüğünden; Gaziantep 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 16.01,2009 tarihli ve 2009/42 değişik if, karar sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nun 309. maddesinin 3. fıkrası gereğince BOZULMASINA; aynı Kanun’un 309. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendi uyarınca gerekli işlemlerin yapılması için dosyanın adı geçen Mahkemeye iletilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı‘na gönderilmesine, 13.05.2009 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Başkan Uye Uye Uye Uye
Refik Mahmut O. Yılmaz Emel Osman
DİZDAROĞLU GÜL ÇAMLIBEL ÖZGAN BAŞ
Karşılaştırıldı Yazı İşleri Miid.SE

1 Yorum (Blogdan)
etkili
Temmuz 12, 2009, 11:50 pm
Antep Ağır Cezanın 3 yargıcı 10.dairenin yargıçlarından daha az bilgili yargıçlar mı ki. Kesinlikle hayır. Bu yüzden kararlarında direneceklerdir.
[212]Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
İlgili Hükümler

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
(11. Protokol ile yeniden düzenlenen metin)
yürürlüğe giriş tarihi 1 Kasım 1998
20 Mart 1950'de Roma'da imzalanan Sözleşme, 3 Eylül 1952'de yürürlüğe girdi. Türkiye, Sözleşmeyi 18 Mayıs 1954’te onayladı. (R.G. 19 Mart 1954–8662)
Sözleşme metni, 21 Eylül 1970’te yürürlüğe giren 3 nolu Protokol’ün 20 Aralık 1971’de yürürlüğe giren 5 nolu Protokol'ün ve 1 Ocak 1990'da yürürlüğe giren 8 nolu Protokol’ün düzenlemelerine uygun olarak değiştirilmişti ve ayrıca, yürürlüğe girdiği 21 Eylül 1970'ten bu yana 5. maddesinin 3. fıkrasına uygun olarak Sözleşme'nin bir parçası olan 2 nolu Protokol’ün metnini içermekteydi. Protokollerin getirdiği bütün bu değişikliklerin veya eklemelerin yerini, yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Kasım 1998’den itibaren 11 nolu Protokol aldı. Bu tarihten itibaren, 1 Ekim 1994’te yürürlüğe giren 9 nolu Protokol yürürlükten kaldırıldı.
 
İNSAN HAKLARININ VE TEMEL ÖZGÜRLÜKLERİNİN
KORUNMASINA İLİŞKİN SÖZLEŞME
Roma, 4.XI.1950

Aşağıda imzası bulunan Avrupa Konseyi üyesi hükümetler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948’de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni, bu Bildiri’nin, metninde açıklanan hakların her yerde ve etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamayı hedef aldığını,
Avrupa Konseyi’nin amacının, üyeleri arasında daha sıkı bir birlik kurmak olduğunu ve insan hakları ile temel özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesinin bu amaca ulaşma yollarından birini oluşturduğunu göz önüne alarak,
Dünyada barış ve adaletin asıl temelini oluşturan ve sağlanıp korunabilmesi, her şeyden önce, bir yandan da insan hakları konusunda ortak bir anlayış ve ortaklığa saygı esasına bağlı olan bu temel özgürlüklere derin inançlarını bir daha tekrarlayarak,
Aynı inancı taşıyan ve siyasal gelenekler, idealler, özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü konularında ortak bir mirası paylaşan Avrupa devletlerinin hükümetleri sıfatıyla, Evrensel Bildiri’de yer alan bazı hakların ortak güvenceye bağlanmasını sağlama yolunda ilk adımları atmayı kararlaştırarak;
Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır:
 
Madde 1
İnsan Haklarına saygı yükümlülüğü

Yüksek Sözleşmeci Taraflar, kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanırlar.

BÖLÜM I
Haklar ve Özgürlükler
Madde 6
Adil yargılanma hakkı
1. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.
2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
    a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
    b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
    c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;
  d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
  e) Duruşmada kullanılan dili anlama dışı veya konuşma dışı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Tümünü İndirmek İçin (Türkçe)
http://haberturkon.com/download/hukuk/AIHS.doc
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
4. PROTOKOL
(11. Protokol ile yeniden düzenlenen metin )

Strasbourg, 16.IX.1963
 
16 Eylül 1963’te Strasbourg'da imzalanan bu protokol, 2 Mayıs 1968'de yürürlüğe girdi. Türkiye, protokol ile 23 Şubat 1994 tarih ve 3975 sayılı yasayla katıldı. 
 
İnsan Haklarının Ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme İle Bu Sözleşme'ye Ek Birinci Protokol’de Tanınmış Bulunan Haklardan  ve Özgürlüklerden Başka Hak Ve Özgürlükler Tanıyan Bu Protokol’ün imzacıları, Avrupa Konseyi üyesi hükümetler, Roma’da 4 Kasım 1950 tarihinde imza edilmiş bulunan İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına ilişkin Sözleşmenin (aşağıda “Sözleşme” diye anılmıştır) birinci bölümünde ve 20 Mart 1952 tarihinde Paris’te imzalanmış olan Sözleşme’ye Ek Birinci Protokol’ün 1’den 3'e kadarki maddelerinde tanınmış bulunanlardan başka bazı hak ve özgürlüklerin ortak güvenceye bağlanmasını sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri almayı kararlaştırarak,
Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır:
Madde 1
Borçtan dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılına yasağı
Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememiş olmasından dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Tümünü İndirmek İçin (Türkçe)
http://haberturkon.com/download/hukuk/AIHS4ek.doc
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Türk Ceza Kanunu (TCK) 5237
İlgili Hükümler

Özel Kanunlarla İlişki
Madde 5 - (1) Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.

KAST
Madde 21 - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.

Taksir
Madde 22 - (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.
    (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
    (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
    (4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
    (5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.
    (6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.

    ADLİ PARA CEZASI
    Madde 52 - (1) Adli para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir.
    (2) En az yirmi ve en fazla yüz Türk Lirası olan bir gün karşılığı adli para cezasının miktarı, kişinin ekonomik ve diğer şahsi halleri göz önünde bulundurularak takdir edilir.
    (3) Kararda, adli para cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ayrı ayrı gösterilir.
    (4) Hakim, ekonomik ve şahsi hallerini göz önünde bulundurarak, kişiye adli para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşme tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi, bu cezanın belirli taksitler halinde ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceği belirtilir.
3167 Çek Hamillerini Koruma Kanunu
İlgili Hükümler

Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun
Kanun Numarası       :     3167
Kabul Tarihi             :     19/3/1985

Karşılıksız çek:
Madde 16– (Değişik: 26/2/2003-4814/14 md.)
             Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap sahipleri veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak üzere, çek bedeli tutarı kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak verilecek para cezası seksenmilyar liradan fazla olamaz. Bu miktar, 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesine göre her yıl artırılır. Bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
             Bu suçun, organ veya temsilcisi tarafından tüzelkişi yararına işlenmesi halinde özel hukuk tüzelkişisi hakkında da birinci fıkra uyarınca para cezasına hükmolunur. Ayrıca yetkili temsilci tarafından yararına çek keşide edilen hesap sahibi gerçek kişi hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır.
             Mahkeme, ayrıca işlenen suçun niteliğine göre bir yıl ile beş yıl arasında belirleyeceği bir süre için hesap sahiplerinin ve yetkili temsilcilerinin çek hesabı açtırmalarının yasaklanmasına karar verir. Yasaklanma kararı bütün bankalara duyurulmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilir.
             Kısmen veya tamamen karşılıksız çıkan her çek yaprağı ayrı bir suç oluşturur.
             Karşılıksız çekte gecikme faizi :
             Madde 16a-  (Ek: 26/2/2003-4814/15 md.)
             Çekin karşılıksız kalan miktarı için gecikme faizi, ibraz tarihinden itibaren, 4.12.1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanuna göre ticari işlerde temerrüt faizi oranı üzerinden hesaplanır.
             Soruşturma ve kovuşturma usulü, görevli ve yetkili mahkeme :
             Madde 16b– (Ek: 26/2/2003-4814/16 md.)
             16 ncı maddede öngörülen suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması, hamilin, çeki elinde bulundurmaları koşulu ile ödemede bulunan cirantanın veya kanuni veya akdi teminatı nedeniyle tam ödemede bulunan bankanın şikayetine bağlıdır. Bu suçlara çekin ibraz edildiği (...)(1) veya şikayetçinin yerleşim yerinin bulunduğu yer asliye ceza mahkemesinde bakılır.
             Çekin karşılığının bulunmaması nedeniyle şikayet hakkı, 8 inci maddede belirtilen miktarın yatırılması için öngörülen sürenin dolduğu tarihte; ihtiyati tedbir kararı veya ödeme yasağı nedeniyle süresi içinde ibrazında çek hakkında işlem yapılmaması halinde ise, ihtiyati tedbir kararının veya ödeme yasağının kalktığı tarihte doğar.
             Hükmün kesinleşmesinden sonra şikayetten vazgeçildiğinde de, hüküm bütün cezai sonuçları ile ortadan kalkar.
              Bu suçlardan dolayı yapılan yargılamalarda 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 225 inci maddesi uygulanabilir.
             Şikayetten vazgeçme nedeniyle davanın düşmesi halinde, müdahil, ödeme nedeniyle davanın düşmesi veya cezanın ortadan kaldırılması halinde sanık veya hükümlü, yargılama giderlerinden sorumlu olur.
             Davanın açılmasına engel olan, davayı düşüren ve cezayı ortadan kaldıran nedenler :
             Madde 16c- (Ek: 26/2/2003-4814/17 md.)
             Aşağıda belirtilen koşulların yerine getirilmesi halinde ceza davası açılmaz
             a) 8 inci maddeye göre düzeltme hakkının kullanılması,
             b) 8 inci maddede belirtilen süre geçtikten sonra ve henüz dava açılmadan önce çek tutarı veya karşılıksız kalan kısmı ile çek tutarına veya karşılıksız kalan kısmına ait yüzde oniki tazminatın ve çekin ibrazından ödeme tarihine kadar geçen süre içinde 16a maddesine göre hesaplanacak gecikme faizinin ödenmesi.
             Dava açıldıktan sonra hüküm verilinceye kadar geçen süre içinde, çek tutarı veya karşılıksız kalan kısmı ile çek tutarına veya karşılıksız kalan kısmına ait yüzde onbeş tazminatın ve çekin ibrazından ödeme tarihine kadar geçen süre içinde 16a maddesine göre hesaplanacak gecikme faizinin ödenmesi halinde ceza davası düşer.
             Hüküm verildikten sonra hüküm kesinleşinceye kadar geçen süre içinde, çek tutarı veya karşılıksız kalan kısmı ile çek tutarına veya karşılıksız kalan kısmına ait yüzde onsekiz tazminatın ve çekin ibrazından ödeme tarihine kadar geçen süre içinde 16a maddesine göre hesaplanacak gecikme faizinin ödenmesi halinde ceza davası düşer.
             Hüküm kesinleştikten sonra çek tutarı veya karşılıksız kalan kısmı ile çek tutarına veya karşılıksız kalan kısmına ait yüzde yirmi tazminatın ve çekin ibrazından ödeme tarihine kadar geçen süre içinde 16a maddesine göre hesaplanacak gecikme faizinin ödenmesi halinde bütün cezai sonuçları ile birlikte hüküm ortadan kalkar.
             Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ödemeler hamile veya hamile ödenmek üzere muhatap bankaya yapılabilir.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
5237 ve 3167 TCK ve Çek Kanunu
Tümünü İndirmek İçin
http://haberturkon.com/download/hukuk/5237.doc
http://haberturkon.com/download/hukuk/3167.doc
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

 (1) 11/5/2005 tarihli ve 5348 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle bu arada yer alan "ya da keşide edildiği" ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

Türk Ceza Kanununun Yürürlük
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Kanun No: 5252 ve Kabul Tarihi: 4.11.2004
Geçici Madde  1 – (Ek: 11/5/2005 – 5349/6 md.)
(1) Diğer kanunların, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya ve en geç 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanır.


Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Kanun No: 5560 ve Kabul Tarihi: 6.12.2006
MAD­DE 15- 5252 sa­yı­lı Ka­nu­nun ge­çi­ci 1 in­ci mad­de­sin­de yer alan “31 Ara­lık 2006” iba­re­si “31 Ara­lık 2008” ola­rak de­ğiş­ti­ril­miş­tir.
http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5560.html
[224]
Bölüm 4
Haberler

Çek mağdurları isyan etti!

Dünyada başka örneği yok

Çek mağdurları milletvekillerine dilekçeler fakslıyorlar

Tüccar mıyız? Katil, hırsız ya da dolandırıcı mıyız?

Karşılıksız Çeklerde Hapis Cezası Bilmecesi

Esnafın çilesi çek

Çek mağdurunun meclis'e isyanı!

Adalet duygusu zedelenmiştir

Kanunsuz ceza olamaz!

Eylem saati geldi. Mektubun ucunu yakıyoruz …

Çeke hapis kalksın

Yüz elli bin esnaf karşılıksız çek mağduru

Çek mahkumu çığ gibi





Sesimizi Duyan Var mı?


Türkiye’de Avcılık Çağı yaşanıyor

İçtihat tapınmacısı ya da adalet uygulayıcısı olmak

Mahkumiyetler hukuk cinayetidir

Çek mağdurları İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidiyor!

Halkın gazabı

Haksızlığa Karşı Direnmek
Adil Yargılanma Hakkı

Çek Kanunu Tasarısı Meçhul Bir Tarihe Ertelenebilir

Hükümetin Açmazı

Babam hapiste borcunu nasıl ödeyecek?

Meclis eylemi haber bültenlerinde

Mahkemeler beraat veriyorlar

Çek mahkumları koğuşlarında sıra ile uyuyor

Bir Deli Kuyuya Taş Atmış

Çek mağdurundan trajik mektup

Ümraniye eylemi ses getirdi



Sesimizi Duyan Var mı?
Çek mağdurlarından mektuplar

1 Nisan 2009    Taylan Erten / Dünya Gazetesi   

Bilmem bilir misiniz, belki de bilirsiniz, "mağrurluk" ile ""mağdurluk" arasındaki çizgi kıldan ince, kılıçtan keskindir. Hayatta öyle anlar, öyle zamanlar olur ki bu çizgiyi nasıl aştığınızı; "mağrur" iken "mağdur durumuna nasıl kayıverdiğinizi anladığınızda iş işten, "siz sizden" geçmiş olur.
Küçük bir açıklama: Burada "çek mağdurlarını" konuşuyoruz. "Mağrurluk" kavramını olumsuz anlamda değil "gurur" anlamında kullanıyorum. Düzgün, dürüst, ahlaki değerlere, hak ve hukuk kurallarına sadık her insanın, her bireyin, her yurttaşın hissetme hakkına sahip bulunduğu "gurur" duygusundan söz ediyorum.
İş hayatını bu duyguyla sürdürürken elinde olmayan; hukuk dilinde "mücbir sebep" sayılabilecek haller sonucu, yasalar önünde bir anda "mağdur" konumuna, oradan da "mahkum" durumuna düşenler "seslerini" duyurmak istiyorlar.
Ben de gazetecilik görevimi yapıyorum. DÜNYA okurlarından bana ulaşan isimli, imzalı "sesleri", merkez yazı işlerindeki arkadaşlarımı "kızdırmayı" da göze alarak, sütuna sığdırabildiğim ölçüde kimi "kulaklara" yansıtmaya çalışıyorum. İsimleri "saklı" tutuyorum.
Mektup–1
"Eşim ekonomik krizden dolayı iflas etti. Bizler son aşamaya kadar dayanmaya çalıştık. İş yaptığımız büyük firmalar dahi anlaşmalara uymayarak ödemelerinden ve vadelerinde bizim taşıyamayacağımız kadar üstümüze geldiler. Sonunda hem kredimiz hem de bünyemiz bunu kaldıramadı.
Çeklerimizin iş yaptığımız firmalar tarafından gerek faktorink gerekse açık çalışan tefeci firmalara bozdurulması ise bizim için geri dönülmez bir handikap oldu. Şu an eşim cezaevinde. Eşim içeri girinceye kadar Türkiye'nin tanınmış firmalarından birinde işletme müdürü olarak görev yapıyordu.
Amacımız teker teker çeklerimizi ödemek, alacak davalarımızı kapatmaktı. Duruma bakın: Eşim cezaevinde. Devletten, bankalardan milyarlarca lira kredi kullananlar, çeki senedi defter yaprağı gibi dağıtanlar, vergi borcunu ödemeyenler ceza almazken sizce bu doğru mu?"
Mektup–2
"31.12.2008 tarihi itibariyle 3167 sayılı yasanın uygulanabilirliğinin kalmadığı açıklanmasına rağmen değişik mahkemelerde beraat veya mahkumiyete yapılan itiraza kabul veya mahkumiyet gibi leh ve aleyhte kararlar verilmesi bizlerde hukukun eşit uygulanmadığı inancını doğurmakta.
Bizler zamanında devlete vergi, çevremize istihdam, bankalara para kazandırmış saygı değer işadamı / iş-kadınıyken, ülke ekonomisinin yönetilememesi, özel veya kamu bankalarında gerekli düzenlemelerin yapılmamış olmasından dolayı şimdi dolandırıcı mı olduk?
Bankalar ihtiyacım olmadığı halde çek karnelerini kapıma gönderirken sanırım sorumluluklarının sadece 450 TL olmasının rahatlığını yaşıyorlardı. Aşağıda yazdıklarımız doğru ise (18 Şubat'ta kabul edilen 5838 sayılı torba yasanın çekle ilgili maddeleri) neden bizim dosyalarımıza hala mahkumiyet kararları çıkıyor. Doğru değilse, isimlerini verdiğimiz asliye ceza ve ağır ceza mahkemesi neden bu maddelerle beraat kararı veriyor?
Mektup–3
"Yüksek tahsilli, kriz kurbanı müflis tüccarım. Lütfen haberlerde işsizler kadar bir nebze de işverenlerin durumuna değinilsin. Bizim durumumuz işçilerden iyi mi? Vasıflı bir ücretli ekonomi biraz toparlanınca tekrar işini bulur. Biz tüccarlar ne yapacağız, tekrar nasıl ayağa kalkacağız?
"Yılların birikimi bütün varlığımız, kredibilitemiz, aile düzenimiz her şeyimiz gitti Bunlar yetmezmiş gibi bir de aleyhimize açılmış karşılıksız çek davalarından hapis cezalarıyla karşı karşıyayız. Geçen gün Bursa'da 34 yaşında gencecik bir tüccar karşılıksız çekine hapis cezası çıkınca kendini astı. Bu nasıl bir adalet ki, krizden dolayı batmış vatandaşlarını bir de borcundan dolayı içeri tıkıyor?
Mevcut çek yasasındaki cezai yaptırımların 31.12.2008 tarihine kadar yeni Türk Ceza Kanunu ile uyumlu hale getirilmediği için 01.01.2009'dan itibaren artık uygulanamaz olduğu; yeni yasa çıkıncaya kadar bu davalara ve devam eden mahkumiyetlere beraat kararı verilmesi gerektiği üst düzey birçok hukukçumuz tarafından söylenmektedir. Bunların başında Meclis Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ile İ.Ü. Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer gelmektedir."
DÜNYA'nın değerli okurları, bana iletilen mektupların bu kadarla kalmadığını belirteyim. Gerisi de var. Sorun büyük Ama yansıttıklarım iki ciddi ve büyük sorunu yeterince anlatıyor.
Birincisi yasama tutarlılığıyla ilgili. Mevcut çek yasası ile yeni TCK arasındaki "çek uyumsuzluğunu" dikkate almayan ve gereğini 2008 sonuna kadar yapmayan yasa yapıcı, doğan hukuk kargaşasından sorumludur. Düzeltmek de bu kurumun işidir.
İkincisi, bu hukuk kargaşasına rağmen; mesela Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi dört ayrı çek cezasına infazı durdurma; Şişli 3. Asliye Ceza Mahkemesi beraat kararı verebilirken, nasıl oluyor da diğer bazıları mahkumiyette ısrar edebiliyor? Yanlış "hukukun" bir bedeli yok mu? Varsa kim öder?
Karşılıksız çekte tahliye karmaşası


8 Nisan 2009    Oya Armutçu   

HÜKÜMET’in Yeni Çek Yasası taslağı görüşülmeyi beklerken, karşılıksız çek davalarıyla ilgili olarak mahkemeler arasında tam bir tahliye karmaşası yaşanıyor.

TCK’nun 1 Ocak 2009’da yürürlüğe giren ve 9 bin taklit davasına örtülü af getiren "Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Bu kanunun genel hükümleri özel ceza kanunları için de uygulanır" şeklindeki genel hükümleri "karşılıksız çek" davalarında mahkemelerce farklı şekilde yorumlanıyor.
Çek Yasası’nı dikkate alan mahkemeler tahliye taleplerini reddederken, TCK’nun genel hükümlerini uygulayanlar tahliye ve beraat kararları veriyor. Tahliye kararı verenler arasında, Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul Şişli 3 ve 11. Asliye Ceza Mahkemeleri var. Tavas Asliye Ceza Mahkemesi’nin aralarında bulunduğu birçok mahkeme ise tahliye taleplerini geri çeviriyor. Önce bu örnek tahliye kararına kısaca bir göz atalım:
İlk tahliye kararı Sakarya’dan geldi
Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi, karşılıksız çekle ilgili ilk tahliye kararını veren mahkeme. Geçtiğimiz ay karşılıksız çek suçlarından "Kanunların suç saymadığı fiil için ceza verilemez" gerekçesiyle tam 25 tahliye kararı verdi. Kararda, TCK’nun genel hükümlerinin uygulanacağı ve 3167 sayılı Çek Yasası’nın 1 Ocak’tan itibaren uygulanamayacağı savunuldu. Karar şöyle:
"Uygulanamayan bir ceza kuralı kaldırılmış demektir. Uygulanamayacağı yasa ile düzenlenen, bu nedenle yasal olarak kaldırılma dışında yok hükmünde olan bir kurala göre ceza vermek gerek Anayasa’da yapılan temel haklar ile ilgili düzenlemelere, temel hak ve özgürlükleri içeren Uluslararası Sözleşme hükümlerine ve gerekse TCK’nun 2. maddesinde düzenlenen ’kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz’ kuralına aykırıdır."
Çek mağdurları isyan etti
İnternette site kuran karşılıksız çek mağdurları ise bu karmaşaya isyan ediyor. Tüm basın kuruluşlarına mail yağdıran ve seslerini duyuramamaktan yakınan çek mağdurları yaşanan karmaşayı ve tepkilerini bakın şöyle dile getirdiler:
"3167 sayılı Çek Kanunu ve TCK’nun ilgili maddeleri uygulanabilirliğini yitirmiştir. Ceza hukuku otoriteleri Sayın Prof. Adem Sözüer ve Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya’nın görüşleri de bu yöndedir. Türkiye genelinde Sarayköy, Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Şişli 11. Asliye Ceza, Şişli 3. Asliye Ceza ve başka mahkemeler infazı durdurma kararı vermekteler. Hukukta, özellikle ceza yasalarında yorum ve kıyas olmaz.
Anayasa kuralı olan ’bir taahhütten dolayı, kişilere hürriyeti bağlayıcı ceza verilemez’ şartı varken, genel kaide olan ’suçsuz ceza olmaz’ şartı varken, bazı mahkemelerin uygulayıp, bazılarının da karara devam etmesi hukukta kargaşaya neden olmakta. Bu durum da adalete olan güvenimizi sarsmaktadır. Buradan yetkililere sesleniyoruz; kanayan yara olan ’karşılıksız çek’ artık kangrene dönüşmüş ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Binlerce aile dağılmış, binlerce esnaf, olmayan bir kanundan cezaevinde, onbinler kaçak yaşamaktadır. Esnaf intiharları artmıştır. Sesimizi duymanız için daha kaç esnafın intihar etmesi gerekecektir? Çok acil bir çözüm lazım. Bizler af istemiyoruz, yasal hakkımız olan özgürlüğümüzü, bir şans daha verilerek çalışıp borçlarımızı ödemek ve kul hakkından kurtulmak için kullanmak istiyoruz."
İşte o mailler
Tahliye verilebiliyorsa, biz niye mağdur oluyoruz
Bazı Hakimlerimiz bu davalarda infaz durdurma-beraat kararları verirken, bazıları tam tersi karar vermektedirler. Senelerce babamdan devraldığım işi yürüten dürüst bir tüccardım. 20 senelik ticari hayatımda bir trafik cezası almamış bir insanım. İki sene evvel işlerimin bozulması nedeni ile 15 kişiyi istihdam ettiğim ve yılda devlete 400.000 TL’den fazla dolaylı vergi ödeyen bir firmamı kapadım. Piyasada 150.000 TL’ye yakın şahsi çeklerimin karşılığı çıkmadı ama piyasada çalıştığım firmalar benim dürüstlüğümden dolayı çoğu bu borçları sildi. Sadece 4 kişi toplam 40.000 TL miktar için hakkımda tutuklama kararı çıkardı. Geçen hafta avukatım itiraz etti. Reddedildi. Sayın Adalet Bakanı’ndan bu karmaşa için yardım talep ediyoruz. Şayet mevcut yasa yatmamızı istiyorsa onunda cezasını çekeriz ama şayet bu cezamızın affı söz konusu ise neden ben ve bu insanlar mağdur oluyoruz.( Kutlu A.)
Dünyada başka örneği yok
1 Ocak 2009’dan bu yana gündemde olan ancak medyanın nedense pek itibar etmediği bir konu var. TCK’nun 5. maddesinin 1 Ocak 2009’dan itibaren, ceza içeren diğer tüm kanunları da kapsayacak şekilde yürürlüğe girmiş olması dolayısıyla, karşılıksız çekten dolayı hapis cezası almış olanlar, kanunsuz bir şekilde tam 70 gündür cezaevlerinde tutuluyor. Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi 6 Mart 2009 günü cesur bir kararla bir çek mahkumunun cezasını kaldırmış bulunuyor. Ancak binlerce mahkum kanunsuz bir şekilde hala hapistedir. Böyle bir uygulama zulümdür ve dünyada başka örneği de yoktur. Hapisteki binlerce mahkum ve davası sonuçlanan yahut devam eden yüzbinden fazla insan açısından hayati önemi haiz olan böyle bir konu, en azından "Hande’nin bacakları" veya "Hadise’nin kumaşsız elbisesi" kadar medyada yer almalı diye düşünüyoruz.
Babamın hapiste yatmasının borcunu ödemesine ne faydası var
Babam bir kaç gün önce karşılıksız çekten içeri girdi zor günler geçiriyoruz. Çok severek gittiğim üniversiteme ne yazık ki artık gidemeyeceğim. Avukatlar bile yardımcı olmak istemiyor. Eğer af çıkarsa, geçim kaynaklarının büyük bir kısmını oluşturan çek ve senet davalarından para kazanamayacaklarını düşünüyorlar. Af çıkmasına kesinlikle karşılar. Bir yanda Sakarya’da beraat eden 25 kişi bir yanda onlar kadar insaflı karar mercilerine rastlamayan hapiste yatan onbinlerce insan 400 bin aranan, 1 buçuk milyon çek. Ne yazık ki adalet neye göre işliyor bilmiyoruz. Ufacık çocuklara tecavüz eden adamlar 5 yıl yatmıyor şimdi kalkıp bir işadamını ya da esnafı verdiği sözü tutamadı diye en çok çalışması gereken zamanda 5 yıl içeri alıyorlar. Hiç kimsenin sözünü tutamadığı için özgürlüğü kısıtlanamaz? Yasalarda bu kadar boşluk varken kriz zaten her şeyi bu kadar zorlaştırmışken böyle keyfi kararlarla aileler umutsuzluğa itilebilir mi? Gerçekten anlamıyorum. Babamın orada olmasının kime ne faydası var? Ne ailesine bakabiliyor ne var olan borcunu ödeyebiliyor. Halbuki almış olduğu çok güzel işler vardı bir ay içinde bu parayı rahatlıkla ödeyebilirdi. Kalkıp karşılıksız çekle ilgili hapis cezasını Adem Sözüer gibi birçok hukuk profesörü bile yasal bulmuyorsa neden bir gazetede kanalda bu haksızlığa değinilmiyor? İnsan yaşadığı ülkenin adaletine bile güvenemezse neye güvenebilir?

Kaynak:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11386787.asp?yazarid=210&gid=140
Kanunsuz ceza olamaz Anayasa Madde 38

10 Haziran 2009       

Kanunsuz cezaya karşı çek mağdurlarının demokratik direnme hakları doğmuştur.

3167 sayılı kanun yürürlükte değildir. Hapiste olanlar kanunsuz olarak tutulmaktadır. Yargıçları da yargıçlar yargılar. Böylesi ciddi bir konuya karşı böylesi bir ciddiyetsizlik anlaşılır gibi değildir. Ortada bir iddia var, bu iddia sokaktaki adama ait değil, akademisyenlere, hukukçulara ve mahkemelere ait bir iddia. Yüksek yargı bu iddialara cevap vermeli, insanlar neden özgürlüklerinden yoksun bırakılıyorlar?
Bunun sorumluluğu ağırdır, bunun altından kalkamazsınız efendiler!
Kanunsuz cezaya karşı çek mağdurlarının demokratik direnme hakları doğmuştur.


Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.com Karşılıksız Çek Mağdurları Milletvekillerine Dilekçeler Fakslıyorlar

9 Nisan 2009    Av.Rahmi Ofluoğlu   

Sayın Milletvekilim,
Karşılıksız Çek Konusu Yeniden Sorgulanmalı Ve Çağdaş, Adil Bir Çözüm Bulunmalı.
Zor duruma düşen iş adamları, esnaflar her gün mahkeme kapılarında bekliyorlar. Mahkum olanların bir kısmı ya kaçak yaşıyor, ya da içerdeler. Aileler perişan. Peki, bu insanlar bütün bunları hak ettiler mi? Çeki her karşılıksız çıkan insan suçlu mudur? Adalet, dolandırma kastı olanla, iyi niyetine rağmen zor duruma düşenleri ayırt edecek imkana sahip mi?
3167 sayılı yasa, suçta kast unsuru aramamakta, hangi nedenle olursa olsun çeki karşılıksız çıkanları mahkum etmektedir. 1995 yılından itibaren üç kez bu yasa iptal istemi ile Anayasa Mahkemesinin önüne geldi. Anayasa Mahkemesi bütün bu iptal istemlerini çek bir senet (akit, sözleşme) değildir gibi hukuk dışı gerekçelerle red etti. Bunun üzerine Prof. Dr. Hayri Domaniç ünlü makalesinde Anayasa Mahkemesi’nin AĞIR ŞEKİLDE hatalı olduğunu yazdı ve Kura’n'dan örnek vererek şöyle dedi: KURA’N-I KERİM’in AHZAP Suresinin 72. Ayeti diyor ki;
İnsan ZALUMEN CEHULA yani İNSAN ÇOK ZALİM ve ÇOK CAHİLDİR.
Anayasa mahkemesi kararlarını Haşim Kılıç’ın muhalefet oyu ile ve çoğunlukla vermiştir. Bu yasa AKP döneminde düzenlenmiş bir yasa değildir. Ama bu adaletsizliğe son verecek olan AKP olmalıdır.
Bugün, belirlenen sürede 31.12.2008 tarihine kadar uyum yasası çıkarılamadığı için mahkemelerin bir bölümü karşılıksız çeklerden beraat kararı verirken çoğu mahkumiyet vermektedir. Prof. Dr. Adem Sözüer’in ve Sayın İyimaya ’nın bu konu ile ilgili açıklamalarından sonra umutlar mahkemelere bağlanmıştı. Şimdi ise bir kargaşa yaşanmaktadır. Ancak önemli olan bir şekilde gerçekleşecek af değil, yasadaki adaletsizliğin giderilerek adil bir çek yasasına kavuşmaktır. Bunu için yapılması gereken siz milletvekillerinin 3167 sayılı yasada küçük bir değişiklikle, bu suçu kasta bağlamak ve basit yargılama yerine karşılıksız çek suçlarını genel yargılamaya tabi tutmaktır.
3167 sayılı çek yasasına kast unsuru ilave edilir ve genel yargılama usulüne geçilirse mevcut çek mahkumları özgürlüklerine kavuşur ve yargıdaki davalar da düşer. Bundan böyle de kötü niyetle, ya da dolandırma kastı ile çek keşide edenler yeni yasaya göre adil bir yargılamaya tabi olurlar.
Siz değerli vekillerimizden acil adalet bekliyoruz.
Karşılıksız Çek Mağdurları AKP Milletvekillerine Dilekçeler Fakslıyor
Sayın Milletvekilim,
Karşılıksız çekten dolayı hapis cezası çağdışı ve ilkeldir. Karşılıksız çeke verilen hapis cezaları giderek sosyal bir yaraya ve belki sosyal kargaşalara yol açacaktır. Kişi hak ve hürriyetlerine ve esasen mevcut Anayasamıza da aykırı olan bu uygulama 1 Ocak 2009 tarihi itibariyle yeni bir boyut kazanmıştır:
Konu ile ilgili mevcut hukuki durum aşağıda sadece iki ana husus bakımından özetlenmiştir. Uygulama yasasında verilen süre 31 Aralık 2008′de dolmuş ve bu tarihten itibaren karşılıksız çek suçları fiilen cezasız kalmıştır. Eğer hukuk devletiysek, bu suçtan dolayı, yeni bir yasal düzenleme yapılana kadar hiçbir mahkeme ceza veremez ve önceden verilmiş olan cezalar da hukuken yok hükmündedir.
Ne var ki yargı tereddüttedir ve 3 aydır çelişkili kararlar verilmektedir. Bazı mahkemeler ceza vermeye devam ederken kendisinden bir çözüm beklenen YARGITAY, bugüne kadar yerel mahkemelere emsal oluşturacak bir karar da vermemiştir. Bazı illerdeki Asliye Ceza mahkemeleri ve en önemlisi Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise, cezaların infazını durdurmuş ve hükümlüler tahliye edilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan karşılıksız çekten dolayı ceza almış olan binlerce kişi ise kanunsuz bir şekilde 3 ayı aşkın süredir cezaevlerinde tutulmaktadır.
Ekonomik suçtan dolayı hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesinin gayri insani olduğu, mevcut düzenlemenin anayasaya aykırı olduğu konuları bir tarafa, ortada apaçık bir hukuksuzluk ve kargaşa vardır! Teknik bir konu değil, akl-ı selim sahibi herkesin kolayca anlayabileceği basit bir durum var ortada… Prof. Dr. Adem Sözüer ve daha birçok hukukçu aylardır konuyu anlatmaya çalışıyor ama maalesef hukuksuzluk devam ediyor.
Bu kargaşa hem adalet anlayışını zedeliyor, hem de apaçık bir ihlal niteliği taşıyor. Üç aydır haksız yere cezaevlerinde tutulan insanlar, bu durumu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdıklarında kesinlikle lehe bir karar çıkacak ve yüklü tazminatlar gündeme gelecektir. Zira Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin aynı konuda verdiği emsal kararlar var. Bu kararlar diğer mahkemeleri bağlayıcı olmasa da ceza hukukunun uygulanmasında yeknesaklık zedelenmiş ve kanun önünde eşitlik ilkesi bozulmuştur. Böyle bir netice, Meclisi ve hükümeti zor durumda bırakacağı gibi, uluslararası hukuk çevrelerinde ve kamuoyu nezdinde yargı organlarının saygınlığını da zedeleyici sonuçlar doğurabilecektir. Meclisin ve hükümetin bir an önce bu çarpık duruma el koyması ve hukuksuzluğu sona erdirmesi gerekiyor.
Yeni yasada adli para cezası ve dolayısıyla hapis cezası devam edecek olsa da, çıkacak kanuna eklenecek bir geçici madde ile 1 Ocak 2009 tarihi ile kanunun çıktığı tarihe kadar oluşmuş bulunan yasal boşluk sebebiyle cezasız kalmış olan karşılıksız çek suçundan dolayı verilen cezaların kaldırılması sağlanabilir. Böylece hem yargının tereddütleri izale edilmiş olur, bozulan yeknesaklık ve eşitlik ilkesi de nispeten telafi edilebilir.
Ortada kamu vicdanını rahatsız eden, toplumsal barışı zedeleyen ve adalet duygusunu inciten çok vahim bir tablo vardır ve süratle çözüm beklenmektedir.
Sessiz sedasız onbinlerce insan ve aile, Yüce Meclisten hukuk devleti esasına uygun bir çözüm beklemektedir.
Hukuki Durumun Özeti
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 5 inci maddesi “Özel kanunlarla ilişki” başlığını taşımaktadır. Bu maddeye göre, “Bu Kanun’un genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren özel kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.” Bu kanunun yayınlanmasını müteakip 3167 sayılı Çek Yasasının da içinde bulunduğu “ceza içeren özel kanunlarda gerekli değişiklik ve uyumların yapılabilmesi için 5. maddenin uygulanması 31.12.2008 tarihine ertelenmiştir. Ancak 31.12.2008 tarihine kadar, diğer birçok özel kanunda değişiklik yapılmış olmasına rağmen Çek Kanununda gerekli değişiklikler yapılmadığından, artık 01.01.2009 tarihi itibariyle 3167 Sayılı Yasanın ceza içeren ve TCK Genel Hükümlerine aykırılık teşkil eden maddeleri zımnen yürürlükten kaldırılmış bulunmaktadır. Nitekim 31.12.2008 tarihine dek, ceza hükmü getiren diğer özel kanunlardan olan 3167 Sayılı Çek Kanununun cezai hükümleri, TCK’nun genel hükümlerine aykırı olsa da uygulanabilmekteydi.
Aykırılıklar nerededir?
1. TCK m. 21 bakımından : 3167 SK. m. 16/1’de karşılıksız çek keşide etme suçu, “şekli suç” niteliğinde düzenlenmiştir. Ancak, TCK’nun genel hükümleri (m. 21) uyarınca, bir suçun oluşumu kastın varlığına bağlıdır. Kast “doğrudan”(m. 21/1) veya “olası kast” (m. 21/2) olabilir. Bu nedenle, bir kişinin karşılıksız çek nedeniyle cezalandırılabilmesi için, bu kişinin çeki keşide ederken, çekin karşılıksız kalacağı kastıyla hareket etmiş olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, bunu bilmeli ve istemelidir. Dolayısıyla, yapılan yargılamada, artık kastın varlığı mutlak olarak araştırılmalı ve bunun sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır. Şayet olayda kast yoksa TCK m. 21/2’ye göre, somut olayda karşılıksız çek keşide eden kişide “olası kast”ın varlığı da ayrıca değerlendirilerek, maddede öngörülen ceza indirimleri uygulanmalıdır.
5252 Sayılı Kanunun kabulü ve uygulanması ile hukukumuzda bugüne kadar zaten tartışmalı olan “objektif sorumluluk” esası terkedilmiş ve “kusursuz ceza olmaz” esası tamamen geçerli kılınmıştır. Şu halde, karşılıksız çek suçlarında, 1.1.2009 tarihine kadar “objektif sorumluluk” esasına göre verilmiş olan cezalar geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır. Artık suçun manevi unsuru olarak “kast” aranmalıdır. Aksi bir uygulama “kanunsuz suç ve ceza olamaz” esasına açık bir aykırılık teşkil edecektir.
2. TCK m. 52 bakımından
Çek Kanunu’na göre, karşılıksız çek keşide etme suçunun cezası, çek bedeli tutarı kadar “adli para cezası” olarak belirlenmekteydi. Ancak, 1.1.2009 tarihinden itibaren TCK’nun adli para cezalarına ilişkin 52. maddesi uygulama alanı bulacağından, ceza miktarının ve niteliğinin belirlenmesi değişmiş bulunmaktadır.
TCK 52. maddenin uygulanmaya başlaması ile Çek yasasındaki çek bedeline bağlı adli para cezası uygulaması son bulmuştur. Adli para cezasının miktarının tespiti artık, sadece gün/para esasına göre yapılabilecektir. 3167 Sayılı Çek Kanunu’nun uygulamasında, ceza, karşılıksız çıkan çek miktarına göre belirlenmekteyken, TCK’nun 52. maddesinin uygulanmasıyla, öncelikle tamgün hesabının yapılması ve bir güne karşılık gelen parasal miktarın belirlenmesi üzerine karar verilmesi gerekmektedir. TCK m. 61/8 hükmüne göre, adli para cezası, belirlenen sonuç gün ile kişinin bir gün karşılığı ödeyebileceği miktarın çarpılması suretiyle bulunacaktır. Bu itibarla, yargılama sonucunda verilecek adli para cezasının tayini usulü de tümden değişmektedir.
Nitekim hazırlanan yeni Çek Kanunu tasarısında da “Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanuni ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikayeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adli para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz.” Denilmek suretiyle adli para cezasının tayininde Yeni TCK’na uygun olarak gün/para sisteminin getirildiği görülmektedir.
Bu değerlendirmeler ışığı altında bugüne kadar 3167 Sayılı Kanuna göre verilen çek cezaları, 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan TCK 5. maddesi uyarınca, aynı kanunun Birinci Kitabında yer alan düzenlemelere aykırılık teşkil etmektedir ve sanık/hükümlü lehine olan yeni hükümler uygulanarak bugüne kadar verilmiş olan cezaların infazı durdurulmalıdır.
Uygulanamayacağı yasa ile düzenlenen, bu nedenle yasal olarak yok hükmünde olan bir kurala göre ceza vermek, gerek Anayasa’da yapılan temel haklar ile ilgili düzenlemelere, temel hak ve özgürlükleri içeren Uluslararası Sözleşme hükümlerine ve gerekse Türk Ceza Kanunun 2. maddesinde düzenlenen kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz, kanunlarda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz kuralına da aykırıdır.
İşverenler de isyan ediyor!

ybulut@gazetevatan.com    Yiğit Bulut   

Bir okurumdan mektup aldım. Kendisi bir işveren. Orta ve küçük ölçekli bir işveren. Mağdur...
Alacaklarını alamıyor, ödemesi gerekenleri ödemiyor. Onun durumunda “borçlu” ama siyasetçilerimizin iddia ettiğinin aksine “namusuyla” borçlu, binlerce insanımız var...
Zor durumda. Haykırıyor. Haklı olduğu yüzlerce nokta var.
Bakalım ne diyor sevgili okurum;
“...Sn.Bulut, yüksek tahsilli, kriz kurbanı müflis bir tüccarım. Lütfen haberlerde işsizler kadar bir nebzede işverenlerin durumuna değinilsin, sanki bizim durumumuz işçilerden iyi mi? Neticede vasıflı bir ücretli ekonomi biraz toparlanınca tekrar işini bulur ve normal yaşamına döner. Biz tüccarlar ne yapacağız, nasıl tekrar ayağa kalkacağız düşünen var mı? Yılların birikimi bütün varlığımız, kredibilitemiz, aile düzenimiz her şeyimiz gitti. Siz bankacılık sektörünü bilen insansınız soruyorum size, bu ülkede ticari siciliniz bozulursa bunu düzeltmeniz kaç yıl sürer?
Yani bir tüccar, yukarıda saydığım telafisi hemen hemen imkansız çok büyük bedeller ödemektedir. Bunlar yetmezmiş gibi birde aleyhimize açılmış karşılıksız çek davalarından hapis cezalarıyla karşı karşıyayız. Geçen gün Bursa’da 34 yaşında gencecik bir tüccar, karşılıksız çekine hapis cezası çıkmasından dolayı kendini astı, intiharlara bakın hepsi tüccar, çünkü onlarda kayıplar korkunç boyutlarda, İşçilerden çok farklı... Bu nasıl bir adalet ki; krizden dolayı batmış vatandaşlarını bir de borcundan dolayı içeri tıkıyor...
Sayın Bulut, mevcut çek yasasındaki cezai yaptırımların 31.12.12008 tarihine kadar yeni Türk Ceza Kanunu ile uyumlu hale getirilmediği için 01.01.2009 tarihinden itibaren artık uygulanamaz olduğu ve yeni yasa çıkıncaya kadar bu davalara ve devam eden mahkumiyetlere beraat kararı verilmesi gerektiği üst düzey birçok hukukçumuz tarafından söylenmektedir. Bunların başında Meclis Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ve özelliklede İ.Ü. Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer gelmektedir...
Bazı Hakimlerimiz bu davalara “İNFAZIN DURDURULMASI” veya “BERAAT” yönünde kararlar verirken, bazı hakimlerimiz “tersi yönde karar vermektedirler”! Acaba diyorum, bunu düşündüğüm için bile utanıyorum ama diyorum; “AVUKAT VE BANKA LOBİLERİNİN” baskısıyla mı “HAPİS” cezaları devam etmektedir! Çünkü yeni düzenleme ile avukatların ekmeği kesilecek ve bankaların batık kredilerle ilgili yaptırımları azalacak! Örneğin, bir adliyede 3.ve 11.Asliye Ceza mahkemeleri çek davaları ile ilgili “BERAAT” kararı verirken, aynı binadaki diğer mahkemeler “HAPİS” cezası vermektedir. Bir başka olay da başka bir ilde başka bir Adliyede yaşanmaktadır, Asliye Ceza Mahkemelerinin daha önce vermiş olduğu hapis cezalarına mahkum avukatlarının yaptığı “Tahliye” itirazları reddedilmekte olup, aynı bina içindeki üst mahkeme olan 1. Ağır Ceza Mahkemesi bu defa itirazların kendilerine yapılması durumunda bu Asliye Ceza Mahkemelerinin kararlarının hatalı olduğu gerekçesiyle bu cezalara “TAHLİYE” kararı vermektedir. Bu emsal kararlar 4 tane olup, sonuncusunu ek’te gönderiyorum...
Sayın Bulut soruyorum; insan özgürlüğünün kısıtlanması ile ilgili böyle bir çifte standart başka hangi ülkede vardır? Hangi ülkede Bankacılık lobileri bu kadar güçlüdür!!

Sevgili dostlar, Adem Sözüer bu işi en iyi bilen isimlerden biri ve yaptığı açıklamalar sonrası gazetelere yansıyan haberi de aynen aktarıyorum; “...Hukukçu Prof. Dr. Adem Sözüer, yaptığı açıklamada yürürlükte olan TCK’nun cezaların niteliği ve ceza sorumluluğuna ilişkin kurallarla, 3167 sayılı Çek Kanunu’nda yer alan kuralların birbirine uymadığını söyledi. TCK’na atıfta bulunarak ceza verilmesini düzenleyen kanunların, TCK’nun ilgili maddelerine uyumlu hale getirilmesi için 31 Aralık 2008 tarihine kadar süre bulunduğunu söyleyen Sözüer, ‘Çek Kanunu’nda ilgili değişiklik yapılmadı. 31 Aralık 2008’den itibaren TCK’nun genel kuralları Çek Kanunu’nun cezalarına ilişkin kuralları ortadan kaldırmış oluyor dedi...”
Sonuç: Maalesef bu ülkede “Bankacılık” lobileri çok güçlü ve ne tür bir düzenleme yapılırsa yapılsın; Türkiye’de sistem hep vatandaşın aleyhine işliyor!
Son söz: “Ben güçsüzün, fakirin, ezilmişin yanındayım” diyen Sayın Başbakan Erdoğan’a sesleniyorum; gelin “Mortgage” yasasını düzelterek başlayın ve vatandaşın aleyhine “güçlünün” leyhine olan bütün düzenlemeleri değiştirin! Samimiyseniz bunu yapın! Her gün bankalara “posta” koyup, bütün düzenlemeleri “vatandaşı ezmelerine” yönelik şekilde yürürlükte tutarsanız, samimiyetinizden şüphe ederim!


Kaynak:
http://haber.gazetevatan.comKarşılıksız Çeklerde Hapis Cezası Bilmecesi

16 Nisan 2009     Metin Taş-Sezgin Özcan   

Karşılıksız çek keşide edilmesi halinde hapis cezası verilip verilemeyeceği konusu tam bir bilmece haline gelmiş durumda.

Önce, karşılıksız çeke hapis cezası öngören düzenlemenin, Anayasa’ya aykırı olup olmadığı ilgili çevrelerde tartışma konusu yapıldı. Aykırılık iddiasının temel dayanağı, Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan; ‘hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz’ hükmüydü. Anayasa Mahkemesi’nin, karşılıksız çeke hapis cezasının Anayasa’ya aykırı olmadığına oyçokluğuyla karar vermesiyle tartışmalar sona erdi.
Ardından, Türk Ceza Kanunu’na uyumlaştırma ile ilgili yasal düzenlemelerin süresinde yapılmaması nedeniyle, karşılıksız çeklere verilecek cezalar konusunda yasal boşluk oluştu.
Ceza Kanunu Hükümleri
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ‘Özel kanunlarla ilişki’ başlığını taşıyan 5. maddesine göre; TCK’nun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren özel kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanacak.
TCK’na göre; bir suçun oluşumu kastın varlığına bağlıdır. Bu nedenle, bir kişinin karşılıksız çek nedeniyle cezalandırılabilmesi için, kasıtlı olduğunun ispatı gereklidir. Yani, çeki keşide edenin çekin karşılıksız kalacağını bilmesi ve istemesi gerekmektedir.
Ceza içeren özel kanunlarda gerekli değişikliklerin yapılabilmesi için 5. maddenin uygulanması 31.12.2008 tarihine ertelenmişti. Yani, özel kanunlarda yer alan düzenlemeler TCK’na aykırı olsa bile 31.12.2008 tarihine kadar uygulanabiliyordu.
Boşluk Neden Çıktı?
5237 sayılı TCK’na uyum amacıyla birçok özel kanunda değişiklik yapılmış olmasına karşın, 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun’da gerekli değişiklikler yapılmadı.
Gerekli değişiklikler yapılmayınca da, 01.01.2009 tarihi itibarıyla 3167 sayılı Kanun’un ceza içeren ve TCK’nun genel hükümlerine aykırı olan maddeleri ‘zımni olarak’ yürürlükten kalkmış oldu. Dolayısıyla bu tarihten sonra karşılıksız çek keşide edilmesi olayında, suçun manevi unsuru olarak ‘kast’ aranması gerekiyor.
Para Cezasındaki Durum
Çekin karşılıksız kalması halinde 80 bin TL’yi aşmamak üzere karşılıksız kalan çek bedeli kadar para cezası verilmekteydi. TCK’nda yer alan adli para cezası ile ilgili hükümlere aykırılık oluşturan bu hükmün de artık uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Bundan böyle adli para cezası miktarının tespiti, hakimin takdiri ile belirlenen gün/para esasına göre yapılabilecektir.
Tüzel Kişilere Para Cezası Verilemiyor
Karşılıksız çek keşide etmek suçunun tüzel kişi yararına işlenmesi durumunda tüzel kişi adına para cezası kesilmekteydi. TCK’nun 20. maddesinin 2 numaralı fıkrasında; ‘Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır’ hükmü yer almaktadır.
Dolayısıyla, 01.01.2009 tarihi itibariyle artık tüzel kişilere para cezası verilmesi de mümkün değil. Yargıtay’ın görüşü de aynı yöndedir.
(Yargıtay 10. H.D., E:2007/11212, K:2009/2458).
Yasal Düzenleme Yapılması Gerekiyor
Karşılıksız çek keşide edilmesi konusunda ceza mahkemeleri tarafından farklı kararlar veriliyor. Yargıtay’ın konu ile ilgili açıklanmış bir kararı olmaması da konuyu çözülmesi güç bir ‘bilmece’ haline dönüştürüyor. Dolayısıyla, konunun bir an önce yasal olarak çözüme kavuşturulması kaçınılmaz hale gelmiş durumda. İçinde bulunduğumuz kriz ortamında bu konunun bir an önce çözümlenmesi, en az ‘paketler’ kadar önem taşıyor.
Hapiste Olanların Durumu
3167 sayılı Kanun’un hapis cezası öngören hükümlerinin yürürlükte olduğu dönemde verilmiş hapis cezaları, konunun başka bir yönünü oluşturuyor. 5237 sayılı TCK’nun 7. Maddesi’nin 2 numaralı fıkrası hükmüne göre; ’suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur’.
Bu hüküm dikkate alındığında, karşılıksız çek nedeniyle hapse mahkum olanların hapis cezalarının infazlarının durdurulması gerektiği anlaşılıyor.


Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Akşam gazetesinden Metin Taş-Sezgin Özcan‘ın 16 Nisan 2009 tarihi yazısından alıntıdır.
Esnafın çilesi çek
Sayın Başbakanım
Kriz yüzünden ödenemeyen çekler, esnafa cezaevi yolunu açtı. Kuru ekmeye muhtaç esnaf, yardım bekliyor. “Zor durumdayız ama dolandırıcı değiliz. İnsaf!” diyorlar. 70 bin mağdur yardım bekliyorlar.


22 Nisan 2009    Bengüç Özerdem   

Başbakanım, çek çektiriyor. “Kötü niyet iyi niyet” derken, üçkağıtçı ile zor durumdaki esnaf birbirine karıştı. Çek işi düğüm oldu. Kanun bile ne yapacağını bilemez hale geldi.
Bazı illerde çekini ödemeyen cezaevine girerken, bazı illerde para cezasıyla serbest kalıyor. Kimi esnaf “Kriz yüzünden ödeyemedik” diye feryat ederken. Elinde çeki patlayan esnaf ise “Benim hakkımı yiyen. Daha beter olsun. Cezaevi yetmez” diyor.
Başbakanım, bu işe bir çare. Zor duruma düşüp ödeyemeyenle, üçkağıt yapıp ödemeyenleri ayırt edecek bir sistem lazım.
Adamın parası yok ne yapsın? Çek yazdı diye, cezaevine giriyor. Bunun kime yararı var? Borç ödenmediği gibi, 1–5 yıl arasında bir iş adamı cezaevinde, üretim durmuş, boşu boşuna yatıyor.
Vergi borcunu ödemeyene ise hapis yok! SSK borcunu ödemeyene hapis yok! Çek yazıp ödemeyeni at cezaevine. Başbakanım, esnafın en büyük kanayan yarası çek. Bu olayın çözülmesi gerekir.
Bazı illerde çek ödemeyene hapis verilirken, bazı illerde serbest kalması nasıl izah edilebilir? Kanun her il için aynı işlemez mi? Çek yasası kafaları karıştırdı, her mahkemeden farklı karar! Çek yasasının TCK’na uyarlanmaması hukukçuları da böldü. Karşılıksız çeke bazı mahkemelerde beraat, bazılarında ise hapis kararları çıkıyor. 70 bin dava çözüm bekliyor. Binlerce insan, çıkacak sonuçla ya cezaevine girecek ya da kurtulacak. TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya da konuyu doğrulamış ve kanunun uyumlu hale getirilmediğini belirtmişti.
Avukatlarla konuştuğumda, yeni yasa, TCK’na uyarlanmadığı için, bazı mahkemeler karşılıksız çek suçundan beraat kararı verirken, bazı hakimler de yasanın yürürlükte olduğu kanaatiyle para cezası vermeyi sürdürüyor. Yaşanan ilginç durum, avukatları da ikiye bölüyor. Bazı avukatlar müvekkillerine, bu konudaki hukuki boşluktan yararlanabilecekleri bilgisini verirken bazıları, ‘Benim bilgim yok, böyle bir gelişme yok’ cevabını veriyor. Sonuç kargaşa... Cezaevleri iş adamlarıyla dolup taşıyor.
Suçu, çekinin karşılıksız çıkması. Yakınları ile konuştum. “Çekleri ödenmediği için iflas etti. Çekini ödeyemedi. Şimdi hapiste” diyorlar. Suçlu kim? Kriz... Ama bazı esnaf, bilinçli olarak sahte çeklerin havada uçuştuğunu, bu yüzden de mağdur olduklarını belirtiyor. Ellerindeki karşılıksız çekleri sallayarak “Beter olsunlar. Hakkımızı yiyenler sürünsün. Daha beter olsun” diyorlar. Bazı esnaf ise bankalara suç buluyor. “Önüne gelene çek defteri verdiler. Tıpkı kredi kartları gibi. Nasıl olsa sorumlulukları yok. Adam bu çeki öder mi ödemez mi diye bakmadılar. Olan bize oldu. Yasa bankalara, çek konusunda sorumluluklar getirilmeli. Karşılıksız çeklerde o da sorumlu olmalı.” diyor.
Esnafın ana sorunu bu Başbakanım. Esnafın Recep Tayyip Erdoğan’dan ricası bu. “Ticaretin canlanması için, çek problemi çözülsün” diyorlar. Esnaf iş yapamaz hale gelmiş. Çek yazsam, cezaevine girerim korkusu. Çek alsa ödenir mi? Ödenmezse ne yaparım korkusu. Ne mal alabiliyor, ne de ürettiğini satabiliyor. Kriz yüzünden ortada nakit para da yok. Esnaf ne yapsın? “
Mevcut 3167 sayılı Çek Yasası 3 Nisan 1985 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasa kapsamında 2003 yılına kadar karşılıksız çek kesenler dolandırıcılık suçundan yargılanıyordu. Ancak 8 Mart 2003 tarihinde Çek Yasası’nın 16. maddesi değiştirildi. Para cezası getirildi.” deniliyor.
Ama hala yasa TCK’ ya uyumlu hale sokulmadığı için binlerce mağdur umutla bekliyor. Başbakanım, kısaca esnaf için kanayan bir yara ‘çek’. Bir çözüm üretilmeli. Ve yasaların, her ilde aynı işlemesi sağlanmalı. Benden söylemesi, çek esnafa çok çektiriyor. Hapis cezası çekenler de, çeki ödenmeyenler de çile çekiyor. Sonuç yine çek, ortada yine para yok. Esnaf hapiste, alacaklı avukat peşinde, ne o, ekmek parası uğruna yaşananlara bak! Kimi malını kaptırıyor, kimi dolandırıcı olup, hapsi boyluyor. Başbakanım, vallahi ekmek parası için çırpınan esnaf bunu hak etmiyor. Benden söylemesi. Bu krizde bir kuru ekmeye muhtaç esnaf için bu çile çok ağır geliyor. Benden iletmesi.


Kaynak:
http://www.gazetesok.com/haber.jsp?cid=62218Milletvekili Hakkı Köylü ile telefon görüşmesi

9 Haziran 2009       

Kendilerine Alt Komisyonda ne oldu, var mı değişiklik diye sordum, siz ne bekliyordunuz diye cevapladılar. Ben de; biz cezanın kalkmasını bekliyorduk dedim. Köylü sizin beklediğiniz gibi olmadı ancak bazı düzeltmeler yaptık dedi. Yargıtay ve mahkemeler lehe kararlar vererek bazı mağduriyetleri giderebilirler dedi. Ben de ne gibi lehe düzenlemeler yaptınız diye sorduğumda Köylü.
—Şirketlerde müdürler ve vekiller sorumlu olmayacak, Yönetim Kurullarının mali işler için tayin ettiği kişiler sorumlu olacak, böyle tayin edilmiş birisi yok ise bütün yönetim sorumlu olacak dediler.
Kendisine limitet şirketlerde bir yönetim kurulu yok, bu şirketlerde ne olacak diye sorduğumda bu konuda net bir cevap alamadım. Kendisi bana yönetim yoksa ne var diye sordu. Ben de ortaklar var ama TTK'na göre yetkili tayin edilmemişse bu ortakların her biri münferiden yetkili olurlar dedim ancak gene de bu konuda net cevap yoktu.
Anlaşılan komisyon üyeleri de tasarıyı yorumlamakta ve ne getirip ne götürdüğünü anlamakta zorlanıyorlardı.
Buradan bizim anladığımız büyük bir kargaşanın yaşanacağı, Yargıtay ve mahkemelerin bu kargaşanın içinden çıkmak için bir hayli zorlanacağı yönündedir. Çile bülbülüm çile…


Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.comÇek Sempozyumu Notları

14 Mayıs 2009    Av.Rahmi Ofluoğlu   

“Çek hukukunda güncel gelişmeler ve sorunlar” sempozyumu yapıldı.
Sempozyumun öğleden sonraki ııı. Oturumu çek kanunu taslağı ve çek cezaları üzerine idi.
ııı. Oturumun tümünün ses kaydını aldık ve bu kaydın notlarını yayınlıyoruz.

İlk konuşmacı Yrd. Doç. Dr. Ragıp Barış Erman’dı. Konuşmacının konusu “Karşılaştırmalı Hukukta karşılıksız çeke ilişkin ceza Sorumluluğu Rejimi” idi. Erman hoca bizdeki gibi çek cezasının Dünyanın hiçbir yerinde olmadığını söyledikten sonra halen çeşitli biçimlerde çek cezalarının sürdüğü ülkeleri şöyle sıraladı: Brezilya, Arjantin, Şili ve Belçika. Belçika’da belirli koşulların yerine gelmesi ile bir aydan başlayan cezalar olduğunu söyledi.
Fransa’da çek cezasının 1991 yılın kaldırıldığını belirtti. Son 20 yılda dünyada hakim eğilimin çek cezalarını kaldırmak olduğunun altını çizdi.
İkinci konuşma İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer’in idi. Konusu “Türk Ceza Kanunu’nun 5. Maddesinin Yürürlüğe girmesi ile 3167 Sayılı Kanundaki Suç ve Cezaların İlga Edilip Edilmediği Sorunu” idi. Hoca kesin bir dille 31.12.2008 tarihine kadar uyum yasasının çıkmaması nedeni ile 3167 sayılı yasadaki suç ve cezaların ilga olduğunu söyledi. Özellikle 5237 sayılı kanunun 21.maddesi suçta kastı zorunlu gördüğünün altını çizdi ve 3167 sayılı yasanın 16. Maddesinin bu açıdan TCK ile çeliştiğini ve bu nedenle de ilga olduğunu söyledi.
Üçüncü konuşmacı Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu, konusu “Hukuk Devleti ve Kusur İlkesi Açısından Çek Kanunu Tasarısı Taslağında ve Kusur İlkesi Açısından Çek Kanunu Tasarısı Taslağında Yer alan Suç ve Yaptırımların Değerlendirilmesi” idi. Özet olarak Hoca yeni kanunun kusur ilkesini getirdiğini söyledi ve bu açıdan taslağın TCK ile uyumlu olduğunu söyledi. Bizce Taslak ile ilgili en çarpıcı saptama bu idi. Taslak kusur ilkesini getirerek TCK ile uyumlu hale geldi ise o zaman buradan baktığımızda bir kez daha görüyoruz ki 3167 şu anda çek cezaları ve suç açısından geçerli olmayan bir yasadır.
Sempozyumda konuşma yapan Eyüp C. Başsavcısı karşılıksız çek nedeni ile devletin kasasına giren paranın sıfır olduğunu söyledi ve Yargının çek alacaklılarının icracısı durumuna geldiğini kaydetti.
Eyüp C. Başsavcısının söyledikleri hem kanunun geçmiş uygulaması, hem de gelecek için çok önemli. Başsavcı çeke cezaya karşı, yargı çek hamillerinin icracısı durumundadır diyor!
Bu bölümde konuşmacıların tümü Yargıtay 10. Ceza Dairesini en azından cezayı onaylarken boşluk konusunda tek bir satır açıklama yapmaması nedeni ile eleştirdiler. Dairenin bu şekildeki onamasının akademik çevreleri ve mağdurları tatmin etmediğini kaydettiler.
Yeni çek kanunu ve 31.12.2008 den sonra doğan boşluk üzerine çek mağdurlarını etkileyecek ilginç açıklamalar.
Yeni çek kanunu objektif (şekli) suç yerine taksirli suç ilkesini benimsiyor. Sempozyumda bu konu üzerine Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu konuştu.
Tasarının kusur ilkesini benimsemesi çek mağdurlarını bazı durumlarda lehte etkileyeceğini düşünüyoruz.
Prof. Dr. Adem Sözüer’in görüşleri kamuoyuna mal olmuş görüşler. Bu nedenle hocanın konuşmasından çok verdiği mesajlar önemli. Bu mesajları doğru vermek için ses kayıtlarını doğru çözümlenmesi gerekmektedir.
Prof. Dr. Adem Sözüer Diyor ki:
—Af edersiniz, biraz kendimi beğenmiş gibi söyleyeceğim; eğer ben bir kanun tasarısının çalışmasına çağrılmamışsam mutlaka kapalı kapılar ardında vatandaş aleyhine bir şeyler yapılıyor, eğer ben çağırılıyorsam orda açıklık vardır. Çünkü bilirler ki Adem Sözüer konuşur, tartışır, vatandaş aleyhine bir şeye izin vermemek için gayret eder.
Evet, Sözüer bu tasarının çalışmasına çağırılmamış.  Sözüer’in sonraki anlatımlarından anlıyoruz ki gerçekten vatandaş aleyhine bir tasarı var TBMM’de.  Sözüer’in yorumlarına geçmeden önce sempozyum notlarında kendi anladığımı, kendi yorumlarımı öne çıkaracağım. Çünkü yaptığımız ses kayıtlarının yayınlanması konusunda her ne kadar konuşmacılardan izin alma zorunluluğu yoksa da ben hocalarıma saygı açısından bu notları kendi sorumluluğumda yazacağım. Bir başka tespitimi önceden yazmak zorundayım. Konuşmacılardan anladığım üzere, konuşmacılar, yani hocalar, Başsavcı dahil hepsi hükümetin çek mağdurlarına af gibi bir niyeti yok.
Evet, yanlış duymadınız hükümet mağdurlara bir aftan yana değil. Aksine hukukçuların, uzmanların var dediği kanun boşluğunu oldubittiye getirmek için gayret içinde olduklarını görüyoruz.
Umut yargıda!
Yargıtay’ın hukuka aykırı karar onama tutumunu sonuna kadar sürdüremeyeceğine inanıyoruz.
Hükümet seçim yatırımı olarak, genel seçimler arifesinde genel af çıkarabilir. Ancak bu büyük haksızlıktır. Şu anda hukuken karşılıksız çek suç değildir ve insanların daha bir buçuk yıl eziyet çekmesi adil olamaz.
Bu durum mücadeleyi bırakmamız anlamına gelmez. Hem iktidara yönelik, hem de yargıya yönelik kamuoyu yaratma mücadelemiz sürmelidir.
Bir şey daha belirtmek zorundayım. Basın ve bir kısım internet siteleri sizin duygularınızı istismar ediyor. Yalan haberler yazıyorlar. Burada size gerçekleri anlatacağız, hoşunuza gitmese de.


Sempozyumda çek mağdurları açısından iki önemli konuşma ve 2 önemli konuşmacı vardı:

1-Türk Ceza Kanununun 5. Maddesinin Yürürlüğe Girmesi ile 3167 Sayılı Kanundaki Suç ve Cezaların İlga Edilip Edilmediği Sorunu
Prof. Dr. Adem Sözüer

2-Hukuk Devleti ve Kusur İlkesi Açısından Çek Kanunu Tasarısı Taslağında Yer Alan Suç ve Yaptırımların Değerlendirilmesi
Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu

Prof. Dr. Adem Sözüer’in TCK’nun 5. maddesinin yürürlüğe girmesi ile ilgili görüşlerini biliyoruz. Sözüer, Ocak 2009’da Dünya Gazetesine yaptığı açıklamada şöyle demişti:
Hukukçu Prof. Dr. Adem Sözüer, yaptığı açıklamada yürürlükte olan TCK’nun cezaların niteliği ve ceza sorumluluğuna ilişkin kurallarla, 3167 sayılı Çek Kanunu’nda yer alan kuralların birbirine uymadığını söyledi. TCK’na atıfta bulunarak ceza verilmesini düzenleyen kanunların, TCK’nun ilgili maddelerine uyumlu hale getirilmesi için 31 Aralık 2008 tarihine kadar süre bulunduğunu söyleyen Sözüer, “Çek Kanunu’nda ilgili değişiklik yapılmadı. 31 Aralık 2008 ’den itibaren TCK’nun genel kuralları Çek Kanunu’nun cezalarına ilişkin kuralları ortadan kaldırmış oluyor” dedi.
Bu durumda Çek Kanunu’ndaki cezaların uygulanma dayanağı kalmadığını ifade eden Adem Sözüer, “Şu andaki 60 bin 70 bin dava hakkında bu cezalar uygulandığı için bu cezalar kaldırılacak. Ayrıca hapiste olanların da çıkması gerekecek” diye konuştu.
Bu konuda yeni bir düzenleme yapılsa bile failin lehine olan hükümleri uygulanacağı için belirsizliklerin ortaya çıkacağını vurgulayan Sözüer, “Yeni kanunun yürürlük tarihi geçmişe yönelik olsa bile aleyhte olan hükümler uygulanamaz. Çek yüzünden artık hiçbir yaptırım uygulanamaz durumda” dedi.
Biz Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu’nun konuşmasını Sözüer’inki kadar önemsiyoruz. Bizce yeni Çek Kanunu Tasarısı ile TCK arasındaki en büyük uyumsuzluk kast ve kusur konusundadır. TCK 21 suçun oluşmasını kastın varlığına bağlamaktadır. Çek Kanunu tasarısı ise kast veya kusur unsurunu aramamaktadır.


Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.com Çek mağdurunun meclis'e isyanı!

18 Mayıs 2009       

Üniversiteli bir genç, yeni çek yasa tasarısını görüşecek olan TBMM Adalet Komisyonu üyelerine yazdı ve bütün ailelerin yaşadığı dramı açıklıkla anlattı.

Çek yasası komisyonunuzdan geçecekmiş. Sizden bir yardım istiyorum ailem ve kendim adıma. Çok zor girdiğim üniversitemi bırakmayım diye, kardeşim bu yaşta bu olan biteni daha fazla yaşamasın diye, annem birine muhtaç olmaktan korkmasın diye ve önemlisi kanunsuz suçtan binlerce aile ferdi paraları yok diye hapiste ailelerinden uzakta kalmasınlar diye...
Babam bir hata yaptı; en çok para kazandığı zamanlarda daha çok insanın evine ekmek götürmesini sağlamak için daireler katlar apartmanlar almadı, işini ve çalışanlarını bırakmadı. Sonra onları kiraya verip bizim hayatımızı güvence altına alamadı. O rahat yaşarken birileri de sayesinde evine ekmek götürsün istedi çünkü her şeyi kendi yapmıştı sıfırdan başlamıştı zorluk çekmeyi biliyordu. Çalıştırabildiği kadar kişi çalıştırsın onların çocukları da rahat etsin isterdi.
BABAMI NASIL DOLANDIRDILAR?
İki yıl önce biri sahte bir kimlikle bir bankadan çek karnesi alıp babamı trilyonluk meblağlarda dolandırdı. İşleri bozuldu, çeklerini ödeyemedi. O bankanın bir suçu yokmuş, her şey babamın üstüne kaldı. Araması çıktı. Kaçarak bile çalışıp borçlarını ödemeye çalıştı. Adli para cezası verildi, ama kulağa para cezası gibi gelen şey aslında bir ay içinde hapse çevrilen ve çek bedeliyle aynı tutarlara sahip bir cezaydı, dünyanın hiç bir yerinde yoktu. Onu ödeyebilen zaten çeklerini de öderdi. Üstü kapalı duran bir hapis cezasıydı. İnsan onuruna yakışmıyordu.
Banka lobileri, avukatlar, tefeciler babam ve onun gibi insanlardan kanunları yaparken daha etkiliydiler. Babamı dolandıran kişi biri adına bunları yapmıştı. Şimdi onun ailesine dışarıda bakılıyor. Bizim paramızla rahat bir hayat sürüyorlar, benim babam hapiste. Hem de hukuk profesörlerinin deyimiyle kanunsuz bir suçtan!
Kimden yardım istesem bir başkasına topu atıyor. Aileler dağılmış, insanlar intihar ediyor, babamla aynı sofraya oturamıyoruz, uyuyamıyoruz, kendi çocukları evlerinde rahat uyurken kimsenin umurunda değil.
Mahkemeler aynı suçtan farklı kararlar veriyor. Yargıtay’ın içtihadı 5 ay gecikti. 5 ay neler değiştirir, kaç aile dağılır, kimsenin umurunda değil. Başta okuyunca bir başarısızlık öyküsü gibi duruyor babamınki ama ben tam aksini düşünüyorum. Bize mücadele etmeyi öğretti. Onunla gurur duyuyorum. Ama yasalar ticaret yaptı diye babamı bir tecavüzcüden, hırsızdan fazla 5 yıl ıslah etmeyi doğru buluyorlar. Elinizden çok şey gelir biliyorum. Parası olmamak diye bir suç yok. Lütfen bu yasa komisyondan geçerken bunları da düşünün. Bu insanları paraları yok diye içerde, ailelerini hayat karşısında çaresiz bırakarak ıslah etmeyin. Evrensel hukuku boş verin, hangi vicdanlı insana bunu görmezlikten gelmek yakışır? Saygılarımla.
F.H

Kaynak:
http://www.pressturk.com/haber.php?haber_id=38425
http://cek-magdurlari.blogspot.com/Adalet duygusu zedelenmiştir

6 Haziran 2009       

Sn. Ömer Yılmaz ÇAMLIBEL
10.CEZA DAİRESİ
TBMM HABER SİTESİNDEKİ AÇIKLAMANIZ HUKUKUN ÜSTÜLÜĞÜ İLKESİNİ ZEDELEMİŞTİR.
Türkiye Büyük Millet Meclisi resmi haber sitesinde 4 Haziran 2009 günü Yargıtay 10.ceza dairesi üyesi Ömer Yılmaz Çamlıbel’in bir açıklaması çıktı.
Açıklamada, Ceza hukukunun temel ilkelerinde uygulamada iki yasanın varlığı halinde sanığın lehine olan uygulaması ilkesi göz ardı edilerek Yeni Çek Yasa Tasarısının kesinleşmesi halinde hangi yasanın geçerli olacağı konusunda siyasi iradenin karar vereceğini söylemektedir.
Sayın Çamlıbel ayrıca zaman aşımına karşı uyarıda bulunarak ekonomiye hizmete hazır olduklarını belirtiyor.
Her iki açıklamayı da hukukun üstünlüğüne ve Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı buluyoruz. İki kanunun aynı zaman sürecinde yürürlükte bulunması halinde siyasi irade sanığın aleyhine olan uygulansın kararı verirse ne olacak? Sizlerin yarım asırdır uygulayarak geldiğiniz ceza hukukunun temel ilkesi ne olacak? Türk Ceza Hukuku modern ceza anlayışından kopup başka ceza anlayışlarına doğru yolculuğa mı çıkacaktır?
Bugün görülmekte olan karşılıksız çek davaları ve çekleri yazılan yüz binlerce insan, aileleri, çalışanları ile birlikte en az on milyon insana tekabül eder. Siz Bankalar Birliği, BDDK ve Masak önünde hizmete hazırız derken ben hukukçu olarak alındım.   Bu on milyon insan ekonominin bir parçası değil mi? Karşılıksız çekleri olan insanların hepsi kötü niyetli ve dolandırıcı mı? Bugün ülkemizde çeklerin %100 e yakını bir ödeme aracı olarak değil bono gibi kullanılmaktadır. Siz yargıçlarda bu ülkede yaşadığınıza göre bu gerçeği biliyorsunuzdur. Karşılıksız çek ekonomik bir olgudur.
Dünyada hile ve desise, dolandırıcılık gibi nedenler dışında karşılıksız çeki ceza ile karşılayan Arjantin, Şili ve Türkiye dışında başka ülke yoktur.
AYRICA BİR YARGIÇ EKONOMİNİN HİZMETİNDE OLAMAZ, YARGININ HİZMETİNDE OLMALIDIR.
Siz ekonomiyi iş adamlarına, siyasilere bırakınız. Herkes işini yapsın. Siz Anayasayı, uluslararası sözleşmeleri ki, anayasamız bu sözleşmeleri iç hukuk normu olarak kabul etmektedir, yasaları, vicdani kanaatlerinizle etkin hale getirerek adaleti sağlayınız. Ekonomiyi ilgililerine bırakınız..
Siz milletin bir bölümü adına değil millet adına kararlar veriyorsunuz. Karşılıksız çeki olan on binlerce insan açıklamalarınızdan ötürü adalete karşı güven kaybına uğramıştır. Milyonlarca insanın gözü mecliste ve sizin üzerinizdedir.   Basın bu milyonlara karşı duyarsızdır. Onlar seslerini internet siteleri vasıtası ile duyurmaya çalışıyorlar.
Milyonlarca insan af istemiyor, hukukun uygulanmasını, Anayasanın 38. maddesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek 4 nolu protokolün 1. maddesinin dolanılmadan uygulanmasını istiyorlar. Saygılarımla,


Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Çamlıbel haberi yalanladı

8 Haziran 2009       

Yargıtay 10. Ceza Dairesi Üyesi Ömer Yılmaz Çamlıbel’e dayanarak verilen haber kendisi tarafından yalanlandı. Yeni çek kanunu tasarısı yürürlüğe girdikten önceki karşılıksız çek suçlarının hangi kanuna tabi olacağı, yeni kanunun mu yoksa 3167'nin mi uygulanacağı konusunda ceza hukukunun temel prensibi lehe olan kanunun uygulanmasıdır. Çamlıbel’in bunun aksini söylediği, hangi kanunun uygulanacağına siyasi iradenin karar vereceğini açıklaması tepki toplamıştı. Kendisine telefon ile ulaştık ve konuyu sorduk. Böyle bir açıklaması olmadığını kesin bir dille belirtti. Bu habere dayalı olarak yaptığımız yorumdan ötürü kendisinden özür diliyoruz.



Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.com
Eylem saati geldi. Mektubun ucunu yakıyoruz …

11 Haziran 2009       

Bu duyarsızlığa dur diyeceğiz! Bize yakışanı yapacağız direneceğiz. Onurumuzla direneceğiz.

Vekil dur düşün hele, asilin burada diyeceğiz.
Ses getireceğiz, gemileri yakmadan önce mektuplarımızı yakacağız.
Eylem zamanıdır.
Zalimlere inat, zulmüne direneceğiz

Mademki tıpkı güneşe benziyorum,
doğmalıyım ortasında harabelerin.

Gerçi bugün bir kuru elmayım,
ama değerim ağacımdan çok.
Gerçi sarhoşum, yıkılmışım ama
doğru laf etmedeyim,
erkekçe konuşmadayım.

Benim gönlümün kokusu
yöresindeki topraktan gelir.


Güzel yüzünden kaldır perdeni,
böyle konuşmayı yakıştırma bana.

Mevlana

Çok basit ve gerçekleştirmesi kolay bir eylem yapacağız.  Mektup yazacağız.

Örgütlü olduğumuzu göstereceğiz, kurallara uyacağız.

Kurallarımız nelerdir?
El yazımızla mektup yazıyoruz.
Zarfı el yazısıyla yazıyoruz.
Herkes içeriğe uygun bir zarf ve kağıt kullanacak.
Mektupların sol üst köşesini yakıyoruz.  İşaretimiz budur.
Mektupların altında ad-soyad olacak.  İletişim adresi olacak. Adres veya telefon olacak.
İsteyenler blogumuzun adresini de yazabilir.
Her mektubun altına bir şiir, mani yazacağız.
İnadı kıracağız, sevgi ile yaklaşacağız.

Mektupların içine bir şey koyacağız. Bu çok önemlidir.

Mektupların meclis karakolunda açılmasını ve resmi olarak alınmasını sağlayacağız.
Neler koyacağız.  ? Birer hatıra koyacağız.
Bir sembol göndereceğiz  : “Göremediğim kızımızın patiği,   özlediğim oğlumun fotoğrafı,  cezaevindeki babamın aldığı kurşunkalem, babama yazdığım mektup.”
Patik koyan arkadaşımız,  mektubunu kargo ile göndermek zorunda kalacak.
Mektupları kimlere göndereceğiz? Hedefi daraltmak gerekiyor. Benim önerim:   Bayan milletvekilleri, vekil eşleri ve seçeceğimiz bazı milletvekilleridir.
Aynı kişilere göndereceğiz.
Basından bazı kişileri de listeye alacağız.  Bunlara da göndereceğiz.
Her mektup gönderen, bu sayfaya yorum yazacak. Kimlere gönderdiğini ve yazdığı şiiri söyleyecek.  Aynı kişilere göndermeye çalışacağız.
İşaretlerimiz ortaktır.  Mektubun sol üst köşesini yakıyoruz. Renkli kağıt-zarf kullanıyoruz.  El yazısı kullanıyoruz. Meclis karakolundaki polislerin boğazı düğümlenecek, postacı ağlayacak,  okumak zorunda kalacaklar.  Okumamaya utanacaklar …

Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı…
Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum…

Nazım Hikmet


Kaynak:
http://karsiliksizcek.wordpress.comBarolar neden susuyor?

14 Haziran 2009       

Baroların Sessizliğini Anlamıyoruz
06 Ocak 2009 günü Prof. Dr. Adem Sözüer TBMM’de 3167 sayılı yasa ile ilgili bir açıklama yapıyor ve 5252 sayılı yasa ile verilen sürede yasada gerekli değişiklik yapılarak 5237 sayılı yasa ile uyumlu hale getirilmediği için yasanın ceza içeren 16. Maddesinin artık yürürlükte olmadığını açıklıyor ve bu açıklamayı Adalet Komisyonu başkanı Ahmet İyimaya “maalesef” diyerek onaylıyor. Bu açıklama basında geniş yankı buluyor, çünkü Sözüer ve İyimaya’nın açıklamasına göre hapisteki 68.000 mahkum serbest kalacak, kaçak durumdaki on binlerce insan beraat edecek, Yargıtay’daki 75.000 dosya düşecekti, bu nedenle açıklama çok önemli idi.
Başta İSTANBUL BAROSU OLMAK üzere hiçbir barodan bu açıklamaya olumlu veya olumsuz bir tepki gelmedi.
Türkiye’de hapishanelerde yatan 68.000 çek mahkumunu, kaçak durumda olan on binlerce insanı, Yargıtay’da bekleyen 75.000 dosyayı ve adli yargıdaki 100.000 dosyayı aileleri ile birlikte 10 milyon insanı ilgilendiren böylesi bir hukuksal olayda Baroların sesliği çok ilginçti.
Barolar neden sessizdi? Açıklamayı onaylamadıkları için mi, yoksa onayladıkları için mi?  Var mı bu sorunun yanıtı sizde? Barolar sessizdi, çünkü söyleyecek sözleri yoktu. Baro başkanları, avukatların ekonomik kaygılarla çekte cezadan yana olduklarının farkında idiler ve bu nedenle konuşmamayı tercih ediyorlardı.
SUSTULAR, SUSMAYA DEVAM EDİYORLAR..!

Sonra meclise bir çek yasa tasarısı geldi. Bu tasarı ile ilgili tek bir açıklama yoktu Barolardan.  En son Yargıtay başkanı meclisteki yasa tasarısı ile ilgili bir açıklama yaptı. Açıklama görsel ve yazılı basında geniş yankı buldu. BAROLAR HALA SESSİZ! Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in açıklaması şöyle:
”Bir ticari ilişkiden kaynaklı borcun yerine getirilmemesi ve suç olarak tanımlanması mümkün görülmemektedir. Suç genel teorisindeki sorumluluk esaslarına aykırı bir şekilde suç tipi tarif edilmektedir. Karşılıksız çıkan çek nedeniyle milyonlarca şikayet ve soruşturma sonucu kamu davası açılmaktadır. Bu durum Cumhuriyet savcılarının ve mahkemelerin ağır iş yükü altında kalmasına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle çekin karşılıksız çıkması ile ilgili sorumluluk, suç olmaktan çıkarılarak idari para cezasını ve/veya idari tedbiri gerektiren bir kabahat olarak düzenlenmelidir”
Çek kanunu tasarısının 10 milyon yurttaşı ilgilendirmesi bir yana bu konu bir insan hakları, anayasa ve adalet sorunu idi ve BAROLARI birinci dereceden ilgilendiren bir konu idi. Yargıtay başkanının açıklaması Avrupa insan hakları sözleşmesi ek 4 nolu protokolün 1. Maddesi ve anayasanın 38. Maddesine dayanıyordu. Anayasanın 38. Maddesi ne diyordu?
Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.
Mevcut çek yasası ve meclisteki çek tasarısı iyi niyet kötü niyet ayırımı yapmaksızın, hile, dolandırıcılık kastı aramaksızın salt karşılıksız çeke ceza öngörmektedir, üstelik adil olmayan bir yargılama yöntemi ile insanları gıyapta yargılayarak sonunda 5 yılı bulacak hapis cezalarına dönüşecek adli para cezaları vererek.  Yasanın ve tasarının mantığı işi uzatmadan bir an önce ceza vermeye dayalı, yoksa cezanın adil olup olmadığı önemli değil. Yığınla insan şimdiye kadarki uygulama ile çok ağır biçimde haksızlığa uğramıştı. Bu haksızlıklardan biri, benim röportajımın da yer aldığı, 8 Haziran 2009 tarihli star ana haber bülteninde gösterildi. Fırıncı kendisi ile ilgisi olmayan çeklerle ilgili hapse giriyor ki bu sadece bir örnek, yoksa tek değildir.
Biz hukukçuların, hukuk ve adalet ilkeleri dışında ekonomik kaygılarla tavır belirlememizin doğru olmadığına inanıyorum. 3167 sayılı yasanın öngördüğü cezaların, müvekkillerimizin çeklerinin tahsilinde işimizi kolaylaştırdığı doğrudur. Ancak bizdeki bu cezanın benzeri sadece ve sadece Latin Amerika ülkeleri olan Arjantin ve Şili’de vardır;  ülkemin Latin Amerika ülkeleri kategorisinde olmasından üzüntü duyuyorum. Dünyada hile ve dolandırıcılık olmadan karşılıksız çeke ceza veren bir başka ülke yok. Kaldı ki bizim ülkemizde çekler %100 yakını vadeli çektir ve bono gibi kullanılmaktadır.
Sonuç olarak bizimle aynı görüşleri paylaşan avukat arkadaşların bizimle dayanışmaya girmelerini, yasanın bu hali ile çıkmaması için ortak hareket etmelerini ve bu nedenle bize cevap vererek iletişim için telefon vermelerini, isterlerse benim aşağıda adresini vereceğim bloga yazı yazabileceklerini belirtmek istiyorum.

Star Tv’deki Röportaj Linki
http://www.sondizi.com/star-tv-ana-haber/star-tv-ana-haber-bulteni-08062009-izle.html


Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.comİstanbul barosunun açıklaması

19 Haziran 2009       

İstanbul barosu başkanlığı’nın 3167 sayılı çekle ödemelerin düzenlenmesi ve çek hamillerinin korunması hakkında kanun’da değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı ve gerekçesi’yle ilgili görüş ve önerileri

İstanbul Barosu Başkanlığı, kamuoyunda Çek Yasası olarak bilinen yasada yapılacak değişiklikleri ilişkin görüş ve önerilerini saptayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu Başkanlığı’na gönderdi.
Başkanlığın 17 Haziran 2009 tarih ve 26407A.B. sayılı yazıyla gönderdiği söz konusu yasa tasarısı ve gerekçeleriyle ilgili Baro görüşü şöyle:
I- Genel Değerlendirme
Tasarıda çek hamillerinin korunması ve çekin ticari hayatta kullanılmasının sıkı yasal koşullara bağlı tutulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Ülkemizde son yıllarda karşılıksız çek suçunun devamlı surette arttığı gerçeği göz önüne alındığında, tasarının çek kullanımını disipline eden hükümlerini olumlu buluyoruz.
Ancak; yine ülkemizdeki nakit sıkışıklığı ve çekin adeta vadeli ödeme aracı olarak kullanımının yaygınlığı banka kredilerinin esasını oluşturması gibi unsurların tasarıda dikkate alınması gerekmektedir.
II- Maddelere İlişkin Olarak Değerlendirme
Tasarının 3. md/3 fıkrasında çekin karşılıksız çıkması halinde banka tarafından ibraz eden düzenleyici dışındaki hamile ödenmesi gereken kanuni miktar, 470 TL olarak belirlenmiştir. Bu miktarın yetersiz olduğu geçmiş uygulamalar da dikkate alınarak göz önüne alınmalıdır.
Teklif/Karşılıksız çek yasasının gerekçeler kısmında belirtilen ilgililerin yükümlülüklerine azami özen göstermeleri bakımından bu miktarın çek bedelinin en az %5′inin banka tarafından hamiline ödenmesi zorunluluğu getirilmelidir. Bu teklifimizin temel gerekçesi bankanın çek hesabı açılması ile başlayan kredi ilişkisi ve çek defteri sahibinin ticari faaliyetlerinin yeterince mercek altına almasına kadar uzayan süreçteki sorumluluklarını azami düzeyde uygulamasını sağlamaktadır.
Uygulamada karşılıksız çek şerhinin yazılması sırasında bankaların ödemekle yükümlü oldukları yasal miktarı da ödemedikleri görülmektedir. Tasarıya bu miktarın ödenmemesi halinde ilgili banka ve görevlisi hakkında cezai yaptırımlar uygulanacağı hükmü eklenmelidir. Bu konuda da ödenmesi gereken yasal miktarın en az 10 katı para cezası hükmü getirilebilir.
Tasarının 2.md. sinin ikinci fıkrasında özellikle çek hesabı açtıranların adres bilgilerinin en az yılda iki kez güncellenmesi hususu metne eklenmelidir.
Tasarının 5 md. de düzenleme tarihinden önce bankaya ibraz edilen çekin kısmen veya tamamen karşılıksız çıkması halinde ceza sorumluluğunun bulunmadığı hükmü isabetli olup, muhafaza edilmelidir.
Ancak tasarıda çekin düzenleme tarihinde karşılığının ilgili hesapta bulundurulmamasına rağmen kanuni ibraz süresi içinde hesapta bulundurulması halinde artık karşılıksız çek suçu oluştuğunun kabulü ve bu halde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması isabetsizdir. Çünkü kasıt unsuru oluşmadığından bu tür ceza tedbiri düzenlenemeyeceği temel ceza hukuku prensibidir.
Tasarının 7. md/2. fıkrada tacir olmayan kişiye tacirmiş gibi çek defteri veren banka görevlisine verilecek adli para cezasının yanı sıra alt sınırı 3 ay üst sınırı 1 yıla kadar olan hapis cezasının tasarıya eklenmesini ve adli para cezalarında bir misli artırılmasını öneriyoruz.
Tasarının 7. maddesinin 4. ve 5. fıkralarında banka görevlisi hakkında düzenlenen ceza yaptırımlarının tasarıda muhafaza edilmesini ayrıca çek miktarı ile orantılı adli para cezasının da tasarıda yer olmasını öneriyoruz.
Tasarının 7. madde 10. fıkrasındaki Cumhuriyet Savcısı tarafından bankaya verilecek idari para cezalarının alt sınırı 2.000 TL üst sınırı da 10.000 TL olarak düzenlenmesini öneriyoruz.

Av. Rahmi Ofluoğlu’nun İstanbul Barosu’na Yanıtı
Sayın başkan,
İstanbul Barosu’nun açıklaması suya sabuna dokunmayan bir açıklama. Kast olmadan suç olamayacağı temel ceza prensibidir, baro bunu açıklamasında kabul etmesine rağmen çekin karşılığının yatırılamamasını irdelemiyor. Sorumlu kişi çekin karşılığını elinde olmayan nedenlerle yatıramamışsa kast oluşuyor mu? Anayasanın 38. Maddesi bir sözleşmeden doğan yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağını emrediyor. Ayrıca Avrupa insan hakları sözleşmesi ek 4 nolu protokolün 1. Maddesi İngilizce metinde “inabilty” sözcüğü, yani muktedir olamama kullanılmaktadır. Baronun 5. Madde ile ilgili önerisi şöyledir:
Ancak tasarıda çekin düzenleme tarihinde karşılığının ilgili hesapta bulundurulmamasına rağmen kanuni ibraz süresi içinde hesapta bulundurulması halinde artık karşılıksız çek suçu oluştuğunun kabulü ve bu halde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması isabetsizdir. Çünkü kasıt unsuru oluşmadığından bu tür ceza tedbiri düzenlenemeyeceği temel ceza hukuku prensibidir.
Buradan anlaşılan çekin karşılığını ibraz suresi içinde yatırmamak kastın oluşumu için yeterlidir. Bu son derece hatalı ve mevcut hükümet tasarısının da gerisinde çağdışı bir görüştür. Mevcut hükümet tasarısının 5. Maddesi en azından sebebiyet vermeyi kullanarak kusur ilkesini getirmiştir. Baronun görüşü 3167 sayılı yasa ile paraleldir ve hükümetin bile 5237 sayılı TCK’na uyum sağlamak için terk ettiği bir görüştür. TCK 21 suçun oluşması için kastı zorunlu görmektedir. 3167 sayılı yasanın 16. Maddesi ise objektif suç esasına dayalıdır ve 5237 sayılı yasa ile çelişkilidir. İstanbul Barosu’nun hükümetin terk ettiği, modern ceza hukukunun benimsemediği bir görüşü ileri sürmesine doğrusu şaşırdım!
Ben bu açıklamada bir hata olduğunu ve düzeltilebileceğini sanıyorum.
Anayasa mahkemesi bildiğiniz gibi mal beyanına cezayı iptal etmiştir. Anayasa mahkemesi anayasa çizgisine gelmektedir. İleride benzeri konular önüne geldiğinde aynı tutumu devam ettireceği kesindir.
Dünyada, kast olmadan çeke ceza veren iki Latin Amerika ülkesi vardır, Arjantin ve Şili. İstanbul Barosu’nun Türkiye’yi bu iki Latin Amerika ülkesi düzeyinde görmesi ayrıca üzücüdür!
Saygılarımla
Av. Rahmi Ofluoğlu
Çeke hapis kalksın

17 Haziran 2009       
“Ekonomik suça, ekonomik ceza verilmeli, dürüst olan çalışıp borcunu ödemelidir. Hapse giren vatandaş hem borcunu ödeyemiyor hem de ailesi perişan oluyor!”
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, karşılıksız çek ve senet olaylarında her geçen gün artış yaşandığını belirterek, ”Karşılıksız çek ve senede acil çözüm getirilmeli” dedi.
Palandöken, yaptığı yazılı açıklamada, zamanında ödenmeyen çek ve senetlerin, piyasalarda yaşanan ekonomik sıkıntıyı her geçen gün daha da artırdığını kaydetti.
Palandöken, ”Acilen yapılacak yasal düzenleme ile ekonomik suça, ekonomik ceza verilmeli, dürüst olan çalışıp borcunu ödemelidir. Vatandaş cezaevine girdiğinde iş daha da içinden çıkılmaz hale geliyor, hem borcunu ödeyemiyor hem de ailesi perişan oluyor” dedi.
Karşılıksız ve zamanında ödenmeyen çekler nedeniyle 1 milyonu aşkın dava bulunduğunu ifade eden Palandöken, çekin karşılıksız çıkması ile ilgili sorumluluğun suç olmaktan çıkarılarak, idari para cezasına çevrilmesi ve çekin makul bir kısmının banka garantisinde olacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini kaydetti.
Özellikle Anadolu’da ticaretin, vadeli çek ve senetlerle yürütüldüğünü belirten Palandöken, şunları kaydetti:
Çeklerin ve senetlerin ödenememesi nedeniyle bozulan ticaret zincirinin tekrar düzene girmesi ve insanların daha fazla mağdur olmamaları için düzenlemelerin acilen yürürlüğe konulmasını istiyoruz.”

Yüz elli bin esnaf karşılıksız çek mağduru

27 Haziran 2009    Cahit Saraçoğlu   

Karşılıksız çek kesenler için yapılan düzenleme, komisyonlardaki tartışmalar yüzünden yeni yasama dönemine kaldı

Bu yılın ilk beş ayında 876 bin 121 adet karşılıksız çek, yaklaşık 150 bin kişi tarafından kesilmiş bulunuyor. 90 bin civarında çekten dolayı kaçak durumda ticaret erbabı bulunurken, 65 bin civarında insan da hapishanede cezasını çekiyor. Hükümetin, piyasada yarattığı tıkanıklığın aşılması için hazırladığı Çek Yasa Tasarısı 8 Mayıs'ta TBMM'ye sunuldu. Tasarı, karşılıksız çekten dolayı sicilleri bozulduğu için kredi alamayanlar ve borçlarını ödemeyenler için sicil affı getirilmesini içeriyordu. Tasarı alt komisyondan çıkıp, Plan Bütçe'ye gelmeyince önümüzdeki hafta tatile girecek olan TBMM Genel Kurulu'na sunulamayacak. Çek mağdurları adına Yeni Şafak'a konuşan Burhan İşcan, çek tasarının bir önce yasalaşmasını istediklerini belirterek tasarının yasalaşmasını finans sektörünün istemediğini savundu.
Günlüğü 100 Liraya Hapis
Karşılıksız çekten dolayı hapis cezasının bulunmadığını kaydeden İşcan, “Ancak, mahkeme çek miktarı kadar idari para cezası veriyor. Örneğin: 1000 TL karşılıksız çek yüzünden 1000 TL'de idari para cezası veriliyor. Toplam 2 bin TL'yi bir ay içinde ödemesi şartı getiriliyor. Para ödenmezse, günlüğü 100 liradan hapse giriliyor” dedi. Beklentilerinin af olmadığını vurgulayan İşcan, “Yanlışın düzeltilmesini bekliyoruz” dedi.


Tam 65 bin kişi hapis cezası aldı
İşcan, yaptıkları tespitlerde 65 bin kişinin karşılıksız çekten dolayı hapis cezası aldığını, bin 500 kişinin de içeride olduğunu belirterek, 70 bin dosyanın da Yargıtay'da beklediğini söyledi. İşcan, bugün mağdur durumuna düşenlerin toplam sayısının bunlarla beraber 150 bini bulduğunu belirtti. İşcan şöyle devam etti: “Çek Yasası'nın da içinde bulunduğu 'ceza içeren özel kanunlarda' gerekli değişiklik ve uyumların 31 Aralık 2008 tarihine kadar yapılması gerekiyordu. Ancak, Çek Kanunu'nda gerekli değişiklikler yapılmadığından zımnen yürürlükten kaldırılmış bulunuyor.”


Kaynak:
http://yenisafak.com.tr/Ekonomi/?t=27.06.2009&c=3&i=194956
29 Haziran meclis eylemi, notları

29 Haziran 2009    Av.Rahmi Ofluoğlu   

29 Haziran sabahı saat 8.30 dan itibaren çek mağdurları Meclisin Dikmen kapısında toplanmaya başladı. Saat 9 civarında önce resmi kıyafetli polisler grubu soruşturmaya başladı. Polisler bir yandan neler olduğunu anlamaya çalışıyor ve aynı anda da elde ettikleri bilgileri amirlerine telsiz ve telefonlarla aktarıyorlardı. İzmir’den Kadir arkadaş büyük bir sabırla kim olduklarını, ne için orda bulunduklarını anlatıyordu, derken sivil görevli yetkililer görevi devir aldı ve grupla diyalog kurarak hem güvenliği sağlamaya, hem de grubu yönlendirmeye, yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Amirin iyi eğitimli biri olduğu her halinden anlaşılıyordu. Grup karşılıklı diyalogdan sonra yakındaki parka yönlendirildi. Doğrusu görevli amir ve polisler grubun taşkınlık yapacak bir topluluk olmadığını kısa zamanda anlamışlardı ve gruba yardımcı olmaya çalışıyorlardı.
İlk saatlerde gelen haberler biraz moral bozucuydu. Başbakan son derece yoğundu, Genel Kurmay Başkanı ile randevusu vardı ve daha sonrada bakanlar kurulu toplantısı vardı. Grupta Av. Rahmi Ofluoğlu’nun bulunması görevlileri rahatlatmıştı. Ofluoğlu, Antalya-Ankara yolculuğunda, uçakta Kültür ve Turizm bakanı 68’li Ertuğrul Günay ile karşılaşmış ve kısa süre sohbetlerinde hükümetin yoğunluğunu, başbakan ve bakanlarla görüşmenin nerede ise imkansız olduğunu öğrenmişti.
İlerleyen saatlerde Show Tv park alanına ulaşmış ve mağdurlar ile röportaja başlamıştı. Show Tv yi diğer kanallar izledi. Akşam ana haber bültenlerini dinledikten sonra edindiğim izlenimleri şöyle özetleyebilirim:

Televizyon röportajlarında çek mağdurlarının konuşmaları oldukça etkiliydi, özellikle bayanların konuşmaları çok açıklayıcı ve bir o kadar da etkileyici idi.
Tv’ler uzun hukuksal açıklamalara haber bültenlerinde yer verme yerine mağdurlarla yapılan röportajları yayınlamışlardı. Buradan benim çıkardığım sonuç böyle eylemlerde hukukçuların çok özet, özlü kısa açıklamalar yapmasının daha etkili olacağı doğrultusundadır.
Eylem zamanlamasının doğru olmadığını daha önce yazmıştım, ancak eylem sonrası iyi ki bu eylem yapıldı dedim. Eylemin daha organize olması, demeçlerin kısa, öz, nerede ise sloganımsı olması daha iyi olacaktı. Çek mağdurları bunu başarmışlardı, bunu tekrarlamakta yarar görüyorum.
Çek Mağdurları Birleşeninden Açıklama:
KANUNSUZ CEZA UYGULAMASI SON BULUNCAYA VE YASALARIMIZDAN BORÇTAN HAPİS CEZALARI SÖKÜLÜP ATILINCAYA KADAR EYLEME DEVAM!
Çek mağdurlarının meclis eylemine Show Haber ve Star Tv ana haber bültenlerinde geniş yer verdi. Birçok internet sitesi meclis eylemini haber yaptı. İşte bir kaçı:

Show Tv 29 Haziran Eylemi Haberi
http://www.youtube.com/watch?v=tGS5gh2K-tk
{ YouTube Giriş için indir! }
http://www.yeniprogram.gen.tr/indir/17194/Youtube-Giris-Programi.html
Ümraniye eylemi ses getirdi

20 Temmuz 2009       
Karşılıksız çek mağdurlarının Ümraniye Cezaevi önündeki eylemine başta Haber Türk olmak üzere Yeni Şafak gazetesi, Samanyolu gibi önemli internet sitelerinde geniş yer verildi.
Eylem başarılıydı, ancak eyleme katılan bazı çek mağdurlarının bazı şikayetleri vardı; basın açıklamalarının gereğinden fazla uzun olması, çok uzun konuşmaların yapılması ve bu nedenle çek mağdurlarına söz sırası gelmemesi, önceden eylem komitesince kararlaştırılan konulara uyulmaması gibi. Birçok mağdurdan gelen bu şikayetlerin giderilememesinin hareketi zaafa uğratacağından korkuluyor ve süreçte eylemlerin farklı gruplarca düzenleniyor olması olasıdır deniliyor.
Bizim önerilerimiz: Bir Eylem Komitesi olmalı, örneğin beş kişiden oluşan. Eylem kararı nabız yoklanarak komitece alınmalıdır. Basına yapılacak açıklama önceden hazırlanmalı ve kısa öz olmalı. Eyleme katılan mağdurların basın ile ilişki kurmasına olanak sağlanmalı.
Açıklamalarda siyasi içeriklerden kaçınılmalı, çünkü çek mağdurları çeşitli görüşlerden oluşmakta, ayrıca siyasi partilere yönelik sempati açıklamaları zaaf yaratır.
Haber yapan gazete ve internet siteleri açısından bir ilginçlik
Başından beri çek mağdurları eylemlerine siyasal iktidar yanlısı, ya da siyasal iktidara yakın basın iktidara muhalif basına oranla daha çok yer veriyor, Yeni Şafak, Zaman gibi iktidar yanlısı gazeteler veya Haberturk gibi yansızlık iddiasındaki basın. Muhalif olarak bilinen Doğan Medya grubu ise bazı yazarları hariç ya hiç haber yapmamakta, ya da çok az yer vermektedirler. Üzerinde düşünmeye değer buluyorum.
Çek Mağdurundan Trajik Mektup

6 Nisan 2009    Av.Rahmi Ofluoğlu   

Karşılıksız Çekte Umut Işığı
ÇEK MAHKUMLARINI DUYUN!
Kimi hapiste, kimi mecburen kanun kaçağı durumunda. Çek yasasındaki yanlışlık düzelmezse hapishaneler yetmez! İşte onların sesi..
5 Nisan 2009 10.24
Bugün Allah İçin Ne Yapalım..
Sizleri bilmem ama ben bugün Allah için özünde eşitsizlik olan, çek mahkumiyetinden hapislere düşmüş, kaçak düşmüş insanların acısını gündeme taşıyacağım.
Hüküm giymiş, çoluk çocuğundan, eşinden dostundan, ailesinden, anadan babadan uzak, demir parmaklıklar mahkum olmuş insanların dramıdır bu. Bir toplumsal trajedidir. Bu çaresi insanların feryadını, haksızlığa uğrayanların isyan çığlığını duymanızı istiyorum.
Haklarındaki hükümler ‘Batana da bir tekme benden’ der gibi!
Onlar dağlarda askerimi şehit eden, sonra da af isteyen hainler değil!
Onlar G.Doğu’dan ithal kapkaç çeteleri de değil!
Bu ülkenin kadınları, çocukları, anne, babaları; insanları!
Bu ülkenin vatandaşları!
Sayın Uğur Dündar! Anımsatsanız; size bir gazetecilik ödülünü sahibi olduğum sahibi olduğum İstanbul Gösteri Merkezi’nde ben takdim etmiştim.
Siz, siz M.Ali Birand, siz Ali Kırca ve TV’lerin haber dairelerini yöneten siz değerli medya mensupları; siz Ekrem Dumanlı yüzbinlerin kararmış hayatları sizlerin duyarlılığını bekliyor!
Hadi bugün Allah için bunu yapın!
Noktasına virgülüne dokunmadan yayınladığım mektuplar yüreğimde derin bir sızı bırakıyor, ya sizin?
Mustafa Özbey

Sayın Mustafa Özbey Beyefendi,
Geçen hafta bir işadamı intihar etti. Bursa’da. Ödeyemediği 1200 TL çekine hapis cezası çıktığı için nereye gidiyoruz?
Senedini ödemeyene ceza yok, vergisini ödemeyene ceza yok, kredisini ödemeyene ceza yok, peki neden çekini ödeyemeyene var :………. Bu doğru mu ya herkesi içeri alsınlar ya da eşit davransınlar.
Sakarya Mahkemesi çeke hapis cezasına beraat veriyor, diğer bölgeler dilekçelere red veriyor. Neler oluyor ülkemizde……
Neden bu dengesizlikler. … Bir tek doğruyu bilen Sakarya. ….. Peki, diğer bölgeler ne yapıyor. Mahkeme kararında o kadar düzgün anlatılmış ki…. Söyleyecek bir şey yok…..
eşim askere kurşun sıkmadı, kimsenin bir şeyini çalmadı, dolandırmadı, devlete hakaret etmedi, terörist değil, ahlaksız ve tacizci asla ve asla değil, ne devletin nede kimsenin malına el koymadı, ama onlarla aynı kefede yargılanıp, aynı yerde ceza alıyorlar. Onlar serbest, eşim içerde yatıyor. Bu adalet mi sizce ……

Eşim ekonomik krizden dolayı iflas etti. Bizler son aşamaya kadar dayanmaya çalıştık. İş yaptığımız büyük firmalar dahi anlaşmalarına uymayarak gerek ödemelerinde, gerekse vadelerinde bizim taşıyamayacağımız kadar üstümüze geldiler. Sonucunda hem kredimiz, hem de bünyemiz bunu kaldıramadı ve çeklerimiz teker teker yazıldı. Çeklerimizin; iş yaptığımız firmalar tarafından gerek faktorink ve gerekse açık çalışan tefecilere bozdurulması ise bizim için dönülmez bir engel oldu. Yaşamın ne kadar zorlaştığını ve izimizi kaybettirmemizin gerekliğini anlatmama gerek yok sanırım.
Şu an eşim; Türkiye'de kaptıkaçtıcıların serbest bırakıldığı, dolandırıcıların ve katillerin aynı kefeye konulduğu cezaevinde. Ve hatta bazılarıyla aynı cezayı çekecek zaman olarak. Şartlara gelince; benim gönderdiğim para ile orada yaşamak zorunda. Çünkü orada yaşamak için suyu parayla almak zorunda, kullandığı elektrik parasını ödemek zorunda, Devletimiz Allah razı olsun günlük 3 TL iade bedelini sonra geri ödemek üzere kullandırıyor. Ama ne kadarı yeter bilinmez. Eşimin psikolojisi ne olacak, dünyanın her yerinde ekonomik suça ekonomik ceza varken………….. Devletten ve bankalardan milyarlarca lira kredi kullananlar, senedi defter yaprağı gibi dağıtanlar, vergi borcunu ödemeyenler ceza almazken sizce bu doğru mu?
Çek mağdurları ticaret yaptı, battılar. Bunlara şans verilmesi gerekmiyor mu? Zaten hapisten çıkınca davalar bitmiyor ki, alacaklılar zaten insanların tepesinde. Yani bu borç ya ödenecek ya ödenecek.
Ben içerde yatan 2000 kişi ve dışarıda mahkumiyet almış 500.000 kişi olduğunu resmi makamlardan biliyorum. Ve bu şubat, mart aylarındaki çek patlamalarıyla 1.milyona ulaşacak. Çünkü Temmuz ödemelerinde tüm çekler 6–7–8 aylık vadelerle veriliyordu. İnsanlar toparlarız diye düşünüyorlardı. Ama inanın durum çok vahim. İçerdeki kişinin yanında ailesi de mahkum. Bir de çocukları olanları düşünün. Ben emekliyim. 500 TL alıyorum bunun yarısını eşime gönderiyorum, yarısını kendim kullanıyorum, varın siz düşünün. İş olsa yapacam ama o da yok
Sizden yardım değil, destek bekliyoruz. Tek amacımız bu inanın. Sadece sesimizi duyurun. İnanın ses getirir!

Yorumlar (http://www.pressturk.com)

Deniz Gül / 5 Nisan 2009 20.11 Sesimiz Oldunuz. …..
Sn. Mustafa Özbey,
Mektubumu yayınladığınız, sesimiz olduğunuz için size binlerce teşekkürler…..
Bu konuya eğilmeyenler unutmasınlar ki,
Bizde bunları yaşamak istemezdik……
Allah onlara da y a ş a t m a s ı n …..
Bizi duymasalar da biz bunu istemeyiz
Çünkü inanın çok ama çok zor kelimelerle anlatılmaz ailemiz yıkıldı, psikolojimiz bozuldu.
Artık diyecek bir şey yok ……… mektup anlatıyor ………………..
karmaşa / 5 Nisan 2009 15.33 Tebrikler
sn Özbey gerçekten elinize sağlık, Allah razı olsun, lütfen bu konunu peşini bırakmayın kim haklı kim haksız ortaya çıkartın en azından bizlere net cevap verilmesini sağlayın biz başaramadık ama ben size inanıyorum sizden rica ediyorum konuyu takip edin LÜTFEN.
Geç Gelen Adalet Adalet Değildir
adalet adaletoğlu / 5 Nisan 2009 14:46
Mustafa Bey, verdiğiniz destek bizler için çok önemli. Gönderdiğimiz sayısız maili görmezden ve sorunumuzu bilmezden gelen ulusal basının güvenilir ve de bilhassa “tarafsız” mensuplarının, haberi sunarken söyledikleriyle taraf olabileceği gibi, bir haberi yaparak ya da yapmayarak da taraf olabileceğini bilecek nitelikte insanlar olarak, aranızdaki farkı yazılarınızla ortaya koyduğunuz için ayrıca teşekkür ediyorum.
sami kal / 5 Nisan 2009 13:59 Mücadeleye Devam
sayın özbey haklı mücadelemizde desteğiniz bize çok büyük güç verdi. Sayenizde yalnız olmadığımızı anladık. Hayata ve mücadeleye daha sıkı sarılıyoruz. Allah razı olsun devamlı destek tam destek sizlerin sayesinde hedefe ulaşacağız. Bu kadar mağdur ve ailelerinin duaları size yeter. Saygılar
Bir Yudum Huzur / 5 Nisan 2009 12:33
Allah Sizden Sonsuz Kere Razı Olsun
sn Mustafa Özbey
Ben iflas etmiş ve bunun sonucunda intiharı denemiş bir iş adamıyım.
Sesimizi bu güne kadar sizden başka bu denli samimi olarak duyuran kimse çıkmadı.
Şu anda bu satırları gözyaşları içerisinde yazıyorum.
hkılıç / 5 Nisan 2009 12:19 teşekkürler
Öncelikle kutluyorum sizi. Yıllarca ayda 3–4 trilyon çek ödedim. Yaklaşık son 5 yılda 250–300 trilyon çek ödedim. Son 10 tane çekimi ki toplamı 1 trilyonu geçmez, ödeyemedim. Ki bu çeklere şirketim adına imza attım. vekaleten yani. Şimdi hapisle yargılanıyorum. Yargıca da söyledim niye ödediğim 249 trilyona bakmıyorsunuz da ödemediğim 1 e bakıyorsunuz. Askerimizi öldürmüş şerefsizler gibi af istemiyoruz. Bizi onlar gibi aşağılamasınlar. Benim ülkemde bana köpek gibi davranmasınlar. Bunları söyledim. Ama inan sn yargıç sadece baktı. yapacak bir şeyim yok gibilerinden. Yazıklar olsun şu ülkede yaptıklarıma, çabalarıma.
0707 / 5 Nisan 2009 12:11 minnetarız
Sayın Mustafa Özbey
Sözünüzde durduğunuz bize yardımcı olduğunuz için biz ve ailelerimiz sizlere minnettarız. Günlerdir haber yapmaları için yazdığımız telefon ile ulaşmaya çalıştığımız Uğur DÜNDAR, M.Ali BİRANT ve Ali KIRCA da
Belki sayenizde haklı olduğumuz konuda bize yardımcı olurlar. Saygılarımızla.
Hiçadam / 5 Nisan 2009 12:10 S.O.S.
Düne kadar işini bilen büyük bir özveriyle çalışıp kazanan ve kazandıran bir işveren; bugün vergisini kuruşuna kadar ödediği devletine patronluk yapan biri değil ülkesi tarafından dışlanmış yakaladıkları anda benim için “i d a m” edilmekten beter bir cezaya “h a p s e “ maruz kalacak zavallı bir yurttaş bir vatandaş olacak birinin çığlığıdır bu. Lütfen Allah rızası için bizim sesimize kulak verin.
Bunları yazarken utanıyorum bu kadar aciz duruma düşürüldüğümüz için ailemize çevremize mesai arkadaşlarımıza iş yaptığımız firmalara karşı sınırsız bir mahcubiyet içersindeyim.

Benim durumumdaki insanların yapabileceği bir şeyler olmalı diyorum pes etmemem lazım diyorum kendim için değilse bile ailem için, geleceğimizi emanet edeceğimiz yavrularımız için mücadeleye devam diyorum.
Ama! İnanın tükenmek üzereyim ve dayanacak gücüm kalmadı bunlar son çırpınışlarım belki bir gün benimde ( ö l ü m ) haberim şimdi sesimi duyurmaya çalıştığım tüm görsel ve yazılı basında yer alacak ama iş işten geçmiş olacak. Kim olduğumu bilmeyeceksiniz çünkü özgürce çıkıp özgürce korkusuzca ben falanca filanca diyemiyorum neden biliyor musunuz çünkü vatan haini gibi her yerde aranıyorum da ondan.
Tabi ki bunlar kimin umurunda olacaksa !!!!!!!!!!!!!
Mağdur07 / 5 Nisan 2009 12:00 teşekkürler
Sn. Mustafa Özbey, gerçekten çok teşekkür ediyoruz binlerce aile adına ve bu cesur çıkışınızı kutluyorum, neden cesur çıkış diyorum, çünkü zaten bu çek kanunu bankacıların ve faktorinklerin teşvikiyle yapıldı ve maalesef faktorinklerin tekelinde olan çoğu basın mensubu bunu duyurmaya yüreklilik göstermezler. Biz de çok çağrılar yaptık o değerli, dürüst tarafsız dediğiniz ve dediğimiz gazetecilere, ama yapamadılar yüreklerini ortaya koyamadılar, gün geldi ağaçta kalan bir kediyi bile ana haberlerde verdiler ama binlerce insanların haksız yere demir parmaklıklar ardında kalmalarına seyirci kaldılar…bu mu ilkeli tarafsız ve cesur gazetecilik…onun için sizi kutluyorum yürekten…


Kaynak:
http://rahmiofluoglu.wordpress.com
http://www.pressturk.com/Para-Meta-Para

16 Mayıs 2009    Mustafa Sönmez   

Ezber Bozmadan Yol Alamayız

Bu yılın 4 aylık bütçe açığı 20 milyar TL’yi bulmuş. 2008’in aynı döneminde açık 5.4 milyar TL idi. Yani gelirler yüzde 4 artarken giderler yüzde 24’e fırlamış. Açık büyük: 5’ten 20’ye… Yaklaşık 3 kat artış..! Peki, sonra ne olacak? Açık nereden kapatılacak?
14 Mayıs tarihli Milliyet’teki köşesinde Güngör Uras Hocam diyor ki,
“Bütçe açığının küçülmesi için (1) Ya vergi gelirleri arttırılmalıdır. Ki, buna imkan yok. (2) Ya da harcamalar kısılmalıdır. Ki buna da imkan yok. Bütçe açığı önümüzdeki günlerde büyüyecek demektir. Bütçe açığını devlet borçlanarak kapatmaya mecburdur. Devlet önümüzdeki günlerde daha fazla bono ve tahvil satarak borçlanacaktır. Devletin satacağı bono ve tahvilin ana müşterisi bankalardır.”
Güngör Hocam beni bağışlasın ama bu yaklaşım, içinden geçtiğimiz olağanüstü dönemin dayattığı şartlara fena halde teslim olmak demektir. Vergide yapacak bir şey yok, harcamada yapacak bir şey yok, geriye kalan borçlanma.. Onu da yapacaklar ve bankalar giderek artan faizlerle devleti fonlayacak.. Peki sonra?
Sonrasını söyleyelim; bütçede faizin payı yeniden yüzde 30’lara çıkacak. Yükselen faizler, öz kaynağı yetersiz reel kesimi, sanayiyi iyice kurutacak, ekonomi daraldıkça daralacak, işsizlik inanılmaz boyutlara çıkacak; bütçeden faize ayrılan pay arttıkça sağlığa, eğitime, tarıma, yoksullara ayrılan destek kırıntıları bile kesilecek ve alavere dalavere Kürt Memet nöbete misali, fatura yine fakir fukaraya çıkarılacak…
Şartlar ne kadar zor olursa olsun, bu ezberin bozulması gerekiyor. En azından bu ölçüde teslimiyet içinde olmamak gerekiyor. Olağanüstü dönemler, olağanüstü çıkışlar radikal duruşlar gerektirir.
Sormak gerekir: Neden vergide, harcamada yapılacak şeyler olmasın? Bugünkü adaletsiz ve neo-liberal telkinlerle daraltılmış vergi ve harcama yapısı neden kader olsun? Neden vergi ve harcamaları hem nicelik olarak arttıran ama herkesten gücüne göre alan, hem de adilleştiren vizyonlar olmasın?
Türkiye’de vergi yüküne baktığınızda, hiç de anayasanın öngördüğü gibi herkesten gücüne göre vergi filan alınmıyor. Nüfusun yüzde 1’lik bir mutlu azınlığı var ki, banka mevduatlarının yüzde 75’inin sahibi ve kredilerin neredeyse yüzde 70’ine hükmediyor. Borsada yüzde 1’lik hesap sahipleri, portföyün yüzde 81.5’ine sahipler. TÜİK, son olarak 1994’te açıklamıştı: Süper zengin yüzde 1’lik azınlık, Türkiye gelirinin yüzde 17’sine sahip diye. İstanbul’un yüzde 1’i İstanbul gelirinin yüzde 30’una yakınını alıyor sonucuna ulaşılmıştı. Sonradan bu edepsiz fotoğraf, fazla isyan ettiren, provakatif bulunmuş olmalı ki, o günden bu yana yüzde 1’lik dilimlerle gelirin bölüşümünü açıklamıyor TÜİK… Önce bu yüzde 1’lik azınlıktan hakkıyla vergi alınıyor mu, ona bakılsın. Madem olağanüstü bir dönemden geçiyoruz, o zaman bu döneme özel, yüzde 1’lik azınlıktan servet vergisi alınsın. İmkansız mı?
Koca koca bankaların kurumlar vergisi ile bütçe gelirlerine katkıları devede kulak. Kuyumcu, müteahhit, kapitalistleşmiş mimar, doktor, avukat, mimarın (serbest meslek sahibi adı altında) ödediği vergi, ortalama ücretli vergisi kadar değil. İstenirse buralardan o kadar vergi çıkar ki…

Ya kaçırılan vergiler? Bir beyan edip 5 gizleyenler… Ciddi ve yansız bir denetim, vergilerde devasa artışlar sağlamaz mı?
Gelelim harcamalara… Neden harcamalar kısılamıyormuş? Milyonlarca dolarlık silah; tank, top, tüfek, biber gazları alımlarını azaltın, bakın ne kadar tasarruf çıkar.. Neden olmasın? İthalat yerine yerli üretime yeniden dönülürse milyarlarca liralık kamu harcaması da azalır.. Bürokraside, bakanlık harcamalarında dünya kadar lüks kalem var. Örtülü ödenekler, Gladyo harcamaları… Bütün bunlardan o kadar tasarruf çıkar ki, şaşar kalırsınız…
Bunlar çok söylendi, çok yazıldı. Bugüne kadar bir arpa boyu yol alınamamış olması belki usandırdı herkesi… Ama yine de alınamayan sonuçlar, doğru bildiğinizi söylemekten alıkoymamalı… Yol almak isteniyorsa, bir yerlerden başlanmalı, ezberler bozulmalı…
Şartlara teslim olunmamalı, şartlar değiştirilmeli…
Marx’ın, Dante’nin İlahi Komedya’sından yaptığı alıntı böyle günlerde daha sık tekrara değer:
“Segui il tuo corso, e lascia dir le genti…”
Onlar ne derlerse desinler, sen yolundan şaşma…

mustafasnmz@cumhuriyet.com.tr


Kaynak:
http://worldmedya.wordpress.com/
http://cumhuriyet.com.tr/
Çek mahkumu çığ gibi

03 Mart 2009     Zübeyir Kındıra   

Adalet Bakanı açıkladı. Yarım milyondan fazla çek yasaklısı var. 2008’de kriz 77 bin çek suçlusu yarattı. 104 bin kişi mahkum oldu.

Kriz nedeniyle karşılıksız çek ve çek borcunu ödeyemeyenlerin sayısında patlama oldu. Aşağıdaki rakamlar Adalet Bakanlığı’nın kayıtlarından:
—577 bin 901 kişinin karşılıksız çekten dolayı yasaklandı.
—103 bin 909 kişi de mahkumiyet aldı.
-“2002’de 5 bin 525, 2003’te 18 bin 340, 2004’te 70 bin 672, 2005’te 95 bin 978, 2006’da 67 bin 875, 2007’de 72 bin 502, 2008’de 76 bin 782 kişi hakkında yasaklama kararı alındı.
—Açılan dava sayısı 142 bin 174,
—Mahkumiyet kararı da 103 bin 909
Yıllara Göre Yasaklama Kararları
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, CHP Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in soru önergesine verdiği yanıtta, Merkez Bankası’nın Ocak 2009’da aldığı karar doğrultusunda karşılıksız çek keşide edenler hakkında mahkemelerce verilen bir ile 5 yıl süreyle çek hesabı açmaktan yasaklama kaldırma kararlarının Merkez Bankası’na gönderildiğini söyledi. Bildirimlerin Merkez Bankası’nca birleştirildiğini ve tüm bankaların genel müdürlüklerine bilgisayar ortamında duyurulduğunu ifade eden Şahin, “Merkez Bankası tarafından bankalara duyurusu yapılan karşılıksız çek keşide edenler hakkındaki çek hesabı açtırmaktan yasaklama kararları 2002 yılında 5525, 2003’te 18340, 2004’te 70672, 2005’te 95978, 2006’da 67875, 2007’de 72502, 2008’de 76782’dir” dedi.
2007’de 158 Bin Dava Açıldı
Şahin, ceza mahkemelerine çekle ödemelerin düzenlenmesi hakkındaki kanunla ilgili olarak açılan dava ve sanık sayılarını da açıkladı. Buna göre, 2007’de 12 bin 248 kadın, 146 bin 384 erkek olmak üzere toplam 158 bin 632 dava açıldı. Yine ceza mahkemelerinden çekle ilgili çıkan davaların sonuçlarına bakıldığında 2007’de 103 bin 909 mahkumiyet kararı verilirken, 12 bin 430 beraat kararı verildi.


Kaynak:
http://www.konyahaber.com
Karşılıksız çek oranı yüzde 32,7 arttı

13 Nisan 2009    AA   

Merkez Bankası tarafından bankalara duyurulan toplam karşılıksız çek sayısı, Ocak-Şubat-Mart dönemini kapsayan 2009 yılının ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 32,7 artarak 515 bin 970 e çıktı.

Merkez Bankası verilerine göre, karşılıksız çek sayısı 2008 yılının ilk üç ayında 388 bin 912 adet idi.
Merkez Bankası tarafından bankalara duyurulan birikimli karşılıksız çek sayısı 2009 yılının ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemi kıyaslandığında ise yüzde 39,7 artış göstererek 756 bin 471 den 1 milyon 56 bin 806 ya çıktı.
Aynı dönemde, mahkemeler tarafından yapılan bildirimlere göre, Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan çek sayısı da yüzde 1,2 artarak 19 bin 471 den 19 bin 704 e yükseldi.  
Yine mahkemelerin bildirimleriyle Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan birikimli çek sayısı, 2009 yılının ilk çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,9 azalarak 38 bin 261 olarak belirlendi. Geçen yılın aynı döneminde Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan birikimli çek sayısı 39 bin 824 idi.
Bankalarca Merkez Bankasına yapılan bildirimlere göre, Merkez Bankasınca duyurusu yapılan karşılıksız kaldıktan sonra ödenmiş çek sayısı 2009 yılının ilk üç ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 8,3 artarak 259 bin 608 den 281 bin 257 ye çıktı.
Duyurusu yapılan, karşılıksız kaldıktan sonra birikimli ödenmiş çek sayısı da 2009 yılının ilk çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 14,1 artarak 584 bin 315 olarak belirlendi. Geçen yılın aynı döneminde bu kapsamdaki karşılıksız çek sayısı 512 bin 90 adet olmuştu.
Yıllık Bazda
Merkez Bankası tarafından bankalara duyurulan toplam karşılıksız çek sayısı Mart ayında, geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık yüzde 9,3 artarak 170 bin 959 a çıktı. Karşılıksız çek sayısı 2008 yılı Mart ayında 156 bin 412 adet idi.
Merkez Bankasınca bankalara duyurulan birikimli karşılıksız çek sayısı Martta, geçen yılın aynı ayıyla kıyaslandığında ise yüzde 32,7 artış göstererek 388 bin 912 den 515 bin 970 e çıktı.
Mahkemeler tarafından yapılan bildirimlere göre, Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan çek sayısı da Martta, 2008 yılının aynı ayına göre yüzde 14,2 artarak 6 bin 231 den 7 bin 119 a yükseldi.
Yine mahkemelerin bildirimleriyle Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan birikimli çek sayısı, Martta, geçen yılın Mart ayına göre yaklaşık yüzde 1,2 artarak 19 bin 704 olarak belirlendi. Geçen yılın aynı ayında Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan birikimli çek sayısı 19 bin 471 idi.
Bankalarca Merkez Bankasına yapılan bildirimlere göre, Merkez Bankasınca duyurusu yapılan karşılıksız kaldıktan sonra ödenmiş çek sayısı Mart ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 13,6 gerileyerek 99 bin 820 den 86 bin 243 e indi.
Duyurusu yapılan, karşılıksız kaldıktan sonra birikimli ödenmiş çek sayısı da Martta, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 8,3 artarak 281 bin 257 olarak belirlendi. Geçen yılın aynı döneminde bu kapsamdaki karşılıksız çek sayısı 259 bin 608 adet olmuştu.

Aylık Bazda Artış
Mart ayında bir önceki aya göre Merkez Bankası tarafından bankalara duyurulan toplam karşılıksız çek sayısı yüzde 14,6, birikimli karşılıksız çek sayısı yüzde 49,5, mahkemeler tarafından yapılan bildirimlere göre, Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan çek sayısı yüzde 7,6 oranında arttı.
Aynı dönemde, mahkemelerin bildirimleriyle Merkez Bankasınca duyurulan yasaklanan birikimli çek sayısı yüzde 56,6 artarken, bankalarca Merkez Bankasına yapılan bildirimlere göre, Merkez Bankasınca duyurusu yapılan karşılıksız kaldıktan sonra ödenmiş çek sayısı yüzde 0,8 azaldı. Duyurusu yapılan, karşılıksız kaldıktan sonra birikimli ödenmiş çek sayısı da yüzde 44,2 artış gösterdi.


Kaynak:
http://www.birincikuvvet.com
Yararlanılan Kaynaklar

1
Borç için Hapis Yasağı ve Karşılıksız Çek Keşide Etme Suçu
Seçkin Yayınları - Yrd. Doç. Dr. Sesim Soyer Güleç
Yrd. Doç. Dr. Sesim Soyer Güleç’e bu değerli katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Kitabın mutlaka okunmasını tavsiye ediyoruz.
Sanıkların sırf karşılıksız çek keşide etmekten yargılanıp hapis cezası almalarının uluslararası ve ulusal hukuka nasıl aykırı olduğunu konu olan bilimsel bir doktora tezi. Kitap bilimsel bir yayın olmasının yanında, okunması çok rahat ve faydalı bir eser.
2
Prof. Dr. Hayri Domaniç
Hocaların hocası!
http://hayridomanic.org/
Dolandırıcılık kastı olmadan, sırf karşılıksız çek keşide etmenin suç olmadığını ilk söyleyen ve yazan değerli hocamızın birçok dergide yayınlanmış makaleleri ve kitapları vardır. Ayrıca kendi web sitesinde ve internet üzerinde birçok makalesi bulunmaktadır.
3167 Sayılı Çek Kanunu’nun Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı Ve Gerekçesi. Manisa Barosu Dergisi, Ekim 1990 Sayısı, Sayı:35, S. 5–12.
Karşılıksız Kalan Çeklerin Düzenleyicilerine Bir Yıldan Beş Yıla Kadar Hapis Cezası Uygulayan 3167 Sayılı Çek Kanunu Konusunda Devletin Hataları. Maya Dergisi, Ocak/Şubat 2000 Sayısı.
Kitabın Web Sitesi Ana Sayfası
rahmiofluoglu.wordpress.com/2009/10/01/ceksavunma/

Kitabın İndirilme Adresi
http://haberturkon.com/download/hukuk/ceksavunma.doc
http://haberturkon.com/download/hukuk/ceksavunma.pdf

6 Yorum"Karşılıksız çek savunma"

User dedi ki...

Sayın Av Rahmi Ofluoğlu Emeğinize sağlık

Adsız dedi ki...

YILLARCA TİCARET YAPIP,MUHTASAR,SSK,BAĞKUR,GELİR VE KATMA DEĞER VERGİSİ VERİYORSUN,İSTİHDAM YARATIYORSUN,BURS VERİYORSUN,HAYIR İŞLERİ YAPIYORSUN,ÖDÜLLERE LAYIK GÖRÜLÜP PLAKETLER ALIYORSUN,KOÇAN KOÇAN ÇEKLER ÖDÜYORSUN TAMAM.İŞLERİN TERS GİTMEYE BAŞLIYOR,ÇEKLERİNİ ÖDEMEK İÇİN EVİNDEKİ EŞYALARINA KADAR BUGÜNE DEK NE KAZANDIYSAN ÖZ SERMAYENLE BİRLİKTE HERŞEYİNİ SATIYORSUN VEYA HACZEDİLİYOR,O DA TAMAM.BİR YAPRAK ÇEKİNİ ÖDEYEMİYORSUN(ÖDEMİYORSUN DEMİYORUM),HAYDİ CEZAEVİ…HAYATINIZ ALTÜST OLUYOR.GEÇİM SIKINTISI BAŞLADIĞI GİBİ,ÖZGÜRLÜK,SOSYAL YAŞANTI,EVDE HUZUR V.S.HİÇBİR ŞEY KALMIYOR.ÇEK MAĞDRLARINDAN BAŞKA TORBA KANUNUNA GİRMEYEN KALMADI.KEÇİLER BİLE ORMANDA RAHATÇA DOLAŞABİLECEK.ÇEK MAĞDURLARI DA YAKALANMAMAK İÇİN ORADAN ORAYA KAÇADURSUN…BİR KEDİ BİLE BİR YERDE SIKIŞIP KALSA,KURTARMAK İÇİN,BÜTÜN HAYVANSEVER DERNEKLERİ VE TELEVİZYON KANALLARI SEFERBER OLUYOR.HÜKÜMET NESLİ TÜKENEN HAYVANLARI BİLE KORUMA ALTINA ALIYOR.YANLIŞ ANLAŞILMASIN AMA,BU ÇEK KANUNU OLDUĞU SÜRECE DE,İŞ YAPAN TÜCCAR KALMAYACAK.HEPİMİZİN NESLİ TÜKENİYOR…BANKALAR KREDİ VERECEK KİŞİ BULAMAMAYA BAŞLADI BİLE…SAYGILARIMLA…DOKTOR…..

Adsız dedi ki...

BEN ON DAN BEŞ TEN ANLAMAM O ZAMAN ÖDEYEMEYECEGİ CEKİ İNSANLARA VERMESİNLER İNSANLAR ALDIKLARI CEKİ EVDE ZULA YAPMIYOLAR GİDİP YA BANKAYA YA TEFECİYE KIRDIRIYOLAR SONRA ŞİRKET BATTI KİM ÖDEYECEK EN SON CİROSU OLAN YANİ CEK HAKEDİP ALAN GECTİGİZ GÜNLEDE Bİ FİRMA NERDEN BAKSAN 15 000 0000 , 150 AD YAKIN CEK CEK ÖDEMEDİ BU CEKLER HAPSE GİMEYİ KALDIRANLARA MI YOKSA CEK SAHİPLERİNEME GİRECEK BEN VATAN DAŞIM BEN NE OLCAM UNU SÖYLEYİ N

Unknown dedi ki...

igein_h_yizevbekhai@admin.in.th: Eger ilgileniyorsaniz, bu e-posta adresinden bizimle irtibata iseniz merhaba sizin tüm kisisel is için kredi ararken, biz,% 3 faiz oraniyla kredi vermek. Belgeniz ok cevap veren herhangi bir gecikme olmaksizin derhal sizden aldigimiz be kez kredi biz bir hafta önce size transfer edilecek. Artik kredi basvurusunda, acil promosyon ok var.

Unknown dedi ki...

igein_h_yizevbekhai@admin.in.th: Eger ilgileniyorsaniz, bu e-posta adresinden bizimle irtibata iseniz merhaba sizin tüm kisisel is için kredi ararken, biz,% 3 faiz oraniyla kredi vermek. Belgeniz ok cevap veren herhangi bir gecikme olmaksizin derhal sizden aldigimiz be kez kredi biz bir hafta önce size transfer edilecek. Artik kredi basvurusunda, acil promosyon ok var.

Unknown dedi ki...

Benim adım Irrua Uzman Hastanesinin Dr Wilson Jones'u, organ cerrahisinde uzmanım ve satmak isteyen insan organıyım. Böbrekinizi satmak ilginizi çekiyorsa Lütfen bize geri dönmekten çekinmeyin, böylece devam edebiliriz. Aşağıdaki bilgileri kullanarak bizimle iletişime geçin.

E-posta Adresi: irruaspecialisthospital@gmail.com

Yorum Gönder

“Hiç kimse yalnızca borcundan dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılamaz “

http://www.wikio.comFriendFeed'de bana abone olAdd to Technorati FavoritesPowered by  MyPagerank.Net web siteleriEconomics Blogs - BlogCatalog Blog Directory

powered by Blogger | WordPress by Newwpthemes